İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Karadenizlinin Noel öküzü Kızılbaş’ın ahırında bağlı iken

Haydar Karataş – @Karatash20
Ah keşke, ortak yeni yıllar kutlasak. Öküzleri süslesek, Karakoncoloslar zillerini yeniden taksa, Kızılbaşların Kahlo Gağan’ı apak sakalı ile etrafında dönse. Yanında köçeki bir Laz’a uğrasa, oradan çıkıp Ermeni’ye gitse, Türk’ten aldığı kuru üzümleri, elmaları Kürt’e verse; Kürt’ten aldığını Süryani’nin kapısına götürse… İşte o vakit şu şehir şenlikten, gülmekten ve de dans etmekten bayılmaz mı? O olmadan gözü yaşlıdır yılbaşlarımızın. Rivayet filan değil, Noel Noel olmadan önce bizim; yani şu Anadolu ve yukarı Mezopotamya halklarının en eski bayramıydı.

Yörelere göre adı değişse de, 24 Aralık ile 14 Ocak zaman dilimine denk gelirdi. Karadeniz halklarında onun adı Galandariya idi. 21 Aralık denen en uzun gece geldiğinde Karadeniz, ruhunun derinliklerindeki çamurdan Karakoncolos denen bir canavarı dışarı atardı. Zemheri ayı gelmiş aç kalmıştır Karadeniz. Üstünde ayı postu, boynunda inek ve koyun çanları, yüzü maskeli, yanında kadın kılığına girmiş bir erkek evleri gezer şu maniye söylerdi:

