İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Doğrunun gücü…

Ayşe Batumlu
 “Halamların köyünde iki Ermeni çocuğun bir Kürt ve bir Sünni Afşar Türk aile tarafından alınıp, birinin Alevi Kürt, birinin Sünni Türk haline gelmesi trajedisini her an içimde hissetmişim”. “Ben, Kürdistan’ın, Kürtlerin ve Ermenilerin ortak vatanı olduğunu; Kürtler ve Ermenilerin bu ortak vatanda kardeşçe yaşayabileceğini, Ermenilerin bu topraklara gelip yerleşeceğini açık kaynaklarda yazmış bir zihniyet ve yaklaşım içindeyim.” Yukarıdaki satırlar, Mustafa Karasu’nun yazısından alıntı. Bu iki paragraf,  gayrimüslimlere, özellikle de Ermeni halkına, devletin bakışını ve sembol isimlerden birinin ağzından Kürt Özgürlük Hareketi’nin bakışını, ayrı ayrı özetliyor aslında.

İlk paragraftaki örnekte, devlet nezdinde “makbul olmayanın da makbul olmayanı” Ermeni halkına yönelik, devletin imha veya yine bir çeşit imha olan asimilasyon politikalarının, bir Ermeni’yi nasıl Ermeni olmaktan çıkardığını görüyoruz.
Hatta, devlet nezdinde “makbul” sayılmayan Kürt ve Alevi kimliklerinin bile, Ermeni’liğe tercih edilebildiği görülüyor.
Ki bu, sadece orada bahsedilen iki çocuğun değil, tehcirden “kurtulabilmiş” pek çok kişinin başına gelendir. 
Ama, tabii devlet katında tercih edilen Türkleşitirmedir. Dolayısıyla, devletin ya da “resmi ideolojinin” bakışına ve bu bakışa uyugun oluşturulan plana göre; “önce bir müslümanlaştırılsınlar da, Kürt ve Alevilerin analarından emdiği süt ayrıca burunlarından getirilecek, onların da imhası nasıl olsa sağlanacaktır!”
Bu vahşi imha zihniyeti, öyle derinden ve öyle kapsamlı işletilmiştir ki; kim bilir kaçımız, üzerimize giydirilen kimliği kazısak, altından Ermeni kimliği çıkacaktır.
Bu coğrafyada, pek çok kişi, bunu bilmeden sürdürür gider, devletin “uygun” gördüğü kimliklerle yaşamayı.
İkinci paragrafa gelince; bu paragraf, devletin ve resmi ideolojinin tekçi yaklaşımı karşısında Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaklaşım ve duruşunu özetliyor. Karasu’nun yazısını çıkış noktası yapsak da, esasen bütün Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu konudaki eşitlikçi, özgürlükçü yaklaşımı; yalnızca açıklamaları, yazılı metinleri ile değil sergiledikleri pratikle de gayet görünür halde.
Kürt halkına yönelik inkar ve imha siyasetine karşı bir özgürlük mücadelesi olarak başlasa da; gerek özgürlük mücadelesinin karakteri, gerekse önderlerinin demokrasi ve çoğulculuk bilinci ve kendi tarihi içinde yaşadığı yüzleşmelerle, bu mücadele, artık sadece Kürt halkının değil, tüm halkların ve kimliklerin özgürlük mücadelesine dönüştü diyebiliriz.
Ki dünyanın birçok yerinde, tüm ezilen halklarla gösterdiği dayanışma da bu gün Rojava’da yaşanan halkların eşit ve özgür birlikteliği de aynı bakışın pratikteki sonuçlarıdır.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu enternasyonalist karakteri, bu coğrafyada yaşayan herkes için şans. Tarih, bu hareketin yürüttüğü,  bilinçli, kararlı, katılımcı ve halkın desteği ile katmerlenen meşru mücadelesinin, aslında bambaşka planlar yapan egemen güçleri herkes için hayırlı olan yolda yürümeye mecbur ettiğini yazacak.
Bu gün gelinen ve henüz ilk şoktan mıdır yoksa bir çeşit uyuşturulmuşluktan mı, sessiz bir bekleyişle karşıladığımız barış adımları, ilk paragrafta despotik karakterini gördüğümüz TC devletinin değil, Özgürlük Hareketi’nin bu bakış ve mücadelesinin sonucu. 
İnanıyorum ki, bu yolculukta işlenen “suçlar” da, hatalar da, yanlış anlamaların neden olduğu kırgınlıklar da, hareketin önderlerinin samimi yaklaşımları ile yüzleşilerek doğrular içinde eriyecek, giderek tekrar edilmez hal alacak.
Ama daha da önemlisi, devletin hala yüzleşmeyi reddettiği ve kimi geçmişte kalan, kimiyse hala işlenen “suçları”, bunlara karşı yürütülen ortak bir mücadelenin sonucu olarak hesapsız kalmayacak, büyük doğru içinde bütün yanlışlar eriyecek.
Evet, bu önünde sonunda olacak.
Daha çabuk olması, sadece dileğimiz değil, hedefimiz olmalı, bu amaç etrafında tüm ezilen halklar ve kimlikler birleşmeli.

Yorumlar kapatıldı.