İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenistan’ın Eurovision 2015 tuzağı

Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Haluk Selvi, Türkiye gazetesine yazdığı makalede uluslararası 2015 Eurovision şarkı yarışmasında Ermenistan’ın tuzağını yazdı.  “Genealogy” isimli grubun Ermenistan’ı temsil edeceği şarkı yarışmasında 1915 olaylarını 100. yıldönümüne atfen “İnkar etme” şarkısı hazırlandı. Ermenistan’ı temsil edecek olan parçanın “İnkâr Etme” adını taşıması propagandanın geniş halk yığınlarına ulaştırılmaya çalışıldığının birer göstergesi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Selvi şunları kaleme aldı:

Ermenistan, Türkiye’nin katılmadığı Eurovision 2015’te, 1915 olaylarının 100. yıldönümü atağı yapmaya hazırlanıyor. Ermenistan, Eurovision Şarkı Yarışması için “İnkâr Etme” adlı bir şarkı hazırladı. Şarkıyı 5 kıtadan özel olarak seçilmiş 5 Ermeni şarkıcı ile Ermenistan’dan bir şarkıcı seslendirecek, grubun adı “Genealogy” yani “Soyağacı”. Böylece dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Ermenilerle Ermenistan arasında bir bağ kurulmasına ve Ermenilerin geçen yüzyılın başında çekmiş oldukları sıkıntıların ortaya konulmasına çalışılacak. Her yönü ile kültürel bir etkinliği siyasi bir arenaya çevirmek isteyen Ermenistan bütün uluslararası gücünü de ortaya koymaya gayret edecek. Bu sebeple Türkiye’nin bu yarışmadan çekilmesinin isabetli olduğunu da ifade edebiliriz. 1915 olaylarının 100. yılına yaklaşırken Ermeniler hem devlet olarak hem de uluslararası örgütleri ile yaşananların soykırım olduğunu Türkiye’ye tanıtmaya çalışıyorlar, taleplerini her geçen gün artırıyorlar. İçerisinde hiçbir iyi Türk’ün ve Osmanlı idarecisinin bulunmadığı Fatih Akın’ın fiyasko ile sonuçlanan Kesik “Cut” filmi, 2015 Eurovision Şarkı yarışmasında Ermenistan’ı temsil edecek olan parçanın “İnkâr Etme” adını taşıması propagandanın geniş halk yığınlarına ulaştırılmaya çalışıldığının birer göstergesi.
Bu kültürel olayın siyasete dönüştürülmesi dışında 16 Şubat 2015’de Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Türkiye ile Ermenistan arasında 2009 yılında imzalanan ve diplomatik ilişkilerin normalleşmesini öngören protokollerin parlamentodan geri çekilmesine karar verdi. Sarkisyan, Ermenistan’ın üzerine düşen işleri yerine getirmemesini bir tarafa bırakarak Türk yetkililerin siyasi irade eksikliğinin, protokollerin lafzı ve ruhunu bozduğunu ve sürekli yeni ön koşulların ileri sürüldüğünü iddia etti.
Bütün bu çalışmaların ardında Türkiye Cumhuriyeti’ne 1915 yılında yaşanan olayların soykırım olarak kabul ettirilmesi ve Ermenilere ait olduğu iddia edilen toprakların ve malların iade edilmesi talebi var.
NELER YAŞANMIŞTI?
Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip olan Türk-Ermeni ilişkileri, kimi zaman dostluk ve ittifakları kimi zaman ihtilaf ve kavgaları bünyesinde barındırmıştır. Her iki millet karşı karşıya geldikleri ilk andan itibaren, yönetimde Müslüman Türk devletleri hâkim olmuş ve diğer milletler gibi Ermeniler de Anadolu’da ve Kafkasya’da yeni düzene uymak zorunda kalmışlardır. Hem Türklerden önce hem de sonra, karışıklıklar ve ihtilaflar zamanında güçlü devletler yanında yer alarak milli varlıklarını koruyan Ermeniler, bu coğrafyalarda nüfus çoğunluğuna sahip olamadıklarından bağımsız bir devlet yapısına kavuşamamışlar, kiliseleri etrafında milli varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Selçuklular ve peşinden Osmanlılar Ermenilere dini ve kültürel özgürlüklerini vermiş ve onlar bu sayede yüz elli yıl öncesine kadar refah içinde yaşamışlardır.