“…Galandariya Farfariya
Gèt kilara Gel gapiya
Vèr deviye
Pestilden, tuţdan
Almadan, armutţan
Şekerden, çaydan
Külekteki yağdan
Bulğurdan, yarmadan
ğavurmadan, ğıymadan
Dahasını saymadan…”
Kemençe, tulum ve şimşir çalınır kapı kapı gezilerek kalina, fındık, meyva, ceviz toplanırdı.
Her yılbaşı geldiğinde müftüler, bilmem diyanet işleri açıklama yapar ya: bilmem bu bizim bayramımız değilmiş gavur bayramı diye, yalan. Karadeniz’den girin Akdeniz’de çıkın, Edirne’den girip İran hududuna varın bunun öz be öz bu toprakların bayramı olduğunu görürsünüz. İslam ve Hıristiyanlığın tarihi bin, iki bin yılsa; bu eski bayramların geleneği on bin yıl geriye gider. Nasıl mı bu tarih ters düz oldu, elbette anti-demokratik ve barbar tek tanrılı dinlerin yasakları sonucu!
Benim Dersimli hemşerilerimin bir kısmı da bu Ermeni bayramıdır diye tutturmuş. Gerçi Kızılbaş Alevileri bir şeyin anlamını bilinmedi mi, bu Ermeniceden geçmiştir der işin içinden çıkarlar. Çünkü Ermeni uygarlığı talan edilmeden evvel Doğu Anadolu’da büyük bir kültürdü, oysa Ermenilerin resmi dini olan Hıristiyanlık da aynen İslam gibi bugün Noel denen yeni yıl kutlamalarını yüzyıllar boyu yasakladı.
İşin doğrusu, aynen İslam gibi Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma (İstanbul) kilisesi de 4. yüzyıla kadar bir kış şenliği olan Noel etkinliklerini yasaklamıştı. Geçenlerde Agos gazetesine bir söyleşi veren  Türkiye Ermenileri Patrikhanesi din adamı Piskopos S. Maşalyan, bu konuda Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanı’na benzer bir açıklama yaptı. Maşalyan Noel kutlamaları için, “Hıristiyanlığın kültürel devriminin en büyük hedeflerinden biri, ‘putperestlik’(abç) geleneklerinin ve izlerinin yok edilmesi, bu mümkün değilse dönüştürülmesi ve Hıristiyanlaştırılması işiydi” dedi. Dünyamızdaki kültürel geleneklerin en büyük kırılmasını Hıristiyanlık ve İslam yaptı. Tek tanrılı dinler, iktidar için bir köyde, bir dağda insanlarla beraber yaşayan ziyareti, dağı, taşı tanrılaştırdılar ve tanrıyı gökyüzünde ikamet ettirdiler. Tanrısı doğa olan insan onu kaybedince canavarlaştı, ağacını kesti, suyunu kirletti. Gerçi Hıristiyanlık daha esnek, yasağı yumuşattı ve “Noel” geleneğini içine alarak asimile etti. Ki, Ahmet Yesevi felsefesinin temeli de buydu: Geleneksel İslam’a, yerel inançları yasaklamak yerine onu tasavvuf felsefisiyle dönüştürmek gerektiğini söyledi.
Aslında Maşalyan’ın işaret ettiği gibi;
“İmparator Aurelian’ın 274 yılında başlattığı Yenilmez Güneş’in Doğum Bayramı (natalis solis invicti) 25 Aralık’ta Roma şehrinde etkin bir şekilde kutlanıyordu. Şenlikler Hıristiyanlara da cazip geliyordu ve kilise bu putperestliktir demesine rağmen bu yeni yıl eğlencesine katılmaktan insanları alı koyamıyordu.” Müslümanların haline benziyor, her yılbaşı geldiğinde Zürich’teki oteller zengin Araplar ve İranlılar ile dolup taşar.  Kilise yasağı kaldırdı ve 6 Ocak’ta kutlanan Teofani Bayramı’nı(İsa’nın vaftiz törenini) ikiye bölerek, İsa’nın doğumunu 25 Aralık’a taşıdı… hikâye budur…
Ancak bu toprakların Hıristiyanlık ve İslam’dan önce güçlü bir geleneğiydi Noel. Süslenen çam ağacı binlerce yıl bir köyün tepesinde duran dilek ağacıydı. Yeni bir yıla girilirken, genç kız ve  erkekler o ağacın yolunu tutar, o yıl doğadan istediklerini dilerlerdi ve bir parça bez bağlarlardı dilek ağaçlarına. Bir dağın başında özgür olan ağacı kesip evin içine taşıdılar ama gelenek ta eski Yunan’a, Uruk kentine kadar gider.
Kızılbaşların Kahlo Gağan’ı; Ordu, Giresun, Rize, Gümüşhane’nin Karakoncolosuz’u; Samsunluların Tar Kılukh’u artık kapı kapı dolaşmıyor. Ziller çalmıyor, tulumlar ötmüyor, horonlar tepinmiyor. İnternetten baktım, pek çok Trabzonlu, Rizeli bizim böyle bir bayramımız vardı diye ah vah ediyor. Demek ki yakın zamana kadar kutlandı. Noel Baba ise artık alışveriş merkezlerinin önünde, kendisine ne kuru dut veren var ve ne de Galandariya Farfariya diyen. Anlayacağınız Noel Baba’yı maaşa bağlamışlar.
Noel, Trakya uygarlıklarında da Kalander ve yerel isimlerle yakın zamana kadar kutlandı. İslam’ın eski geleneklerle barışmak yerine onları yasaklayan, gavurdur bilmem nedir diyen kültür komiseri il müftüleri de her yıl en çok Tekirdağ, Kırklareli gibi illerden fetva veriyorlar. Bu bugünün meselesi değil, yüzyıllardır onlar fetva veriyor ama halk kutluyor.
Ancak Rize Hemşin’in yeni yıl kutlaması, Noel ya da Kalander denen bu gelenek en eski usule göre yapılırdı. Eski Mısır’daki gibi Hemşinliler de bugün geldiğinde ahıra gider öküzü gelin gibi süslerdi. Öküzün boynuzuna renkli bezler bağlarlardı, boynuna kurdeleler asarlardı, kuyruğunu örerlerdi. Süslenmiş öküz yeni yılda uğur getirsin diye kapı kapı gezdirilirdi. Süslenmiş öküze her evin genç kızı bir tasa koyduğu kaynamış mısır, buğday, kepek ikram ederdi. Eğer öküz sağ ayağını eve atarsa uğur sayılırdı bu. Bu öküze  Gağant denirdi… işte bütün hikâye budur. Sağ ayağını eşikten içeri atsın diye bekleyen genç kızlar o öküzün eşikten geçerken Kızılbaş dağlarına çıkacağını bilmezlerdi.
Şaka bir yana, öküz bu bayramın ilk adlarından biridir… Anadolu dağlarında yaşayan Kızılbaş ve batı Ermenilerinde Noel’e bu nedenle Gağan denir. Yani “öküz geldi,” “öküz döndü,” denir. “Ga” Dersim dilinde öküz demekdir. “An” ise getirmek manasına gelir. Ga an derseniz, öküzü getiriyorum demektir. Ga (ğ)an, öküz döndü… sahi nereye döndü? Elbette yeni yıla.
Dünya öküzün omuzlarının üzerindeydi, 21 Aralık yani en uzun gece geldiğinde mevsimleri çevirmesi lazımdı, karanlıktan aydınlığa dönecek ki o öküz hayat devam etsin. Hızır ve İlyas’ın buluşmasının önündeki kara kış aydınlansın. Öküz yani gelen o Ga burada emeği temsil eden güçlü bir fabldır. Dünyamız hâlâ çalışan öküzlerin omzundadır, ama onu karanlıktan aydınlığa döndürecek biri yok.
Hayko Bağdat bizimle Noel kutlamasına katılır mısınız demişti. Ah keşke, Lazlar, Aleviler, Ermeniler, Dersimliler ortak yeni yıllar kutlasalar. Öküzleri süslesek, Karakoncoloslar zillerini yeniden taksa, Kızılbaşların Kahlo Gağan’ı apak sakalı ile etrafında dönse. Yanında köçeki bir Laz’a uğrasa, oradan çıkıp Ermeni’ye gitse, Türk’ten aldığı kuru üzümleri, elmaları Kürt’e verse, Kürt’ten aldığını Süryani’nin kapısına götürse… İşte o vakit şu şehri İstanbul şenlikten, gülmekten ve de dans etmekten bayılmaz mı? O olmadan gözü yaşlıdır yılbaşlarımızın.

Yorumlar kapatıldı.