İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Senarist Önder Çakar Anlatıyor

Begüm Zorlu
Aslında Ermeni soykırımı meselesini araştırırken soykırım neye denir terminolojisini öğrenmek amacı ile Raphael Lemkin’in Birleşmiş Milletler’in yasalarında geçen tanımını kafama taktım. Böylece soykırımın bir ırkın tümünü öldürmek ya da bir ırkın çoğunu öldürmek ile alakalı olmadığını, o soydan bir kişiyi bile öldürseniz, etnik kimliği ya da soyundan dolayı ona bir saldırıda bulunsanız, bunu düşünseniz bile “Ermeni’ymiş vurayım mı acaba” ya da “Kürt’müş asayım mı acaba” ya da “Boşnak’mış tecavüz edeyim mi acaba”, bunu içinizden bile geçirmeniz Birleşmiş Milletler’e göre soykırım suçu.

***
Kobanê’de Yaralandı; İyileşince ”Sinema” İçin Gidecek
Senarist Önder Çakar, neden Kobanê’ye gittiğini bianet’e anlattı: “Kobanê Devrimi başladığında Erdoğan ‘Kobanê düştü düşecek’ demişti. Ben de cumhurbaşkanını ciddiye alıp aman düşmesin diye Kobanê‘ye gittim.”
Takva ve Gemide filmleri ile tanınan senarist Önder Çakar Suruç’taki günlerini ve neden Kobanê Direnişine katıldığını bianet’e anlattı.
Evinde ziyaret ettiğimiz Çakar ile söyleşinin dışında Beşiktaş maçını izleyip,  bolca sohbet ettik. 
Çakar, IŞİD’in Kasım ayında düzenlediği bombalı saldırıda yaralanmıştı. Hala evde istirahat eden Çakar iyileşir iyileşmez sinema ve sanat dersleri vermek için Rojava’ya gideceğini söylüyor.

Rojava’ya neden gittiniz?
Kobanê Devrimi başladığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan televizyona çıkıp Kobanê düştü düşecek demişti. Ben de onu ciddiye alıp aman düşmesin diye Kobanê ‘ye gittim.
Aslında Ermeni soykırımı meselesini araştırırken soykırım neye denir terminolojisini öğrenmek amacı ile Raphael Lemkin’in Birleşmiş Milletler’in yasalarında geçen tanımını kafama taktım. Böylece soykırımın bir ırkın tümünü öldürmek ya da bir ırkın çoğunu öldürmek ile alakalı olmadığını, o soydan bir kişiyi bile öldürseniz, etnik kimliği ya da soyundan dolayı ona bir saldırıda bulunsanız, bunu düşünseniz bile “Ermeni’ymiş vurayım mı acaba” ya da “Kürt’müş asayım mı acaba” ya da “Boşnak’mış tecavüz edeyim mi acaba”, bunu içinizden bile geçirmeniz Birleşmiş Milletler’e göre soykırım suçu.
Durum böyle olunca aslında Kürtlerin çok uzun süreden beri Ortadoğu’da soykırıma uğradığını düşündüm.

Bir de Ezidiler var. Ezidiler öyle masum ki onlar bazen Kürtlerin de soykırımına uğruyorlar. Bugün televizyon haberlerine baktığımızda Süryanilere yapılıyor. Kobanê direnişi bütün bu fotoğrafı tersine çevirecekti. Bu soykırımcı, katliamcı ve korkutucu büyük güçler önce bir soykırım ile korkutuyor, hakikaten de yapıyorlar bazen. Bunun ölçüleri 20. yüzyıldaki gibi milyonları bulmayacak belki ama bir köyü yok edecek ve onun dehşeti ile teslim olacaksın, önce IŞİD’e sonra seni IŞİD’den kurtarana.
O yüzden IŞİD orada bir proje, Afganistan Taliban’ı gibi bir kitle üzerinde şekillenmiyor, Afgan halkı yanlış bir motivasyon ve dünya görüşü ile Taliban’a kitle desteğini sağlıyor. Seçimlere girseler alırlar. IŞİD’in Ortadoğu’daki pozisyonu farklı, bir çete olduğu, dışarıdan organize edildiği açık.