Milliyetçilikler çağı olan XIX. yüzyılda, diğer Osmanlı tebaaları gibi Ermeniler de kendi kaderlerini tayin etmek düşüncesi ile hareket etmişler, Rusya ve İngiltere başta olmak üzere büyük devletlerin desteği ile bu amaçlarına ulaşmak istemişlerdir. Osmanlı Devleti ise, daha çok hukuki reformlarla bu süreci atlatmak istemiş ancak bunda başarılı olamamıştır. Tanınan her hak ve gerçekleştirilen her reform Ermeniler arasındaki milliyetçilik düşüncesini güçlendirmiş ve sonuçta Birinci Dünya Savaşı sırasında istenmeyen olaylar yaşanmış, Osmanlı Hükümeti 600.000’e yakın Ermeni’yi ülkesinin farklı bölgelerine göç ettirmiştir. Bu göç ettirme Osmanlı Hükümeti’nin savaştığı devletler tarafından Hıristiyan dünyaya “Ermenilerin katli” şeklinde propaganda için duyurulmuş, savaş sırasındaki söylem ve yayınlar zamanla sabit gerçekler haline gelmiştir.
1915 yılında gerçekleştirilen sevk ve iskânın yüzüncü yılına yaklaşırken geçen yirmi yıl içinde yaşanan olayları gözden geçirmek ve Türk Hükümetlerinin Ermenilerle barışmak yönündeki çalışmalarını hatırlamak gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ortaya çıkan problemler ve Ermenistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulması peşinden başlayan diplomatik ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen istenen düzeyde dostça olmamıştır. Aksine Ermenistan ve Ermeni Diasporası olarak tanımladığımız dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Ermeniler, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti hakkında olumsuz propagandalarına olanca gayretleri ile devam etmektedirler. Haksız ve yanlı propagandaların daha da artacağı düşünüldüğünde kamuoyunun Türk-Ermeni ilişkileri hakkında bilgilendirilmesinin kaçınılmaz olduğu da görülmektedir.
Ermeniler yalnızca Türkleri soykırımla suçlamakla yetinmiyor aynı zamanda bunu inkâr edenleri baskı altında tutarak suçlu gösterip mümkün olursa mahkûm etmeye çalışıyor. Bu konuda Doğu Perinçek Davası Türkiye’nin Avrupa’da hareketini kolaylaştırmıştır. Bu baskılarla yetinmeyen Ermeniler, yaşayan bugünkü Türk neslini katillerin çocukları, torunları ve işbirlikçileri olarak suçluyor, itham ediyor, bunun bedelini istiyor.
5 Temmuz 2013’te Erivan’da Ermenistan, Karabağ ve Diaspora hukukçularının katıldığı “İkinci Tüm Ermeni Hukukçular Forumu” toplanmış, bu forumda Ermeni soykırımı ile ilgili yasal sorunlar ele alınmıştır. Forumun açılış konuşmasını yapan Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, hukukçuların soykırımın uluslararasında tanınmasına teorik ve pratik katkıda bulunmalarının önemine değinerek, “Ermeni soykırımının uluslararasında tanınması, kınanması ve sonuçlarının ortadan kaldırılması her zaman için gerekli olacaktır. Ermeni Devleti var oldukça bu tarihi gerçeği reddetmek ve unutturmak için tüm çabalar başarısız olmaya mahkûmdur. Bu insanlığa karşı en büyük suçtur, her şeyden önce ve ilk olarak bizzat Türkiye tarafından tanınmalı ve kınanmalıdır” demiştir.
2009 yılında Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan protokollerin başarısızlığa uğramasından beri Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türkiye’ye yönelttiği eleştirilerin dozunu arttırmış ve yaklaşık iki yıl önce Ermeni soykırım iddialarının 100. yılına hazırlanmak için bir Devlet Koordinasyon Komitesi kurdurmuştur. Türkiye’nin soykırım iddialarını tanımasını ve kınamasını istemeye başlayan Sarkisyan, tanıma ve kınamanın da ötesine geçilerek “soykırımın sonuçlarının ortadan kaldırılması” üzerinde ısrarla durmuştur. “Soykırımın sonuçlarının ortadan kaldırılması” deyimiyle kastedilen şey, tehcire uğramış Ermenilerin torunlarına tazminat ödenmesi, kiliselerinki de dâhil, güya el konan Ermeni mallarının iade edilmesi ve Türkiye’den Ermenistan’a toprak verilmesidir.
Ermenistan gibi, belki de ondan daha fazla diasporada yaşayan Ermeniler için de soykırım kavramı ve ondan doğan iddialar her geçen gün üzerinde daha sık durulacak bir konu oluyor. Ekonomik bunalım içinde yaşayan Ermenistan Ermenileri açısından 1915 olayları gündelik hayata çok hakim değil fakat, dünyanın dört bir tarafına dağılmış, ekonomik durumu iyi olan en azından herhangi bir sıkıntı içinde bulunmayan Ermeniler için soykırım bir varoluş sebebi. Bunun inkârı ve belleklerden silinmesi Ermenilerin yaşadıkları toplum içinde erimelerine ve zamanla yok olmalarına sebep olacak bir olgu.
