İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sait Çetinoğlu ile Röportaj- Զրուցել է Գրետա Ավետիսյանը / Interview taken by Greta Avetisyan

Greta Avetisyan ARMEDİA
Şu gayet açıktır ki, soykırımın sıradan failleri rüyalarında görmedikleri olanaklara Soykırım sayesinde kavuşmuşlardır ve bundan utanç duyulmamaktadır. Dedemin yaptıklarından sorumlu değilim! diyenlere Avrupa’da Nazi denilmektedir. Tarihsel Ermeni topraklarını Türk saymak, Kürdistan saymak, Soykırımın sonuçlarına sahip çıkmakla eş anlamlıdır. Tarihi Ermenistan’ın kolonizasyonunu kabul etmek demektir. Sorumlu ve sağduyulu yaklaşım Soykırımın meyvelerinin reddini gerektirir. 

***
Tarihsel Ermeni topraklarını Türk saymak, Kürdistan saymak, Soykırımın sonuçlarına sahip çıkmakla eş anlamlıdır.[1]
Sayın Çetinoğlu bir aktivist ve Türk toplumunun gerçek ve çarpıtılmamış tarihini ortaya koyan kitapçıklar yayınlayan Özgür Üniversitenin Türkiye’deki kurucusu olarak biliniyorsunuz. Böyle bir girişime başlamanızın sebebi neydi?
Özgür üniversitenin resmi kurucularından değilim. Destekleyicilerinden ve bu çevreden bir araştırmacıyım.
Üniversitenin kuruluş bildirgesindeki tespitimizde:  “Türkiye’de yönetici sınıfın egemenlik zihniyeti açısından, iddia edildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan radikal bir kopuşun yaşanmamış olması, tam tersine bu alanda en karanlık mirasın devralınmış olması ve bağnaz bir resmi ideolojinin kesin hakimiyeti, özerk kafaların ve kurumların oluşmasını engellemiştir.” Biz bu resmi ideolojinin aparatı resmi tarihin sorgulanması gerçeklerin ifade edilmesi ve zihinlerdeki karakolların kaldırılarak özgür beyinlerin oluşmasında bir çaba gösterelim istedik.
Sizin için Türkiye’nin gerçek tarihi nedir?
     Türkiye Cumhuriyeti,  kolonyalist Büyük Britanya İmparatorluğu ile Sovyetler Birliği’nin komşu devlet olmak istememeleri nedeniyle oluşturulan bir tampon devlettir.
Türkiye süreç içinde bu reel politik’i kavrayarak, jeopolitik konumunu şantaj olarak kullanıp bir güç devşirdi. Bu durum Soykırımın başka araçlarla devamı demek olan saldırgan bir inkar kampanyasını sürdürmesini kolaylaştırmış ve kalıcı hale getirebilmiştir.
Eğer Malta bir Nurenberg olsaydı bugün çok daha başka şeyler konuşuyor olurduk.
Ermeni soykırımı hakkında çok konuştunuz. Sizce bunun anlamı nedir? Bu suçu ilk kez ne zaman duydunuz ve bir defasında söylediğiniz gibi; hayatınızı “şeytanı açığa çıkarmaya” adamanıza ne sebep oldu?
Soykırımla    çok erken yaşta tanıştım. Gençliğimin geçtiği topraklar Ermeni ve Pontos Soykırımının gerçekleştiği topraklardı. O zaman bunu “Ermeni ve Rum Sevkiyatı” olarak biliyordum. Nenem yapılan zalimliklerin tanığıydı bize anlatırdı. “Gavur Gelin”leri tanıdım. Onların dramına tanık oldum. Soykırım faillerini tanıdım. Onlardan katliamları kahramanlık hikayeleri olarak dinledim.
Cezaevi sürecinde toprak ihtilafları ile daha yakından tanışma olanağı buldum. Bu anlaşmazlıklardan en çok cinayetin işlendiği bölgelerin Ermeni ve Pontos nüfusunun yoğun olduğu yerler olduğunu kavradım. Bu bölgelerde devletin en büyük toprak sahibi/toprak ağası olduğunu öğrendim. Birçok el koyma öyküsünü bizzat faillerinden dinlemem,  Gaspı yani  Emval-i Metruke olayını kolaylıkla kavramamı sağladı.
Öğrendiklerim baştan sona haksızlıktı. Haksızlığa tavır almanın, bir insanlık borcu olduğu, başta öğrendiğim değerlerden biriydi.
Türkiye’de yaşayan bir kişi olarak Türk toplumunun Ermenilere ve Ermeni soykırımı gerçeğine karşı takındıkları tutumu tarif edebilir misiniz?
Bana göre Türkiye’de  herkes demesek de, çoğunluk bir gariplik olduğunun farkında ama zihinleri resmi ideoloji ve resmi tarih ile bulandırılmış olduğundan soru sormaktan aciz.
Bir soru sorabilse ne olduğunu anlaması gecikmeyecek. Sonrası vicdanına kalmış!
İnsanlar, kendilerini  oralı ( o köylü, o şehirli) olduğunu sanıyor ama köy yada şehir mezarlığında babasının dedesinin  mezarının olmamasını sorgulamıyor. Sorgulayabilse gerçeğe ulaşacak ama bu kez dedesi katil ve gaspçı olduğu gerçekliğiyle karşılaşacak.  İşte burası zor bir durum: Gizliyor ve inkar ediyor.
Bir başka durum da şöyle: Hiçbir akrabası olmadığını sorgulamayan o kadar çok insan var ki. Onları oraya leylek getirdi sanki. Sorgulasa orjini ile Ermeni yada Pontos yetim ailesi olduğu gerçekliğiyle tanışacak. O da zor bir durum: Bir anda küfürün nesnesine dönüşecek. 