Ortadoğu’daki saydığım tüm bu nedenlerden dolayı Rojava ‘ya gitmeye karar verdim. Erdoğan Kobanê’nin düşmesi için her türlü soğuk savaş taktiğini uyguluyordu, moral bozuyordu, IŞİD’e açık destek veriyordu ve bunu gösteriyordu.
Destek çok gizli de yapılabilirdi, dünya kamuoyundan saklanılıp gece paraşütler ile de atılabilirdi. Türkiye bunu yapmadı ve soğuk savaş taktiği uyguladı. Erdoğan çözüm sürecinde masayı devirmek için Kobanê’yi kullandı. “Siz gidin zaten“ demeye başladı. “Siz Suriye’ye gidin Irak’a oradaki Kürtleri kurtarın, IŞİD’e gücünüz yetmiyor bize mi yetecek“ gibi AKP’nin bazı milletvekilleri açıklamalar yaptı.
Kürtler Kobanê’yi on sene içinde geri alırdı, fakat düşmesi durumunda şu anki siyasi ortamda ciddi kaybının yaşanacağını düşündüm. Bu kayıp sadece Kürtlerin kaybı olmayacaktı, Ortadoğu’nun bütün masum ve Türkiye halklarının kaybı olacaktı. Binlerce insanımız ölecekti yine.
Kobanê‘deki savaşın meşru olduğunu, bu yüzden oraya herkesin gitmesi gerektiğini düşündüm. Bir siyasi örgütlenmenin şemsiyesinde değil kişisel olarak Kobanê devrimine katılmaya karar verdim. Yolculuğa çıkmak için ‘Çoğunluk’ filminin yönetmeni Seren Yüce ile üzerinde çalıştığımız yeni filminin bitmesini bekliyordum.
Bu süreçte İstanbul’da eşim, dostum ve arkadaşlarım ile konuyu tartışarak yola çıktım ve giderken çoğu bana kıyak yaptı. Kimi ayakkabı, kimi kot, kimi biletimi aldı.
Film biter bitmez Ekim’in sekizi, dokuzu gibi Suruç’a vardık. Ben bu anlattığım nedenlerden ötürü Kobanê ‘ye geçmek istiyordum. Suruç’ta da iki yüz bine yakın mültecinin yardıma ihtiyacı vardı fakat ben kendimi sivil bir direnişten çok silahlı direnişin içinde görüyordum.
Bundan önce silah eğitimi almış mıydınız?
Her devrimci kadar bilirim belki ama biz 12 Eylül’den önce bir gençlik yaşadık. Lise yıllarında belimizde silah ile dolaştık ama askeri anlamda silah kullanmaktan anlamam. Ayrıca ben silahlı mücadeleye katılmak istedim ama oradaki derdim silah değildi ben silahlı mücadeleyi örgütleyen gruba irademi testlim edecektim hem biraz yaşım da ileri, bana çöp toplatabilirlerdi, mezar kazdırabilir, patates soydurabilirlerdi ya da “ön cephede öl” diyebilirlerdi.
Ben bunların hepsini yapmaya razıydım. Orada bir komutanlık ve yönetim biçimi var ve ben YPG’ye irademi teslim etmek üzere gittim. Oradaki arkadaşlar uzun süre yaşımdan ve sanatsal pozisyonumdan dolayı beni Kobanê’ye götürmek istemediler. Beni çatışmaya sokmayacaklarına emindiler ama ona rağmen bir kaza olabilir, bombardıman olabilir diye uzun süre götürmek istemediler.  Ama bu bir ikna süreciydi ben de onları ikna ettim.
“Akıl verenlerden olmak istemedim”
 
İstanbul’da güzel kelimeler çok edildi ama iş Kobanê‘ye gitmek olunca Kürt olmayan çok az insan vardı. Başka Marksist, Leninist gruplardan da arkadaşlar vardı fakat onlar münferitti.
Küba, devrim, sosyalizm, Zapatistalar, Kolombiya gerillalarını ezbere bilen Türk solu yanı başında gerçekleşen gerilla mücadelesine gayet soğuk davranıyor hatta ona üstten bakıyor. “Keşke Kobanê’nin içinde değil de kırlarında bir şeyler yapsaydınız“ diyen, İstanbul’dan oraya akıl verme durumları var.