Diaspora Ermenileri için bir varoluş sebebi haline gelen “soykırıma uğrayan millet” düşüncesi vazgeçilmez bir dayanak noktası oluşturmaktadır. Tabii ki tarihi süreklilik içinde bu yaklaşım, bir bütünün parçası olarak görülmelidir, bin yıl önce Türklerle karşılaşmadan evvel de Ermenilerin aynı ruha sahip olduklarını görüyoruz. Bu yönüyle 150 yıllık Ermeni terörü ve iddiaları, Türklere karşı düşmanlık ruhu, saptırılmış bir tarih tezine dayanıyor gözükmektedir.
Oysa 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından sonra Kilikya, Arapkir, Bursa ve Amasya’daki Ermenilerin çoğu İstanbul’a gelerek yerleşti, XVII. yüzyılın ilk yarısında İran’da Şah Abbas’ın baskısından kaçan birçok Ermeni Osmanlı topraklarına göç etti.
Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla Ermeniler Osmanlı idaresi içerisindeki bazı idari düzenlemelere tabi tutuldular. İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Mıgırdıç Kırımyan ve Horen Narbey 1878 Berlin Konferansı’nda Ermeni milletinin isteklerini dile getirdiler, böylece siyasi bir otoritenin boşluğu kilise tarafından dolduruldu. Berlin Anlaşması’ndan sonra, istediklerini elde edememenin verdiği acı ile bir yazısında Kırımyan Van Ermenilerine şöyle hitap ediyordu: “…bu doğanın kanunu, eğer koyun gibi olursanız savaşmak için bir boğanın boynuzlarına sahip değilseniz, silahlanmamışsanız sürekli boğazlanırsınız. Arzu ettiğiniz, hayalini kurduğunuz özgürlüğü kan akıtmadan kazanacağınızı mı düşünüyorsunuz?”. Bu tahriklerden sonra Van’da halk arasında bir kaynaşma başlamıştı. İstanbul’da yayınlanan Ermeni gazeteleri bile Kırımyan’ın bu ihtilalci fikirlerinden rahatsızlık duyuyorlardı.
Güç ve şiddet kullanımı, Ermeni propagandasının ve hak arama mücadelesinin önemli bir parçası haline dönüşmüştür. Eçmiyadzin’deki Ermeni Kilisesi tarihte olduğu gibi bugün de Ermeni milliyetçiliğine hizmet ettiği için inanç ve vatanseverliği birbirinden ayıramayarak teolojik unsurlardan yoksun kalmıştır. Zira din faktörü Ermeni milli hareketinde yalnızca Avrupa ve Amerika’yı ayağa kaldırmak için bir unsur olarak kullanılmıştır. Bu yönüyle Ermeni tarihi genel itibarıyla Gregoryan Ermeni kilisesi tarihidir. Ermeni kültür geleneğinin varoluş biçimi siyasi varoluşa ve ifadeye dayanmaz, dini ve kişisel başarı inançlarına dayanır. Ermeniler için bağımsız devlet kurma ve bağımsız bir toplum olma örneği, tarihte yaşanmadığı ve mevcut olmadığı için, bu var olma biçimini engelleyen bir düşman yaratma ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Ermenilerin Avrupa ve Amerika’da propaganda ortamını hazır bulduklarını söylemek mümkündür. Çünkü Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri kamuoyu, XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti’nde meydana gelen olayları, Rumların, Sırp ve Bulgarların mücadelelerini zaten Hıristiyanlık ruhu ile ele almışlardır. Doğuda bir anavatandan yoksun olan Ermeniler nüfusun ancak yüzde on üçünü teşkil ettikleri bölgelerde bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı ve tezlerinin en zayıf noktası bu vatan kavramından yoksun olmalarıydı. Ancak XIX. yüzyılın sert rüzgârları onları bağımsız anavatan girdabı içine çekecekti. Misyonerler ve Anadolu’daki büyük devlet diplomatları Ermenileri bu konuda aşırı derecede cesaretlendirmişlerdi.
