İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

100. yıldönümünde Çanakkale Savaşı, Ermeni Tehciri ve her iki tarafın anma davetlerinin samimiyetsizliği

Ermeni tehcirinde ve devamında yaşanan dramda Türkiye’nin en büyük çelişkisi şudur: Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyerek imparatorluğu yıkıma götüren ve gerçekleşmesi mümkün olamayacak tezlerle hareket eden İttihat ve Terakki’nin hatalarının savunuculuğunu yaparak, ultra milliyetçi hayaller uğruna yapılan sistematik bir sürgünü meşrulaştırmak ve uluslar arası toplum önünde insanlık dışı bir uygulamayı savunur konumda bulunmak. Türkiye’nin bu politikayı kolay kolay değiştirmeyeceği ve Osmanlı mirasçısı olarak kendi tezlerini koruyacağı açıktır. Türk ve Ermeni tarafının tarafsız bir tarih komisyonu kurup, arşivleri açarak meseleyi olduğu gibi ortaya koyma düşüncesi de, önyargılarla ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçışın bir başka yöntemidir. Ermeni meselesi her şeyden önce bir önyargı ve geçmişle yüzleşmekten kaçış meselesidir. Arşivlerden çıkan sayısal sonuç ne olursa olsun, her iki tarafın önyargılı bakışını değiştirmeyecek ve mevcut sonucun daha da derinleşmesine sebep olacaktır. Ermeni tarafının ‘soykırım’ iddiası da meselenin çözümünün başka bir yolu olmadığını ve ‘soykırımı’ tanımadan ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olamayacağını iddia etmektedir.