Biz burada Kobanê üzerine konuşacağız ama üstüne Kürt gençleri ölecek, o içimi pek sinmedi. Suruç’ta beklerken bir çok şehit cenazesine katıldım. Her cenazede çok üzüldüm. Kürdistan’ın bir çok parçasından gelen on dokuz, yirmi yaşlarında gencecik pırıl pırıl insanlar öldü. Bunlar son derece fedakâr, dayanışmacı, kendinden daha çok başka şeylere değer verme bilincine sahip insanlardı. O gençlerin Kobanê’de yaşaması gerekiyor çünkü Ortadoğu’da yeni bir düzen kuracak onlar.
Hangi dilde iletişim kuruluyordu?
Ben Türkçe konuşuyordum. Allahtan Kürtler hala Türkçeyi seviyorlar. Fakat diğer yabancılarla ile iletişim dili İngilizceydi. Bazıları Gazze’den gelen dünya devrimine kendini adamış silahlı aktivistler, Uluslararası Anarşist Hareketler‘den gelen kişiler vardı. İtalya’dan beş ayrı örgütten gelen insanlar vardı. Hatta İtalyanlar birbirini sevmiyordu. Bizim bir enternasyonal çadırımız vardı, oraya örgütlerden gelen arkadaşlar ile biz ilgileniyorduk. Gelen herkes bayrak asıyordu. İtalyan Komünist Partisi bir bayrak astı sonra da hangisi bilmiyorum, diğeri de gitti dışarıdan fotokopi yaptırdı İtalyan bayrağını düşün yeşil, beyaz, kırmızı. Beyazının içinde kızıl yıldız var onun fotokopisini astı, böylece diğer fraksiyonlardan olan İtalyanlar o çadıra girmemeye başladı.
Kobanê’deki mesele iyi ve kötünün savaşıydı. Kürtler ve Arapların savaşı değildi. O yüzden ben de buradayım. Bir Ermeni de olabilirdim. Avrupa’dan ve dünya halklarından oraya savaşmaya gelen çok kişi vardı. İsveçli, İtalyan, Arjantinli, Koreli çok arkadaşımız vardı.
“Anlıyorsun anadili ile konuşamadığını”
Bu konu açılınca aklıma hep anadil meselesi geliyor. Bazıları Türkçeyi o kadar ilginç kullanıyor ki çok ciddi bir olayla ilgili duygusunu söyleyecek, mesela oğlu ölmüş, telaffuz edemiyor. “Çok üzüldüm Önder” demek belki zayıflık olarak algılanacak o yüzden kelimeleri bulamıyor ve o zaman sen anlıyorsun onun anadili ile konuşamadığını, duygularını anlatamadığını. Anadil ile konuşmamanın ne büyük dert olduğunu o zaman anlıyorsun. Hakikaten anadili ile konuşmak için de insan ölebilir.
Kobanê bir arsa, tarla, kale savunması değil. Benim çok yerleşik kafalarım da yok. Rojava kantonları Cezîrê ve Efrîn’de yürürlüğe geçirilmeye çalışılan bir Rojava Anayasası* ilan ettiler. Ben anayasayı iyi okudum ve o anayasanın hayata geçmesi için sadece Ortadoğu’da değil her yerde elimden gelen her şeyi yaparım.
Biz  Rojava’yı savunarak Türkiye dış politikasının planlarını bozacaktık. Orada sadece Kürtler de yok, Sünni Araplar da var.
Bir insan bakkala giderken sokakta elleri ve ayakları prangalı kadınlar görmektense Kobanê çarşısında cıvıl cıvıl insanları görmeyi tercih edecektir. Böyle bir toplum sözleşmesinde Arap Sünni de bizden olur hiç merak etme. İyilik kendine çok insan çeker, dolayısıyla bu ütopya hayata geçerse “inşallah” demekten başka Türkçe kelime bilmiyorum Ortadoğu’da Kürtlerin etnik coğrafyasına yakın grupların çok huzur bulacağını düşünüyorum. 
Suruç’a gidince bir ay boyunca camide kaldığını söylemiştiniz. Oradaki günleriniz nasıl geçti?
