İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kurtuluş’un Çocukları

Tuğçe Erçetin
Üç yakın arkadaş, birbirlerine kenetlenen, birbirlerine bir ağacın üstünde çeyrek ekmek içinde kaşar ve salam yiyerek iç dünyalarını saatlerce anlatan, arada kıkırdayan, ailelerini çekiştiren üç yakın dost onlar. 1960-70’li yıllar arasında sadece kendi aralarında paylaşmışlar her şeyi, kimseyi dahil etmemişler, dahil de edilmemişler; Gönül (annem), Nuvart ve Lucy. En çok takıldıkları yer Kurtuluş Bilezikçi sokak ve son durak, Gönül her gün okuldan sonra Pangaltı’dan çıkıp oraya gidermiş onlarla olmak için.

twitter.com/tugceercetin / www.facebook.com/tugce.ercetin.7 / ercetintugceercetin@gmail.com
 İlkokul 5’te tanışmışlar, Nuvart’ın annesi Gönül’ün annesinin halasının (son durakta oturuyorlarmış) yanında temizliğe gidermiş, aynı dönemlerde Lucy ile de tanışıyorlar, Lucy’nin büyükbabası zamanında Sivas’tan göç eden Errmeni bir aile, uzak dururlarmış Lucy’den, bazen de taş atarlarmış evlerinin pencerelerine.
Ermeni ve Rumlar çoğunluktaydı
O yıllar mahallenin Ermeni ve Rum komşuların daha çok olduğunu anlatıyor annem, “sonra çok rahatsız edildiler, yeri geldi evlerine taş atıldı. Arkalarından hakaret ettiler hep, yüzlerine de söylediler aslında, aidiyetleri küfür gibi söylendi. Sadece söz değil, fiziksel de çok şey oldu. Böyle böyle gitmeye başladılar oradan da..” Mesela arkadaşı Lucy’nin hiç arkadaşı yokmuş, “Ermeni piçi” diye sataşırlarmış hep. Neyse ki, üçü birbirini bulmuş, yani “affedersiniz ama annemin de Ermeni arkadaşları” varmış: “birbirimizi çok severdik, Nuvart’ın annesi şahane zeytinyağlı dolmalar yapardı, ben evde yemezdim onlar da yerdim, Ermeni olması kimin umurunda, biz bir şeyler paylaşıyorduk her şeyden önce” diyor. Lucy’nin arka bahçesindeki büyük ağaçta oturup saatlerce konuşmak ise en sevdikleriymiş. Lucy’nin dışlanmadığını hissettiği nadir anlardan, bir de bayramlarda son durakta lunapark kurulurmuş, orada dönme dolaba bindiklerinde de yüzü gülermiş Lucy’nin. Çünkü sataşmaya vakit ayıracak çocuk olmaz lunaparkta. Çocuklar lunaparkta sadece çocuktur.
“Ermeniden gelin olmaz” dediler
Annemin (Gönül) bu iki arkadaşının ablasının da hayatı hüzünlü geçmiş, kızların sevdikleri adamlar Türk olunca, adamların aileleri kızları istememiş. “Onlar Ermeni, dinleri başka, bizden değiller” tüm dertleri tabii. Bu aslında “düşman imajı (enemy image)”, yani kendi grubu dışında bir başka gruba aidiyeti olanları tehdit olarak algılamaları ve bu düşmanlık algısı ötekileştirmeye, dışlamaya ve düşmanlaştırmaya yol açıyor. Hatta daha ileri boyutu ise insandışılaştrma (dehumanization), onları insan gibi görmeyip, insani özellikleri yok saymak.Çünkü kendi kimliğini hep iyi, haklı, doğru ve etik olarak görürken bir başka gruba ait olması nedeniyle karşı tarafın “kötü” olarak algılanması buna yol açmaktadır. Hiç tanımadığımız, konuşmadığımız bu kişileri bize yerleştirilmiş/öğretilmiş bilgilerle düşman veya hain görüp dışlayabiliyoruz yani. Çevremiz, ailemiz, öğretmenlerimiz, okul kitaplarımız, gazeteler… derken bir önyargı ve düşmanlık yaratılıyor haliyle. Sonrası ise tanık olduğumuz veya tanıklık edenlerin hüzünlü hikayeleri… Bu hikayelerde ayrılık, baskı, şiddet, travma… Kısacası bir öteki seçip insan hayatına vicdani bakamamak esas “kötüyü” çıkarıyor bizden.