Türk toplumu Ermeni – Türk ilişkileri perspektifini nasıl görmektedir?  
Bu sorunuza cevap olarak  Van ilinde meydana gelen Vartan Oteli olayını hatırlatarak başlamak isterim. Amerikan vatandaşı Viktor Bedoyan %20 pay sahibi olduğu VK Express firmasının Van’da bir otel satın alıp turizm yatırımları yapmak istemesi;  Türkiye’de Ermeniler Van’ı ele geçiriyor kampanyalarına neden oldu. Şirket kayba uğrayarak Türkiye’den çekildi. Bedoyan Ermenice bilmiyordu, eşi de Ermeni değildi. Otele verilen Vartan ismi Bedoyan’ın oğlunun ismiydi.  Şirket hakkını arayamaz Van’da kendini savunan avukat bulamaz. Zamanın ABD dış işleri Bakanının araya girerekTürk içişleri bakanına lütfen vatandaşımızın hakkını koruyun uyarısı sonucu ve ABD konsolosunun 7 kez Van’a gelip durumu takip etmesi neticesinde Şirket 1 milyon $ zararla Otel olayını kapatır. Bildiğiniz gibi Van şu an Yerel ve Merkezi idareyi paylaşan HDP’nin ve AKP’nin oy deposudur. HDP Soykırımın tanınması için meclise önerge vermiştir. 2001’yılından bu güne ne değişmiştir?
İktidarı merkezi iktidarı  kontrol eden Erdoğan’ın “Affedersin Ermeni…” söylemi ile yereli kontrol eden Öcalan’ın Ermeni lobisi  ve bin yıllık İslam kardeşliği söylemi karşısında ne söyleyeceğimi bilmiyorum.
Bu günlerde yeniden ısıtılan Kuvay-i Milliye ruhu geleceğe dair tasvirleri karartan unsurlardır.*
Sanki her şey Soykırımın 100. Yılının kazasız belasız hasarsız atlatılmasına kurgulanmış gibidir.
Van ilinden söz etmişken, Çirkince adlı eski bir Elen köyünü yeniden canlandırıp Şirince’ye çevirmekten  dolayı şu anda cezaevinde bulunan ve ne kadar cezaevinde kalacağı belli olmayan an itibariyle onaylanan cezaları toplamı 17 yıla ulaşan Ermeni entelektüeli Sevan Nişanyan’ın projesi  ile bu projeyi hayata geçirmek için yaptığımız Van seyahatinden (2011 kışı)  söz etmeliyim: Sevan’ın hayali, Tarihi Ermenistan’da eski bir Ermeni köyünü yaşama döndürmekti.  Köyü,  Ermeni köy mimarisi  ve köy yaşamını ile   100 yıl öncesini deki gibi yeniden yaşatmaktı.
Bu deneyimi ve cesareti Şirince’den edinmişti. Hayali için seçtiği mekan şimdi bir Kürt köyüne dönüşen  eski bir Ermeni köyü (Ermenice adı Kantsag[2]) Gevaş ilçesi Altınsaç (Kanzak) köyüne bağlı Mezır mevkii (38 25’ 11’’ K, 42 53’ 28’’ D) idi. Yöneticilerle ve partililerle görüştük.  Sevan’ın deyimiyle “köy yeri bir daha gezildi Köylülerle, Ağayla muhtarla pazarlık peşrevleri sürdürüldü.” Nedense herkes olumluydu ancak biz bir sonuç çıkaramadık.
Projenin amacında: 
Ermeniler açısından: Anavatanla duygusal bağların onarılmasına yardımcı olacak, genç kuşağın tarihi kökleriye tanışmasına fırsat verecek, Türkiye’ye ve Türklere ilişkin önyargıların yumuşamasına vesile olacak, turistik amaçla gelenler için ilgi odağı ve “yuva” olacak bir mekân yaratmaktır.
Bölge halkı açısından:  Yıllarca “düşman” olarak algılanan Ermenilerle tanışma ve iletişim zemini oluşacaktır. Konferans, workshop, konser, tiyatro vb. gösterileri bölgenin kültür yaşamına renk getirecektir. Ayrıca çok yoksul bir bölgeye ciddi ekonomik katkı sağlanabilir. 
TC açısından: Türkiye’nin onurunu zedelemeden Ermeni meselesiyle yüzleşmek için “şık” bir fırsattır. Yurdundan dışlanan insanlara “gelin burası sizin vatanınızdır” mesajı vermek ve sembolik de olsa bir toprak ve yurt tahsis etmek, dünya kamuoyunun Türkiye’den beklediği “barış jestinin” önemli bir ayağı olabilir. Denmişti.
Ermeni ve Türk toplumlarının uzlaşmaya varması ve sorunu çözmeleri nasıl mümkün olacak, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Birincisi, çağdaş Türkiye’nin Ermeni Soykırımı sürecinde edinilen (siz bunu gasp olarak okuyun) ekonomik, siyasi, askeri  ve diğer kazançlar temelinde inşa edildiğini, komşu Ermeni devletinin boyut, statü ve güç kaybından yararlanmayı sürdürdüğünün  anlaşılması, bunlarla ilişkili olarak  Ermeniler ve Türkler arasındaki ilişkilerde oluşan  bu  asimetrinin bir hegemonya ilişkisine dönüştüğünün kavranması gerekir.
Yüz yıldır süren bu anormalliğin  hegemonya ilişkisini dönüşmesi, Soykırım itibariyle kalıcılaştırılmıştır.  Türkiye ve dünya yüz yıldır soykırımdan doğan bu anormalliği düzeltecek herhangi bir çaba da göstermemiştir.