***
Osmanlı Ermenilerinin yaşadıkları topraklardan tehcire başka bir deyişle zorunlu göçe tabi tutulmalarının üzerinden yaklaşık yüz yıl geçti. Ermeniler tehcirin yüzüncü yılı nedeniyle, 2015 yılına özel bir anlam atfederek anma törenleri için hazırlık yapıyorlar. Bu çerçevede Türkiye’nin de birkaç ay önce anma törenlerine davet edildiğini, Sarkisyan’ın Çanakkale savaşlarının yüzüncü yıldönümünü anma törenleri davetine verdiği cevaptan anlıyoruz. Sarkisyan davete verdiği cevapta, Çanakkale savaşının 100. yıldönümü nedeniyle düzenlenecek etkinlik için, “uluslararası toplumun dikkatini Ermeni Soykırımının 100. Yıl anma etkinliklerinden saptırılması basit amacı değilse, başka ne amaç gütmektedir?” diye sorarak manipülasyon hamlesini boşa çıkarıyor. Uluslar arası toplumun dikkatini, Ermenilerin ‘soykırım’ hamlesinden Çanakkale savaşlarına yöneltme amacı taşıyan bu politik çalım, yine her zamanki gibi Türk dış politikasının gerçekçi ve samimi olmayan durumunu ortaya koymuştur.
Ermenistan, Türkiye’ye göre tehcirin, Ermenilere göre de ‘soykırımın’ anma törenleri için Türkiye’nin Çanakkale hamlesinden daha önce davranarak, ilk davet eden olarak elini güçlendirmiş ve ‘bizde kendi davetine yanıt almadan, davet edilene misafir olmak adetten değildir’ diyerek ‘şark kurnazlığımızı’ akamete uğratmıştır. Sarkisyan mektubunda, Çanakkale savaşlarında büyük başarılar gösteren Sarkis Torosyan adlı bir topçu teğmeninden bahsederek, sadakatli hizmetleri ve başarıları nedeniyle Osmanlı tarafından askeri ödüller alan Ermeni subayın ve çocuklarının da, ‘soykırım’dan kurtulamadığından bahsediyor. Bununla birlikte Çanakkale savaşlarını tek taraflı bir bakış açısıyla değerlendirilme ve buradan çıkarımlarda bulunmaktan öte, ‘barış ve dostluğun ilk elde kendi geçmişiyle yüzleşme cesareti, tarihi adalet yanı sıra insanlık hafızasının seçmece değil aksine tamamıyla tanıma üzerine kurulması gerektiğini anmak gerekir’ diyerek tarihi gerçeklerin çıkarlara göre değil yüzleşerek, tarafsızca ve bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Türkiye’de Ermeni tehciri üzerine konuşmak ve Türkiye’nin resmi tezlerine aykırı düşünceler ileri sürmek hala tabu sayılıyor. Ermeni tehciri neden ve kimler tarafından yapıldı ve hangi sonuçlara yol açtı gibi makul soruların sorularak yanıtlanması bile oldukça zor.  Bu durum demokrasinin gelişmişlik düzeyiyle doğrudan alakalı olmakla birlikte, doksan yıllık geçmişine rağmen halen genç sayılabilecek Cumhuriyetin geçmişiyle yüzleşmekten kaçınmasıyla da ilintilidir. Ulus devletin çocukluk hastalığı olan milliyetçilik, geçmişle yüzleşmeye ve var olan hataların kabul edilerek, geleceğin, travmalardan arınmış ve kendine güveni yerine gelmiş bir biçimde inşa edilmesine engel olmaktadır. Akademi üzerindeki devlet gölgesi, araştırmacıların, akademisyenlerin bu konuyu farklı kaynaklardan araştırarak farklı tezler ileri sürmelerine olanak tanımıyor. Böyle bir girişimde bulunan akademisyenler ya da konu üzerinde fikir beyan eden kesimler de hemen ‘arkadan hançerlemekle’ ve vatana ihanet etmekle suçlanıyor. Dolayısıyla Ermeni tehciri üzerine aykırı tezler ileri sürmek cesaret istiyor.
Meseleye biraz yakından bakıldığında, Ermeni tehcirinin 1913’te Bab-ı Ali baskınıyla yani darbeyle iktidarı ele geçirmiş ve ülkeyi birinci Dünya savaşına sürüklemiş İttihat ve Terakki’nin bir planı olduğu görülüyor. Türk ve Ermenilerin milliyetçi düşüncelerle oldukça geç tanışması ve bu sürecin de imparatorluğun dağılış dönemine denk gelmesi, iki toplumun milliyetçiliğin etkisiyle karşılıklı çarpışmalarına neden oluyor. Bu süreçte İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Enver Paşa’nın ultra milliyetçi Turan ülküsü, Ermenileri bu ‘hayal’ önünde en önemli engel olarak görerek bir biçimde ‘hal’ çarelerinin aranmasına sevk ediyor. İttihat ve terakki tarafından planlanan Ermeni tehciri, sadece Doğu’da Ruslarla bir olup Türklere karşı savaşan Ermenileri değil Anadolu’nun her tarafındaki Ermenilerin Suriye çöllerine sürülmesini emrediyor. Planın yerine getirilmesiyle Ermenilerin önemli bir kısmı tehcir esnasında gerek Kürt kesimlerin saldırısıyla gerekse açlık ve hastalık sonucu hayatını kaybediyor ve az bir kısmı Suriye’ye ulaşabiliyor. Tehcirde kaybedilen insanlarla ilgili her iki taraf çeşitli sayılar ileri sürse de, sayıdan çok insanlık dramı öne çıkmıştır.
Ermeni tehcirinde ve devamında yaşanan dramda Türkiye’nin en büyük çelişkisi şudur: Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyerek imparatorluğu yıkıma götüren ve gerçekleşmesi mümkün olamayacak tezlerle hareket eden İttihat ve Terakki’nin hatalarının savunuculuğunu yaparak, ultra milliyetçi hayaller uğruna yapılan sistematik bir sürgünü meşrulaştırmak ve uluslar arası toplum önünde insanlık dışı bir uygulamayı savunur konumda bulunmak. Türkiye’nin bu politikayı kolay kolay değiştirmeyeceği ve Osmanlı mirasçısı olarak kendi tezlerini koruyacağı açıktır.
Türk ve Ermeni tarafının tarafsız bir tarih komisyonu kurup, arşivleri açarak meseleyi olduğu gibi ortaya koyma düşüncesi de, önyargılarla ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçışın bir başka yöntemidir. Ermeni meselesi her şeyden önce bir önyargı ve geçmişle yüzleşmekten kaçış meselesidir. Arşivlerden çıkan sayısal sonuç ne olursa olsun, her iki tarafın önyargılı bakışını değiştirmeyecek ve mevcut sonucun daha da derinleşmesine sebep olacaktır.
Ermeni tarafının ‘soykırım’ iddiası da meselenin çözümünün başka bir yolu olmadığını ve ‘soykırımı’ tanımadan ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olamayacağını iddia etmektedir. Ermeni diasporasının varlık nedeni olarak ‘soykırım’a sarılarak etkin oldukları ülkelerde kamuoyu oluşturması ve parlamentolara bu iddiayı kabul edilmek üzere sunmaları da ilişkilerin normalleşmesini engelleyen bir başka unsurdur. Halbuki birbirini anlayarak empati kurma, diplomatik ilişkileri normalleştirme, hiçbir şart ileri sürmeden iki ülke arası sınır kapısını açarak ticari alış verişi artırma gibi olağan ilişkiler bile sorunun çözümü için samimi adımlar olabilir.
17.01.2015
  

Yorumlar kapatıldı.