Cami ilginçti, çünkü Takva senaryomda İslam dinin ritüellerine bakmıştım dolayısıyla o senaryoyu yazarken bir sürü Sünni tarikatına girip çıktım, birçok camiye gittim fakat Mezher köyündeki cami gibi bir cami hiç görmedim.
Bizim camilerimiz İslam’ın tarihsel rolünü üstlenmezler. İktidarın yedeği pozisyonunda kalırlar. Kalamazlar ise 28 Şubat’taki gibi namaz dışında kilitli kalırlar.
Fakat İslam tarihinde cami toplanma yeridir. Suruç’taki camiler bu eski rolünü üstlenmiş gibiydi, halk o caminin avlusunda gündelik hayatını yaşamaya çalışıyordu. Caminin avlusunda yemek çıkıyordu, tuvalete gidiliyordu, son namazdan sonra da erkeklerin barındığı bir yer oluyordu. Bu da o camilerin sorumlusu ve aslında devlet memuru olan onlar kişiler tarafından gerçekleştirildi.
Mezher‘de bir kaç gün erken kalktığımda şunu gördüm: İnsanlar sabah namazı için geldiğinde caminin imamı insanlar birkaç saat daha uyuyabilsin diye alçak sesle ezan okudu. İmam, battaniyesi açılan insanların üstünü örtüyordu.
Camide kalanlar için de durum ilginçti. Camide Alevi arkadaşlar kalıyordu, Ermeni arkadaşlar, İtalyan arkadaşlar vardı. Cami sadece kendi cemaatini değil kendine inanmayanları da ağırlıyordu.
Şöyle bir anımız da oldu: Gece Malatya’dan arkadaşlardan bir tanesi hocanın namaz kıldıracağı yerde yatıyordu, biz de ona “abi yatma orada sabah namazı kılınacak“ dedik ama aslında arkadaşın orada namaz kılınacağından haberi yokmuş, hayatında ilk kez camiye gelmiş.
Önyargılar kırılınca…
Hayatında ilk kez camiye girmiş Alevi arkadaşlarımızın da kafalarındaki önyargılar kırıldı ve geriye şu kaldı; iyi ya da kötü olmak. Demek ki bu kimlikler gelip geçiciymiş, demek ki Sünni camiler kendinden olmayana yardım etmez diye bir şey yokmuş.
Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin geliştiği yerlerde bunun böyle olduğunu biliyorduk fakat ben ilk kez deneyimlemiş oldum. O camide 20-25 gün yattık.
Suruç’taki kütüphane girişiminiz nasıl başladı?
Kütüphane açmak çok istedik. Biz sabahları barış zinciri oluşturuyorduk ve geceleri nöbet tutuyorduk. Bunun dışında gün içinde okumak için vaktimiz oluyordu.
Benim yanımda bir iki kitap vardı. Biri Leyla Halid’i anlatan bir kitaptı, Che Guevara’nın “Kongo Günlüğü“ ve “Zapatista Hikayeleri“ vardı. O kitaplar camide elden ele okunuyordu akşamları. Gece de camide ışıklar erken kapandığı için kitap okuyacak yerimiz de olmuyordu. Biz aramızda çadır organize ettik ve orada okumaya başladık. Meyve sandıklarını alıp kütüphane oluşturduk. Herkes sırt çantasındaki kitabı koydu. Sınırdan Kobanê‘ye geçenler gitmeden önce kitap okuyordu.
Suruç’ta bir girişimimiz daha oldu. Dünya halkları 1 Kasım’ı Dünya Kobanê Günü ilan etmişti ve dünyanın birçok yerinde yürüyüşe çağrı yapan afişler hazırlanmıştı. Bazıları sanat eseri gibiydi. Sosyal medya kullanmayan, okuma yazma bilmeyen yaşlıların afişleri görmesini istedik. Kızları, oğulları Kobanê‘de savaşan ailelere “bakın bütün dünya da sizin oğlunuzun arkasında“ demek için afişleri fotoblok olarak çıkarttık ve onun sergilemesini yaptık.