İkincisi, bu duruma neden olan Ermeniler değil 1. Savaş’ın savaşan tarafları  ile Türkiye ve  içindeki Müslüman toplumlardır. Ve halen haksızlık sürüyor, durum düzeltilmemiştir.
Açık ki Ermeni Soykırımının inkarı sürecine yöneltilen çabalar ve soykırımın uluslar arası ölçekte tanınmasına karşı atılan adımlar Türkiye’den pek çok malzeme kaynağı gerektirmektedir ve büyük ihtimalle Türkiye Soykırımı tanımadığı sürece bu gereklilik sürecektir. Sizce bu sorunun üstesinden nasıl gelinebilir? Türkiye’nin en azından Ermeni Soykırımını tanımasını ne sağlayabilir?
Can alıcı soru:  Adaletin neresinde yer alıyoruz? sorusudur. Ancak 100 yıllık tarihsel haksızlığın gizlenmesi için oluşturulan Soykırım ahlakı/1915 ahlakı bu sorunun cevabının önündeki en büyük engeldir. Ailenin, sonrasında eğitimin, hukukun, ekonominin… 1915 Soykırım sürecindeki tarihsel haksızlığın gizlenmesine yönelik şekillendirilmesi, bu ahlakı güçlendirmiş ve kalıcılaştırılmıştır.
Bu ahlakın/ahlak dışılığın, adaleti araması, adaletli davranması ve tarihsel haksızlıkla/ Soykırımla yüzleşmesi düşünülemez. Sorun aynı zamanda bir ahlak sorunudur.
Ermeni Soykırımı hakkındaki bir röportajınızda görüşmeyi gerçekleştiren kişiye şöyle bir soru sormuştunuz; “Daha önce karşılaştığınız Türk entelektüellerine 1915’de dedelerinin nerede olduğunu sordunuz mu? Bundan sonra soracak mısınız?” Sayın Çetinoğlu sorunuza cevap verecek misiniz?
O soruyu sormaktan usanmayacağım. Sorun o sorunun cevabında gizli. Bir ekonominin %30-35’inin sahipleri yok edilecek ve o zenginlik el değiştirecek yeni sahipleri bundan hiç utanç duymayacak…
Şu gayet açıktır ki, soykırımın sıradan failleri rüyalarında görmedikleri olanaklara Soykırım sayesinde kavuşmuşlardır ve bundan utanç duyulmamaktadır.
Dedemin yaptıklarından sorumlu değilim! diyenlere Avrupa’da Nazi denilmektedir.
Tarihsel Ermeni topraklarını Türk saymak, Kürdistan saymak, Soykırımın sonuçlarına sahip çıkmakla eş anlamlıdır. Tarihi Ermenistan’ın kolonizasyonunu kabul etmek demektir.
Sorumlu ve sağduyulu yaklaşım Soykırımın meyvelerinin reddini gerektirir.  
Սաիթ Չեթինօղլու. “Անհրաժեշտ է հրաժարվել Ցեղասպանության ընթացքում ձեռք բերված ավարից
Ներկայացնում ենքԱրմեդիաՏՎԳ բացառիկ հարցազրույցը թուրք մտավորական, գրողհրապարակախոս, ակտիվիստ Սաիթ Չեթինօղլուի հետ: Հարցազրույցի բնագրին անգլերենով կարող եք ծանոթանալ այստեղ:
Սաիթ Չեթինօղլու,
թուրք մտավորական,
գրողհրապարակախոս, ակտիվիստ
Պարո՛ն Չեթինօղլու, Դուք հայտնի եք որպես ակտիվիստ և Թուրքիայում Ազատ համալսարանական համակարգի հիմնադիր, որը գրքույկներ է հրատարակում՝ ներկայացնելով Թուրքիայի իրական և ոչ խեղաթյուրված պատմությունը: Ի՞նչն առիթ հանդիսացավ նման նախաձեռնության համար:
Իրականում ես Ազատ համալսարանական համակարգի հիմնադիրը չեմ, ես պարզապես իմ ներդրումն եմ ունեցել դրա բացման գործում և այժմ այդ համալսարանի հետազոտողների ընկերակցության անդամ եմ: Համալսարանի առաքելությունը հետևյալ կերպ է ձևակերպված. “Հակառակ շատ սահմանված մեկնաբանությունների՝ Օսմանյան կայսրությունից Հանրապետության անցման ժամանակահատվածում երկրի ղեկավար դասի մոտ կառավարման վերաբերյալ մտածելակերպի ոչ մի արմատական փոփոխություն տեղի չունեցավ: Փաստացիորեն հանրապետությունը որդեգրեց ամենամռայլ գործելաոճը, որ կարելի էր պատկերացնել, նրա պաշտոնական գաղափարախոսությունը ենթարկվում էր հրահանգավորման, ինչը կանխում էր անկախ մտքի և հաստատությունների առաջացումը“: Այսպիսով՝ մեր նպատակն էր հարցականի տակ դնել պաշտոնական պատմությունը, որը դարձել է երկրի գաղափարախոսական գործիքը: Մենք ցանկանում էինք ազատագրել ճշմարտությունը, ազատագրել մեր մտքի բանտից: Մենք ցանկանում էինք անհատների մոտ ազատ մտածելակերպ զարգացնել:
Իսկ ո՞րն է Ձեզ համար Թուրքիայի իրական պատմությունը:
Թուրքիայի Հանրապետությունը բուֆերային երկիր է, որը ստեղծվել է այն բանի արդյունքում, որ գաղութատեր Բրիտանական կայսրությունն ու Խորհրդային Միությունը չէին ցանկանում ընդհանուր սահման ունենալ: Այս գործընթացում Թուրքիան առավելագույնս օգտագործեց իրական քաղաքականության և իր աշխարհաքաղաքական դիրքի ընձեռած հնարավորությունները հզորանալու նպատակով: Շնորհիվ ձեռք բերված այդ հզորության՝ նա կարողացավ ագրեսիվ կերպով մերժել Ցեղասպանությունը, ինչը Ցեղասպանության շարունակությունն է այլ իմաստով, և այս արշավը վերածեց տևականստատուս քվո“-ի:
Եթե Մալթայի դատավարություններն ընթանային այն կերպ, ինչ ձևով դրանք ընթացան Նյուրնբերգում, մեր զրույցն այսօր բոլորովին այլ կլիներ:
Դուք բազմիցս եք խոսել Հայոց Ցեղասպանության մասին: Ի՞նչ է այն Ձեզ համար նշանակում, ե՞րբ առաջին անգամ լսեցիք Ցեղասպանության մասին, և ի՞նչը ստիպեց Ձեր ամբողջ կյանքը, ինչպես Դուք եք ասում, “նվիրել այդ չարիքի բացահայտմանը“:
Ցեղասպանության մասին ես առաջին անգամ տեղեկացա շատ վաղ հասակում: Ես մեծացել եմ այնտեղ, որտեղ հայերի և պոնտացի հույների Ցեղասպանությունն է իրականացվել: Ճանաչել եմանհավատ հարսնացուների“, ականատես եմ եղել այն ողբերգություններին, որ թափվել են նրանց գլխին: Ճանաչել եմ նաև Ցեղասպանության մեղավորներին: Լսել եմ՝ ինչպես են պատմում ջարդերի մասին, որ իրենք են իրականացրել` դրանց տալով հերոսական պատմվածքների երանգ:
Երբ բանտում էի, տեղեկացա, որ որոշ տարածքների համար վեճեր են ընթանում: Զուգահեռներ տանելով՝ մի օրինաչափություն նկատեցի. տարածքների համար ամենաուժգին պայքարը, որը մեծ թվով սպանությունների պատճառ էր դարձել, տեղի էր ունենում հենց այն վայրերում, որտեղ էական թվերով հայ և պոնտացի հույն բնակչություն է ապրել: Այս տարածքներում պետությունն ամենախոշոր հողատերն էր: Հողերի բռնազավթման շատ պատմություններ եմ լսել, որ հենց իրենք` իրականացնողներն են պատմել: Որքան շատ էի լսումԼքված Գույքկոչվող լայնածավալ կողոպուտի դեպքերի մասին, այնքան այդ պատմություններն ականջիս սովորական էին հնչում:
Այն ամենը, ինչ ես լսել եմ, սկզբից մինչև վերջ անարդարություն է: Եվ այն հիմնական արժեքներից մեկը, որը ես ընկալեցի դեղ վաղ տարիքից, այն էր, որ մարդ պետք է պայքարի անարդարության դեմ՝ դա համարելով իր պարտքը մարդկության հանդեպ:
Որպես անձնավորություն, ով ապրում է Թուրքիայում, կարո՞ղ եք նկարագրել, թե ինչպիսին է Թուրքիայի բնակչության վերաբերմունքը հայերի, Հայոց Ցեղասպանության փաստի վերաբերյալ:
Ինչպես ես եմ նկատել, գուցե ոչ բոլորը, բայց մեծամասնությունը հասկանում է, որ ինչոր տարօրինակ բան է տեղի ունենում, բայց նրանց միտքը պաշտոնական գաղափարախոսությամբ և պատմությամբ այնքան է մշուշված, որ նրանք անկարող են հարցեր տալ: Եթե նրանք կարողանային հարցեր տալ, ապա շատ ժամանակ չէր պահանջվի, որպեսզի հասկանային, թե ինչ է տեղի ունեցել: Այդ դեպքում նրանց համար սա կդառնար խղճի հարց:
Օրինակ՝ մարդիկ մտածում են, թե իրենք կոնկրետ տվյալ վայրից են` գյուղից, քաղաքից, և այլն: Բայց նրանց հայրերն ու պապերը թաղված չեն այդ վայրի գերեզմանոցում: Նրանք չեն հետաքրքրվում, թե ինչու: Եթե հետաքրքրվեին, ապա կբացահայտեին, որ իրենց պապերը մարդասպաններ, գողեր են եղել: Սա է ամենածանր մասը: Այսպիսով՝ ի՞նչ ես անում: Թաքցնում ես, ժխտում:
Մեկ այլ տարօրինակ բան. կան մարդիկ, ովքեր ընդհանրապես հարազատներ չունեն, ում կճանաչեին, և չեն էլ հարցնում, թե ինչու: Տպավորություն է, որ նրանց արագիլն է բերել: Եթե սկսեն փորել, կհասկանան, որ հայ կամ հույն որբերի ժառանգներ են: Եվ այստեղ ստեղծվում է մեկ այլ տհաճ իրավիճակ. դու հանկարծակի դառնում ես մեկը, ում վերևից էիր նայում:
Այս պարագայում ինչպե՞ս է Թուրքիայի հասարակությունը տեսնում հայթուրքական հարաբերությունների հեռանկարը:
Ի պատասխան այս հարցի՝ ես կցանկանայի անդրադառնալՎարդանհյուրանոցի դեպքին, որը տեղի է ունեցել Վանում: Ամերիկայի քաղաքացի Վիկտոր Բեդոյանը Վանում մի հյուրանոց էր ցանկանում գնել (“VK Express” ընկերության միջոցով, որի բաժնետոմսերի20%-ն իրեն է պատկանում) և աշխատեցնել այն` զբոսաշրջությունը զարգացնելու համար: Սա մի անասելի ակցիաների պատճառ դարձավ. հայերը սկսում են տիրել Վանին: Բեդոյանը հայերեն չէր խոսում: Նա ամուսնացած չէր հայի հետ: Հյուրանոցը նրա տղայի՝ Վարդանի անունով էր:
“VK Express” ընկերությունը չկարողացավ գտնել մեկին, ով դատարանում կպաշտպաներ իր շահերը: Վանում որևէ փաստաբան չվերցրեց այս ընկերությանը՝ որպես հաճախորդի: Այդ ժամանակվա ԱՄՆ պետքարտուղարը ստիպված էր միջամտել՝ խնդրանքով, որ ԱՄՆ քաղաքացու շահերը հարգվեն: Թուրքիայում ԱՄՆ դեսպանը ստիպված էր յոթ անգամ Վան գնալ՝ հետևելու գործի ընթացքին: Վերջում գործը փակվեց առանց հետագա միջադեպերի, սակայն այդ գործընթացում ընկերությունը 1 մլն դոլարի կորուստ ունեցավ:
Ինչպես հայտնի է, Վանն այսօրԺողովրդադեմոկրատականևԱրդարություն և զարգացումկուսակցությունների (նրանք կիսում են իշխանությունը տեղական և կենտրոնական մակարդակով) համար ընտրաձայներ ստանալու վստահելի շրջան է: “Ժողովրդադեմոկրատականկուսակցությունը վերջերս Թուրքիայի խորհրդարան մի օրինագիծ է ներկայացրել, որով կոչ է արվում ճանաչել Հայոց Ցեղասպանությունը: Բայց ամբողջ հարցը այն է, թե ինչ է իրականում փոխվել 2001թ.-ից մինչ օրս:
Էրդողանին, ով վերահսկում է իշխող կուսակցությունն ազգային մակարդակով, և Օջալանին, ով տեղական մակարդակով իշխանություն ունի, միավորում են հակահայկական տրամադրությունները: Առաջինն իր խոսքում օգտագործում է ձևակերպումներ, որոնք ցույց են տալիս նրա քամահրանքը հայերի նկատմամբ, երբ արտասանում էհայբառը: Միաժամանակ Օջալանը խոսում էհայկական լոբբիիևիսլամի հազարամյա եղբայրության մասին” (քրդերի և թուրքերի միջև՝ ընդդեմ հայերի): Այս զուգամիտվող հռետորաբանության համապատկերին, իսկապես, բառեր չեմ գտնում արտահայտվելու:
Վերջին օրերին խոսակցություններ են գնումազգային ուժերի ոգինվերականգնելու մասին՝ վկայակոչելով այն աշխարհազորայիններին, ովքեր ակտիվ դեր են ունեցել հանրապետության հիմնադրման գործում: Սա չարագուշակ ստվեր է գցում մեր ապագայի վրա: Այնպիսի զգացողություն ունեմ, որ մեր հետևում այս ամենը նախապատրաստվում է Ցեղասպանության 100-ամյակին ընդառաջ:
Խոսելով Վան գավառի և այնտեղ տեղի ունեցածի մասին՝ կցանկանայի խոսել նաև Սևան Նիշանյանի՝ նշանավոր հայ մտավորականի մասին, որի հանցանքն այն էր, որ լքվածՉիրքինջե” (թարգմանաբար նշանակում է Տգեղ վայր) անվամբ հելլենական գյուղն իր ինքնուս ճարտարապետական հանճարով վերափոխեցՇիրինջե“-ի (Հաճելի վայր), ինչպես որ այն այժմ կոչվում է: Սևանն այժմ բանտում է, և չգիտենք, թե որքան կմնա դեռ այնտեղ: Նրա դեմ առաջադրված մեղադրանքների հիման վրա բարձրագույն դատարանների որոշումների համաձայն՝ երևի թե ընդհանուր առմամբ 17 տարի:
Ես և նա 2011թ.-ի ձմռանը Վան գնացինք՝ սկսելու մի ծրագիր, որի մասին նա երազում էր՝ նորից շունչ հաղորդել պատմական Հայաստանի հնագույն հայկական գյուղերից մեկին: Նա մտադիր էր վերականգնել այդ գյուղը՝ օգտագործելով ավանդական հայկական ճարտարապետությունը՝ այսպիսով վերականգնելով գյուղի կյանքն այնպես, ինչպես այն 100 տարի առաջ էր: Նրա համապատասխան փորձը, էլ չեմ ասում խիզախության մասին, օգնեցին նրան Շիրինջեում նախաձեռնել ծրագիրը:
Այն տեղանքը, որը նա ընտրել էր իրականացնելու համար իր երազանքը, հայկական մի հին գյուղ էր (նախկինում կոչվել է Գանձակ, իսկ թուրքական անվանումն էԱլթընսաչ“), որի ավելի ճշգրիտ տեղանքըՄեզըրկոչվող փոքր բնակավայրն է (38 25’ 11’’ N, 42 53’ 28’’ E), որը Վանի Գևաշ շրջանի Ալթընսաչ (Գանձակ) գյուղի հետ ունի վարչական կապ: Վանում մենք հանդիպեցինք պաշտոնյաների, կուսակցության անդամների հետ: Ինչպես Սևանն էր ասում. “Մենք շրջեցինք գյուղով: Գյուղապետի տղայի հետ մի քանի անգամ անցանք ծրագրի նախաբանի վրայով“: Թվում էր, թե այս գաղափարը բոլորի սրտով էր, սակայն որևէ կոնկրետ կետի չէինք հասնում: Նախագծի առաքելությունը հետևյալն էր.