2013 Mart’ında göreve başlayan Papa Francis dahi olayın bir parçası olarak 1915 olaylarını “XX. yüzyılın ilk soykırımı” olarak nitelendirdi. Papa, 1915 olaylarının 100. yıldönümünü anmak üzere Ermenistan’ın başkenti Erivan’a bir ziyaret düzenlemek istediğini de belirtti. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu açıklamayı eleştirerek; geçmişteki bir olaya ilişkin Papa’nın tek taraflı yorumlarından dolayı hayal kırıklığı duyulduğu, Papalık rütbesinden, üstlendiği ruhani makamın sorumluluğu altında tarihten husumet çıkarmak yerine dünya barışına katkıda bulunmasının beklendiği belirtildi.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ NE YAPTI/YAPIYOR?
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ona tabi vatandaşların Ermenilerle ilgili düşünceleri olumludur ve her zaman barışa hazır haldedir. Türkiye için sorun Lozan’da çözülmüştür ve Ermenistan’ı bağımsızlık sürecinde ilk tanıyan devlet Türkiye olmuştur. Fakat Papa’nınkine benzer açıklamalar ve Ermenilerin Avrupa siyasetine bir Haçlı zihniyeti ile alet edilmesi onları üzmekte aradaki dostluk köprülerini zayıflatmaktadır. Papa açıklamaları ile yeni başladığı görevde Hıristiyan âleminin desteğini siyaseten elde etmeyi hedeflerken Türklerle Ermeniler arasındaki dostluğun inşası için kılını kıpırdatmamaktadır. Bu durum Avrupa kiliselerinin, siyasetçilerinin bin yıllık bitmeyen politikası olarak görünmektedir. En son Türklerle Ermeniler arasında kurulmaya çalışılan dostluk köprüsü, geçimlerini soykırım ticaretinden sağlayan Ermeni komiteleri ve Avrupalı siyasetçiler tarafından yıkıldı. Bu tehditlerin ve çalışmaların 1890 yılında Avrupa’yı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtan Ermeni komitecilerinden hiçbir farkı olmadığı gibi o günün Avrupa politikacılarının da bugünkülerden hiçbir farkı olmadığı görülmektedir.
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, son girişimleri ile konuyu dostlukla çözmek konusundaki tavırlarını açıkça gösterdiler. Sayın Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı sürecinden beri konuyu Türkiye’deki Ermenileri kucaklayarak, dış politikada siyasi girişimlerle aşmaya çalışıyor. Dış politikada donmuş olan sorunların çözümü için, Azerbaycan’ı kaybetmek pahasına da olsa, atılan cesur adımlar Ermenistan ve diaspora tarafından karşılık bulmamıştır. Avrupa Birliği de Türkiye’ye Ermenilerle barışmak konusunda yönlendirmelerde bulunurken Ermeni tarafına Türklerle barışmaları konusunda herhangi bir baskıda bulunmamaktadır. Aksine Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin adeta bu haliyle devam etmesi için çaba harcamakta, Türkiye Cumhuriyetini uyuşmamazlıkla itham etmektedir.
Avrupa’nın ve Ermenistan’ın bu siyasi hamlelerine karşı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da son bir hamle ile 18 Mart Çanakkale Şehitlerini anma toplantısını 23 Nisan’a kaydırarak ve bütün dünya liderlerini buraya davet ederek Birinci Dünya Savaşı’nın milletleri nasıl etkilediğini göstermek ve dostluk çerçevesinde konuyu ele almak istemiştir. Ancak Ermenistan hemen bu daveti reddederek çözümsüzlükten yana tavrını göstermiş, Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmak istemiştir. Çünkü bu harekete iştirak etmek Ermenistan’ın “100. Yıl Planlarına” ters düşmektedir, onlar Türkiye’ye karşı sert tavırlarla isteklerini kabul ettireceklerini ve Avrupa’yı böylece arkalarına almayı başaracaklarını düşünmektedirler. Dünyada başlayan İslamofobi’nin bu süreçte Ermeniler tarafından kullanılacağı da göz ardı edilememesi gereken konuların başında gelmektedir. Türkiye’nin tüm girişimleri, siyasallaşmış bir soruna siyasal çözüm bulma gayretleridir ve doğrudur.
Türkiye Cumhuriyeti her hâlükârda bu cesur girişimlerine devam etmeli, tarihçiler bugüne kadar olduğu gibi akademik çalışmalarını sürdürmelidirler. Siyasallaşmış olan bir iddia karşısında tek çıkar yol, insanlara doğruları korkmadan ve çekinmeden anlatmaktan geçmektedir. Ancak gerçek çözüm yolu “güçlü ve sarsılmaz” bir Türkiye Cumhuriyeti’nden geçmektedir. Türkiye, siyasi ve iktisadi yönden güçlü olduğu oranda bu propagandalar etkisiz hale gelecektir. Ancak hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmayacaktır.
Prof. Dr. Haluk Selvi (Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü)
20.2.2015

Yorumlar kapatıldı.