Lucy’nin ablası Türk bir taksi şoförü ile evlenmiş ama hep “istenmeyen gelin” olarak kalmış, çocukları olmasına rağmen, Lucy’nin Ermeni olması ailenin bu aşka ikna olmamasına sebep olmuş. Ermeni diye hep kötü bilinmiş, iyi olma ihtimali hiç bırakılmamış. Sonrasında ise eşiyle boşanmışlar ailenin yarattığı baskı ve tartışmalar nedeniyle. O kimlik ve önyargı çocuklarının sevgisinden, mutluluğundan daha değerliymiş demek. Babasının evine dönünce, babasının ikinci evliliği de onun mutsuz olmasına sebep olmuş, anlaşamayıp  tartışmışlar hep. Benzer bir ayrılığı Nuvart’ın ablası da yaşıyor… Nuvart’ın uzun bir süre Gönül’den başka Türk arkadaşı olmamış bu arada. Bir gün Nuvart’ın ablası Gönül’ün halasının evine gidiyor, gide gele halanın büyük oğluna aşık oluyor, çocuk da sevmiş onu. Evlenmek istediklerinde ise çocuğun annesi razı olmuyor burada da, “Ermeni onlar” nedenini ortaya koymuş. Nuvart’ın ablası intihar etmeye kalkışmış ama nafile. Oğlan zorla başka biriyle (Türk-Müslüman) evlendiriliyor, kız da başkasıyla… Zaman geçince haber alıyorlar çocuktan, hiç mutlu olamamış, hayatındaki değer verdiği tek şey de alkolmüş… Bu aşk hikayesi Nuvart’ın annesinin işten çıkarılmasına da sebep tabii, “Ermeni kız oğlanı baştan çıkarmış” ondan, “Ermeniler işte”.Hatta bu olaydan sonra Nuvart’ın arkadaşı olduğu için annemi de o eve bir daha almadılar. İşin kötüsü alışık olmaları, bazen çocukken akranları ailelerinden öğrendikleri “Ermeni dölü” lafını o kadar kullanmışlar ki, bir müddet sokak kapısında oturmaya çıkmamışlar.
“Bizden” olmayanı başkalaştırmak, “bizden” olmadığı için kötülemek ve ortada bir sorun varsa bunun hesabını “ötekiden” sormak hiç de vicdani değil. Kendimizi bir ötekinin varlığı ile tanımlayarak güçlü veya gururlu hissediyorsak, kendimizi karşı gruptan üstün tutuyorsak, o çok güzel zeytinyağlı dolmaları, börekleri yapan komşularımızı sırf “bizden” olmadığı için ayrı tutuyorsak esas bizim durumumuz vahim. 1915 geride kalsa denilse bile etkisi ve yılların biriktirdiği önyargı böyle inşa ediliyor ne yazık ki.
Zaman geçti ama değişen olmadı…
Lucy ortaokuldan sonra okuyamadı, işe girdi, birkaç farklı yerde tezgahtar oldu ama belli bir süre sonra patronu “benim müşterilerim Türk” diyerek işten çıkardı. En son Site sinemasında işe girdiğinde rahatlamış annemin anlattığına göre. Şimdi tekrar Kurtuluş’ta yaşamaya devam ediyor. Eski mahallesinde, hem hakaret yediği hem de kıkırdayarak kapının önünde dostlarıyla mutlu olduğu yerde. Nuvart da 18 yaşında evlendi ve Almanya’ya gitti, buradaki sıkıntıları bırakıp gitmekmiş amacı. Fakat, bitmek bilmeyen “kadına şiddet” ona huzur vermedi. Malum biliyorsunuz, “kadınlara pembe otobüs” fikri ile tecavüzü veya şiddeti meşrulaştırmaya çalışan bir zihniyetin egemen olduğu her yerde var bu dert. Nuvart hala Almaya’da… Bugün geri kalan için ne değişti peki, Cumhurbaşkanı “affedersiniz bana Ermeni bile dediler” dedi, Hrant Dink öldürüldü, ardından “hepiniz piçsiniz” pankartları ile toplandılar, Samatya’da Maritsa Küçük hayatını kaybetti..
Belki saymakla bitmez, oldu bir şeyler yani. Senden, benden ve bizden kötü hikayeler yaratıldı, ama anneme hala her yeni yılda yılbaşı kartı geliyor, üstelik sadece bir tane. O da Almanya’daki arkadaşı Nuvart’tan…

Yorumlar kapatıldı.