Հայերի համար այն օղակ կհանդիսանար՝ պահպանելու իրենց էմոցիոնալ կապը հայրենիքի հետ, թույլ կտար երիտասարդ սերունդներին ծանոթանալ իրենց նախահայրերի ակունքներին, մեղմել իրենց մեջ արմատավորված նախապաշարմունքները Թուրքիայի և թուրքերի նկատմամբ: Այս վայրը զբոսաշրջիկ հայերի համար կդառնար հետաքրքրության մի վայր՝ տուն տանից հեռու:
Տեղի բնակչությունն այս ծրագրով հնարավորություն կստանար ճանաչել և հաղորդակցվել հայերի հետ, ովքեր տարիներ շարունակ ընկալվել են որպեսթշնամիներ“: Կազմակերպվող կոնֆերանսները, սեմինարները, համերգները, ներկայացումներն ու նման այլ միջոցառումները կաշխուժացնեին մշակութային կյանքը: Հետագայում այս չափազանց աղքատ շրջանը էական տնտեսական օգուտներ կստանար:
Թուրքիայի Հանրապետության համար սա մինրբագեղճանապարհ կլիներ՝ առերեսվելու Հայկական հարցի հետ առանց դեմքը կորցնելու: Այն մարդիկ, ովքեր դուրս էին քշվել այստեղից, կլսեին ուղերձը՝Սա ձեր հայրենիքն է, և ձեզ այստեղ միշտ ուրախ են“: Այսպես նրանք խորհրդանշական մի հող կստանային՝ մի տուն տանից հեռու: Ամբողջ աշխարհը կընկալեր այն որպեսխաղաղության ժեստիմի էական մասնիկ, որն այդքան երկար սպասվում էր Թուրքիայից:
Ի՞նչ եք կարծում, ինչպե՞ս հնարավոր կլինի հասնել հայ և թուրք հասարակությունների մերձեցմանը ու խնդրի հաղթահարմանը:
Առաջին հերթին պետք է հասկանալ, որ ժամանակակից Թուրքիան ստեղծվել է Ցեղասպանության ընթացքում ձեռք բերված տնտեսական, քաղաքական, ռազմական և այլ օգուտների հիման վրա: Պետք է նաև հասկանալ, որ հարևան Հայաստանը դեռևս զգում է տարածքի, կարգավիճակի և ուժի կորստի հետևանքները, որը Թուրքիայի և Հայաստանի միջև ստեղծել է անհամաչափ հարաբերություններ:
Այս հարաբերություններն անբնական են և ամրագրվել են Ցեղասպանության միջոցով: Թուրքիան և ընդհանրապես ամբողջ աշխարհը որևէ ջանք չեն գործադրել՝ ուղղելու այս իրավիճակը:
Երկրորդ՝ պետք է հասկանալ, որ այս իրավիճակի մեղավորները հայերը չեն: Մեղավորները Առաջին համաշխարհայինի պատերազմող կողմերն են, այդ թվում Թուրքիան և նրա մահմեդական ժողովուրդները: Անարդարությունը դեռ շարունակվում է:
Ի՞նչը կարող է Թուրքիային ստիպել ի վերջո ճանաչել Ցեղասպանությունը:
Կարևորագույն հարցն այն է, թե ինչպես է մարդ առերեսվում արդարությանը: Հայոց ցեղասպանության կամ 1915թ.-ի դեպքերի բարոյական շահագործումը այն ամենամեծ խոչընդոտներից է, որը խանգարում է խնդրի լուծմանը: Սկսած ընտանիքից՝ որպես ամենափոքր միավոր, կրթական, իրավական և տնտեսական շրջանակների աջակցությամբ ողջ հասարակությունն ուղղորդված է եղել դեպի պատմական սխալի ստվերում, աղավաղում, ինչն ամրապնդել է թյուր ընկալումը` դարձնելով այն հարատև:
Երբ քո հղման շրջանակը սխալ ընկալումն է, դու չես կարող տարբերակել բարոյականը ոչ բարոյականից, չես կարող լինել արդար, չես կարող հասնել նրան, թե ինչ է պատմական անարդարությունը, ինչը հենց Ցեղասպանությունն է: Այդ իսկ պատճառով, այստեղ մենք գործ ունենք հասարակական բարոյական արժեքների խնդիրների հետ:
Հայոց Ցեղասպանության մասին խոսելիս Դուք հետևյալ հարցադրումն եք հնչեցրել. “Երբևէ հարցրե՞լ եք թուրք մտավորականներին, թե որտեղ են եղել նրանց նախնիները 1915թ.-ին“: Իսկ Դուք կպատասխանե՞ք Ձեր այս հարցին:
Ես չեմ հոգնի այս հարցը տալուց: Ամեն ինչ թաքնված է սրա պատասխանի մեջ: Վերցնում են տնտեսությունը, ոչնչացնում բնակչության30-35%-ն ու փոխանցում նրանց ունեցվածքն ուրիշներին, և այդ ուրիշները չեն ամաչում այս ամենից:
Պարզ է, որ Ցեղասպանության արդյունքում հասարակ հանցագործները աներևակայելի ունեցվածքի տեր դարձան, և սա նրանց ընդհանրապես չի մտահոգում:
Երբ գնում ես Եվրոպա և հանդիպում մեկին, ով ասում է. “Ես պատասխանատու չեմ այն ամենի համար, ինչ իմ պապն է արել“, դա բավարար է այդ մարդուն նացիստ անվանելու համար:
Այսպիսով՝ պատմական հայկական հողերը թուրքական համարելը, դրանք Քուրդիստան անվանելը հավասարազոր է Ցեղասպանություն ոճրագործության պտուղները քաղելուն: Սա նշանակում է, որ դու համաձայն ես պատմական Հայաստանը գաղութացնելու հետ:
Պատասխանատու և ճիշտ մոտեցումը պահանջում է, որպեսզի հրաժարվես Ցեղասպանության արդյունքում ձեռք բերված ավարից:
Զրուցել է Գրետա Ավետիսյանը
15.12.2014
Sait Çetinoğlu: It is Necessary to Refuse the Spoils of the Genocide
“Armedia” Information Analytical Agency introduces an exclusive interview with a
Turkish intellectual, publicist and activist Sait Çetinoğlu.