“Bak bugün buna da kızmadım”
Biz de buradan giderken paylaşmak ve dayanışmak güdüsü ile gittik ve komün hayatı hepimizi yücelten bir şey oldu. Bir insan sosyalleştikçe, komünleştikçe insanlaşıp erdemi artıyor. Bin kişinin bir yerde yemek yemesi, onu paylaşması, bu arada çıkan farklılıkları insanın tolere etmesi, birinin fazla alırken diğerinin az almasının sorun olmaması bunlar insanlara “peygamber erdemi“ sağlıyor.
Komün hayatı insana “bak bugün buna da kızmıyorum“ dediği bir olgunluk sağlıyor. Ayhan arkadaş aç ise hepimizden fazla yiyebilir. Bu akşam Ömer nöbet tutmak istemiyordur belki İstanbul’daki sevgilisi ile kavga etmiştir. Benim için kolaydı, önceden cezaevinde kaldığım için komün ve komünal hayatları biliyorum, kendim İstanbul’da da öyle bir hayat yaşıyorum.
Kobanê‘de kaç gün kaldınız, nasıl yaralandınız?
Kobanê ‘de toplam dört, beş gün kaldım. Önceden düşmüştüm fakat 29 Kasım’da IŞİD Kobanê’ye büyük bir intihar saldırısı hazırladı. O intihar bombalarının bir tanesi de bizim yakınımızda patladı. Orda da basınçtan dolayı yere düştüm ve düşüş o düşüş, bir daha yerimden kalkamadım. Ondan sonra arkadaşlar beni Türkiye’ye geçirdi. Omurgalarımda ve kaburgalarımda kırıklar vardı.
Bu yüzden üç, dört aydır yatıyorum.
Kobanê’nin düşmemesi “umudun kazanılması” olarak nitelendirildi. Bu söyleme katılıyor musunuz?
Umut bence soyut bir kavram, fakat Rojava devrimi çok somut bir şey. Orada yaşayan insanlar kendi örgütlerini kurdular. Onların meclisleri, organları ve fikirleri var. Cinsiyet ayrımcılığı olmayan, her türlü din ve etnik pozisyonları barındıran halk meclisleri oluşturuyorlar.
Bu savaş yüzünden artık orada yaşamayan Hıristiyan Araplar, Ermeniler gibi azınlıkta bulunan halklar var. Adam Avrupa’ya kaçmış ama orada evi ve yaşamı var. Aynı zamanda o ne kadar seçime girse de orada bir Ermeni milletvekili çıkaramayacak çünkü zaten üç, beş kişi kalmış durumda.
Kanton yönetimi diyor ki burada yaşayan herkesi pozitif ayrımcılık ile temsil hakkı kazanacak. Onların sadece koltukları boş, onlar istedikleri zaman gelip en üst organlarda kendilerini temsil edebilecekler. O yüzden bu mücadeleye Kürt hareketi değil özgürlük hareketi demek lazım. Kürtler başlarında etnik kökeni Kürt olup da Erdoğan gibi olacak birini istemiyorlar. Ben Türk polisinden dayak yemişim, şimdi de Kürt polisinden de dayak mı yiyeyim? Sorunları devrim sonrasına ertelenmiyor.
Ortadoğu için güzel günler gelebilir fakat ciddi kayıplarımızın da olacağının, canımızın da sıkılacağının farkındayız. Şu an 200 Süryani kayıp. Kobanê’yi korumak için dört ayda 600 arkadaşımız öldü. Onlar o topraklarla ilgisi olmayan işgalciler yüzünden öldüler.
Umut diyorsak, Tayyip Bey istediği kadar söylensin biz çifte telli de oynayacağız, halay da çekeceğiz, bizim bayram yapma hakkımız var çünkü biz somut olan şeyi bir yerden yakaladık ve onu bırakmıyoruz. (BZ/AS)
* Ağustos 2014, Venedik Film Festivali.
Önder Çakar Kimdir?
Kendi ifadeleri ile babası Kars Ardahan tarafından Karapapak Terekeme denilen Türk boylarından geliyor annesi de İstanbullu. İnsan Hakları Derneği ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kurucu üyelerinden olan Çakar, sinema ile uğraşıyor, Takva ve Gemi’de filmlerinin senaristi.
* http://www.bianet.org/bianet/siyaset/153117-rojava-yeni-bir-siyaset-arayisi-oncesi-sorular

Yorumlar kapatıldı.