İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Canlı canlı çengellere asılan Patrik Grigorius’un korkunç sonu ve öldürülen Piskoposlar, yakılan Kiliseler

Küçük bir şehir olan Mora isyanı çıktığı zaman II Mahmut Rumları “yediden yetmişe kadar kesin” emrini verir. Etrafındakiler eline, eteğine düşerler ama Sultan kararından bir türlü vazgeçmek istemez. Nitekim bu tür eylemler için önce cihat gereklidir; yani şeyhülislam’ın kutsal savaş için kesin fetvası. Şeyhülislam her nedense böyle bir fetva çıkartmaktan çekinir. İşin en ilginci de Patrik ile görüştükten sonra padişahın bu talebini geri çevirmesidir. Korkunç facia bu sefer şeyhülislamın sağduyusu sayesinde atlatılmış olur.

[Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Bir Çöküşün Yeni Tarihi, İst.-1992, s.95] “. büyük hiddete kapılmış ve bütün Rumların kılıçtan geçirilmesini emretmiş. Hükümet adamları ayaklarına kapılarak onu yumuşatmışlar.” [Sina Akşin, Türkiye Tarih (1600-1908), İst.-1993, c. 3, s. 101]

Gerçi Rumların kültürel varlığı ayakta tutan seçkin tabakasını ortadan kaldırması, onun ne kadar yumuşadığını gösterir.
“Kayseri, Edremit, Edirne, Tarabya piskoposları asıldığı gibi, Patrik Grigorius dahi Patrikhanenin orta kapısına asıldı (22/4/1821) ve yaftası göğsünde 3 gün teşhir edildi. Bilindiği gibi bu kapı bugüne değin kapalı kalmıştır.” [Sina Akşin, Türkiye Tarih (1600-1908), İst.-1993, c. 3, s. 101]
Alan Palmer ise olayın ayrıntılarını aktarmakta. Paskalya ayinini yaptığı esnada Fener Patrikhanesi’ni basan silahlı askerler, Patrik’le birlikte orada bulanan piskoposların, papazların cüppelerini bile çıkarmalarına izin vermeden ellerindeki kementleri boynuna geçirirler. Patrik’in son dakikalarını Alan Palmer’in kelimelerinden dinleyelim. “Grigorius’u Fener binasının kapısına sürüklediler, kapının tepesindeki çengele astılar ve yavaş yavaş boğularak ölmesine izin verdiler. Patrik cesedi tam üç gün orada sallanarak kaldı.” [Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Bir Çöküşün Yeni Tarihi, İst.-1992, s.96]
Rusya’ya tahıl götürmekte olan bir geminin kaptanı, Haliç’ten geçerken Patrik Grigorius’un su üstünde yüzmekte olan cesedini görünce, gizlice sudan alıp beraberinde Rusya’ya götürür. Bu doğrultuda istihbarat bilgileri Babıali ulaştığında, Haliçten geçen bütün gemilerin araması emredilir, fakat geminin kaptanı cesedi kurtarmayı başarır. Rusya’ya götürülen naaş için cenaze merasimi bile yapılır, kaptan da Helenistik kültürü ve dini uğruna canını veren “adam ” ilan edilir.
Grigorius’un cesedi 19. yy. sonlarına doğru anavatanı Atina’ya getirildi. Bugün hala anıt mezarı Atina’nın Metropol katedralinde bulunmaktadır.
Rumlara karşı sürdürülen saldırılarda bazı kiliseler yakılır, 13 tanesi kullanılamaz hale gelir. İngiltere büyük elçisi, çocukları dahi yağma ve yaralama olaylarına katıldığını anlatmaktadır. “Hançer ve pistor taşıyan yedi yaşından küçük veletler şimdiye dek rastgele çalmış, ateş etmiş ve bıçaklamıştı.” [Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Bir Çöküşün Yeni Tarihi, İst.-1992, s.97] Yedi Piskopos zindana atıldı.
Oysa Yunanlılarda ulus fikirleri başladığı dönemde İstanbul’daki Patrikhane, hürriyetçileri kınamış ve Sultan’ın Ortodoks inancının korucusu olduğunu ilan etmişti. “Her şeye kadir Tanrı’nın, Osmanlıların Sultanı, Ortodoks inancını ve dinsel uygulamalarını özgür bırakma konusunda bir duygu ihsan ettiğini, Sultanın Ortodoksları koruduğunu, hatta zaman zaman inancından sapan bir Hıristiyan’ı cezalandırarak Tanrı korkusunu her zaman gözleri önünde olmasını sağladığını…”. Aynı bildiride özgürlüklerin Şeytan işi olduğunu, bunun arkasına takılıp gitmek ise Bizans ve Hıristiyan kültürünü inkar etmekten başka bir şey olmadığını belirtilmekteydi. [Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Son Üç Yüz Bir Çöküşün Yeni Tarihi, İst.-1992, s.94; Halil İnalcık, Kırım, c. VI, İst.-1983, s. 752]

Yorumlar kapatıldı.