– Mr. Çetinoğlu, you are known as an activist and the founder of the Free University
system of Turkey, which publishes brochures presenting the real and undistorted history to
the Turkish society. What did make you start such an initiative?
– I’m not one of the founders of the Free University. I helped set it up, and I’m from the
research community.
As the university’s mission statement puts it: “Contrary to the established narrative, there
was no radical break in the transition from the Ottoman Empire to the republic in terms of the
governing mentality of the ruling class. In fact, the darkest legacy imaginable was adopted by the
republic, whose official ideology ruled by fiat, preventing the emergence of independent minds
and institutions.” Our aim was to question the official history, which had become the tool of the
state’s ideology. We wanted the truth to be set free, liberated from the prisons in our minds. We
wanted to cultivate free-thinking in individuals.
– What is the real history of Turkey for you?
– The Turkish Republic is a buffer state that was established because the colonialist British
Empire and the Soviet Union did not want to share a border. In this process Turkey leveraged
realpolitik and its geopolitical position to gain power. And thanks to that acquisition of power it
was able to aggressively deny the Genocide, which is a continuation of Genocide by other
means, and turned this campaign of denial into an enduring status quo.
If the Malta trials had gone the way those at Nuremberg did, our conversation today would
be very different.
– You have talked a lot about the Armenian Genocide. What does it mean to you?
When did you first hear about this crime and what made you, as you have once said, to
devote your life “to revealing that evil”?
– I became aware of the Genocide at a very young age. I grew up where the Armenian and
Pontic Greek Genocides had taken place. I got to know the “Infidel Brides.” I was a witness to
the tragedies that engulfed them. I got to know the culprits of Genocide. I heard them tell stories
of the massacres they had perpetrated, cast in the mold of heroic tales. I became aware of land as a contested commodity when I spent time in prison. I observed
that the biggest fights over land, leading to the greatest number of murders, were happening
where there had been substantial Armenian and Pontic Greek populations. The state was the
largest landholder/feudal landlord in those areas. I heard many a land grab tale told by the
perpetrator himself. The grand theft of what’s called Abandoned Properties emerged in sharp
relief the more I heard these stories.
All of this that I heard, from start to finish, was injustice. And one of the core values I had
picked up at an early age was that one has to fight injustice, as a matter of one’s debt to humanity
itself.
– As a person, who lives in Turkey, can you describe the attitude of the Turkish
society towards the Armenians, towards the fact of the Armenian Genocide?
– As I see it, maybe not everyone, but the majority is aware that there’s something odd
going on, but their minds have been clouded by official ideology and official history to the point
that they’re unable to ask questions. If only they could ask the questions, it wouldn’t take them
very long to figure out what had happened. At that point this would become a matter of
conscience.
For instance, people think they’re from a certain place, a village, a city, whatever. But their
fathers, their grandfathers are not buried in the town’s cemetery. They don’t wonder why. If they
did, they would discover that their grandfathers were murderers, thieves. And that’s the hard
part. So what do you do? You conceal, you deny.
Another bizarre thing: There are people with no relatives that they know of, and they don’t
question why. It’s as though they were delivered by a stork. If they started digging, they would
realize they’re descended from Armenian or Greek orphans. And that’s another sticky situation
right there: You suddenly become what you looked down upon.
– How does the Turkish society see the perspective of the Armenian-Turkish
relations?
– In answer to this question I’d like to go over the Vartan Hotel incident, which took place
in Van province. Victor Bedoian, a U.S. citizen, wanted to buy (via a firm called VK Express, of
which he owned 20 percent) a hotel in Van and operate it as a tourism establishment. This led to
campaigns decrying the unthinkable: Armenians were starting to take over Van. Bedoian did not
speak Armenian. He was not married to an Armenian. The hotel was named after his son,
Vartan. The company couldn’t find anyone to defend its rights in court; no lawyer in Van would
accept it as a client. The U.S. Secretary of State at the time had to intervene with a request that this U.S. citizen’s rights be respected, the U.S. ambassador had to go to Van seven times to
follow up, and in the end the matter was closed without further incident, the company having lost
$1 million in the process.
As you know, Van today is a reliable voting bloc for the People’s Democracy Party (HDP)
and the Justice and Development Party (AKP), which share power locally and centrally. HDP
just introduced a bill in Parliament for the Armenian Genocide to be recognized. But the
question is, what has really changed since 2001?
Erdoğan, who controls the ruling party on the national level, and Öcalan, who controls
power locally, are united in their anti-Armenian sentiment. The former uses a figure of speech to
indicate his disdain for the word Armenian when he utters it; the latter talks of the “Armenian
lobby” and the “thousand-year brotherhood of Islam” (between Kurds and Turks, united against
Armenians). I’m speechless, really, in the face of this converging rhetoric.
There’s talk of reviving the “spirit of the National Forces” these days, referring to the
militia that was active in the founding of the republic. It casts an ominous shadow onto our
future. I get the sense that everything is geared toward putting the centennial of the Genocide
safely behind us.
And speaking of Van province and what happened there, I’d like to talk about the Van
connection of Sevan Nishanian, the esteemed Armenian intellectual whose crime was to take an
abandoned Hellenic village by the name of Çirkince (which can be translated as Ugly Place) and
transform it with his self-taught architectural genius into Şirince (Cute Place) as it is now known.
Sevan remains in prison today, we don’t know for how long, but his convictions approved by the
higher courts now total 17 years. He and I traveled to Van in the winter of 2011 to start a project
that he had been dreaming of: to bring back to life an ancient Armenian village in historic
Armenia. He was going to rebuild the village using traditional Armenian architecture and he
would reconstitute village life as it was 100 years ago. He had acquired the experience, not to
mention the courage, that led him to this through all that he had accomplished in Şirince.
The location he had chosen for his dream was an old Armenian village (original name
Kantsag), whose precise location was the small settlement of Mezır (38 25’ 11’’N, 42 53’ 28’’
E) administratively connected to the village of Altınsaç (Kanzak) in the district of Gevaş in Van.
We met with officials, members of the party. As Sevan put it: “We toured the village site. We
went through the endless preludes of back and forth with the agha, the village chief.” It seems
everyone “approved” the idea, but we weren’t getting anywhere. The project’s mission was
stated as follows:For the Armenians: This would be a path to restoring their emotional connection to the
homeland, allow the younger generations to get to know their ancestral origins, soften the
entrenched prejudices about Turkey and Turks, and become a point of interest, a home away
from home, for those who visited as tourists.
For the local population: This would give them the opportunity to get to know and
communicate with Armenians, who had been known as the “enemy” for years. The conferences,
workshops, concerts, plays and the like would enliven the cultural scene. Further, the extremely
impoverished region might see significant economic benefits.
And for the Republic of Turkey: This would be an “elegant” way to come face to face with
the Armenian question without actually losing face. A people that had been driven out would
hear the message that “This is your homeland and you are welcome here.” They would be
symbolically given land, a home away from home. The whole world would see this as a major
component of a “peace gesture,” expected of Turkey for so long.
– What do you think, how will it be possible to reach to the rapprochement of the
Armenian and the Turkish societies and to overcome the problem?
– First of all, it must be understood that modern Turkey was built on economic, political,
military and other gains acquired (that is, stolen) during   the Armenian Genocide. It must further
be understood that the neighboring country of Armenia continues to suffer from a loss of its
territory, status and strength, and that the resulting asymmetry in the relationship between
Armenians and Turks has turned into a hegemonic relationship.
This relationship is abnormal and has become fixed in place through the Genocide. Turkey
and the world have not made any effort to correct this situation in the intervening century.
Second, it must be understood that the culprits of this situation are not Armenians. The
culprits are the warring parties of WWI, along with Turkey and its Muslim peoples. The injustice
remains in place.
– It is obvious that the efforts directed to the process of denial of the Armenian
Genocide and the steps done against its international recognition require quite a lot of
material resources from Turkey and most probably will continue to require till Turkey has
not recognized the Genocide. In your opinion, how can this problem be overcome? What
can make Turkey at last recognize the Armenian Genocide?
– The key question is where one stands vis-a-vis justice. A twisted Genocide ethic/1915
ethic has become the biggest obstacle blocking the resolution of this issue. Starting with the
family as the smallest unit, supported by the education, legal, and economic frameworks, the
entire society has been geared toward the obfuscation of a historic wrong, which has
strengthened this ethic and made it permanent.
When this ethic is your frame of reference, you cannot identify what is unethical, you
cannot be just, you cannot come to terms with a historical injustice, which is what the Genocide
is. Therefore we’re dealing with a question of societal ethics here.
– In one of your interviews about the Armenian Genocide you asked the interviewer
“Have you asked the Turkish intellectuals you met before where their grandfathers were in
1915? Will you ask from now on?” Mr. Çetinoğlu, will you answer to your question?
I’m not going to tire of asking that question. The entire issue is buried in the answer to that.
You take an economy, destroy 30-35 percent of its population and transfer their assets to others,
and those others are not ashamed of this at all…
It’s clear that the ordinary perpetrators of the Genocide ended up with unimaginable wealth
and this does not bother them in the slightest.
When you go to Europe and encounter a person who says, “I’m not responsible for what
my grandfather did,” it’s safe to call that person a Nazi.
So to consider historic Armenian lands Turkish, to call them Kurdistan, is tantamount to
accepting the benefits of the Genocide. It means one is in agreement with the colonization of
historic Armenia.
The responsible and right-minded approach requires that you refuse the spoils of the
Genocide.
Interview taken by Greta Avetisyan
http://www.armedia.am/media/otherlinks/150.pdf



[1] ARMEDİA’DAN Greta Avetisyan ile 9.12.2014 tarihinde yapılan röportaj
*Röportaj 9.12.2014 tarihinde yapılmıştır. PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu’nun 14 Aralık Cemaat tutuklamalarında sonra verdiği demecinde AKP dönemindeki faili meçhul cinayetlerden söz ederken: “Yani Fethullahçılar, bu Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) ve Alp-Erenleri kullandılar. Fethullahçılar bu Ermeni Lobisi ve Hıristiyanlarla daha fazla ilişkidedirler. Ama ilginçtir, en fazla da Fethullahçılar, Alp-Eren ocaklarıyla bu Hıristiyanlara ve Ermenilere karşı yönelim içerisine girdiler. Bunu da gerçekten çözmek lazım. Bu yönüyle bazı cinayetlerde Fethullahçıların parmağı olabilir. Bir de tabii komitacı dedik, yani darbeci. Tabii ki bu tür işler yapmış olabilirler. Bunlar ortaya çıkacak.” Sözlerindeki Ermenileri ve Hıristiyanları  Cemaat ile ilişkilendirerek düşmanlaştırması izahtan varestedir.

Yorumlar kapatıldı.