İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cemaat tabanı nasıl ikna edildi?

Nihal Bengisu Karaca / nbkaraca@htgazete.com.tr
Paralel yapı, yani Cemaat’in yönetici kadroları, kurmay aklı, dar kadrosu her zaman her küfeye olabildiğince çok yumurta koymaktan yana oldu. Bu yüzden sürekli sırtımızda yumurta küfeleri var denirdi. Bunun kazanımları korumak için sistemle yapılan mecburi bir uzlaşma değil, Cemaat’i büyütme tarzı olduğu sonradan anlaşıldı. Cemaat’in kurmay aklı, Cemaat’i büyütürken her meşrebe uygun şerbet vermeyi şiar edindi. Liberal ve demokratlara “AB” normları, polis için “Yusuf Gezgin” lakaplı manipülatörün “Sabatayistlere, kripto Ermeni ve Yahudilere” düşmanlık aşılayan yazıları, Aleviler için Abant’ta yapılan ve Diyanet’i tartışıp gerekliliğini sorgulayan etkinlikler, gayrimüslimlere dinlerarası diyalog çalışmaları diyeyim, siz anlayın.

***
17 Aralık’ın sene-i devriyesini birkaç gün önce idrak ettik. Bu günü “hırsızlar günü” haftayı da “hırsızlar haftası” olarak “kutlamayı(!)” planlayan ilginç insanlar vardı. Ama Fuat Avni hesabının bildirdiği operasyon haberleri şenlik ateşini bir parça örseledi. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca etrafında inanılmaz bir dayanışma örneği sergilendi. Derken ilanlı imza kampanyaları, AB’li medya özgürlüğü kınamaları eşliğinde ne kadar Türkiye aleyhtarı, ne kadar Erdoğan ve AK Parti fobik çevre varsa hepsiyle kol kola giren bir Cemaat tabanı gördük. Tek bir Türkçe dövizin bile taşınmadığı, İngilizce sloganlarla dolup taşan fotoğraf kareleri, Türkçe’ye gönül verdiğini ileri süren bir hareketin son durumuna hüzünlü bir not düşüyordu. Hoş yazdıkları her twit’te “White House”u mention’layarak Türkiye’yi “teröre destek veren ülkeler” statüsüne aldırmaya çalışanlar, Freedom House’lara analiz sipariş edenler da Cemaat’in kurmay kadroları değil miydi?
Kim derdi ki, “milliyetçi-muhafazakâr” olarak tanımlanan bir kadro, kendi kendisine bu kadar zulmedecek?
Paralel yapı, yani Cemaat’in yönetici kadroları, kurmay aklı, dar kadrosu her zaman her küfeye olabildiğince çok yumurta koymaktan yana oldu. Bu yüzden sürekli sırtımızda yumurta küfeleri var denirdi. Bunun kazanımları korumak için sistemle yapılan mecburi bir uzlaşma değil, Cemaat’i büyütme tarzı olduğu sonradan anlaşıldı. Cemaat’in kurmay aklı, Cemaat’i büyütürken her meşrebe uygun şerbet vermeyi şiar edindi. Liberal ve demokratlara “AB” normları, polis için “Yusuf Gezgin” lakaplı manipülatörün “Sabatayistlere, kripto Ermeni ve Yahudilere” düşmanlık aşılayan yazıları, Aleviler için Abant’ta yapılan ve Diyanet’i tartışıp gerekliliğini sorgulayan etkinlikler, gayrimüslimlere dinlerarası diyalog çalışmaları diyeyim, siz anlayın.
Ama bir de gözaltına alınırken “Vatan sağolsun” diye bağıran Ekrem Dumanlı gibi eski ülkücüler var. Milli duygulardan yoksun olduğu iddia edilemeyecek olan bir Cemaat tabanı olduğu gibi. Yüksek volümlü dinlerarası diyalog girişimlerinin taban nezdinde meşrulaştırılması için bir zamanların Vatikan İstanbul temsilcisi olan George Marovich’in “Cevşen taşıması” efsanesi muhtemeldir ki böyle bir taban-meşrulaştırma ilişkisi için gerekli görülmüştü.
“Batıcı muhafazakâr” yetiştirme nosyonu, milli duyguları da olan mümin bir tabanla nasıl uyumlu hale getirildi dersiniz?
“Türkiye’nin ancak Batı normlarından şaşmadan büyüyebileceği, gerçek vatanseverliğin yolunun Batı ile uyumlu olmaktan geçtiği” fikrinin aşılanmasıyla.
“One Minute” ya da “Mavi Marmara” gemisiyle ilgili Cemaat içi anti propaganda mekanizması, İsrail ile bozuşmanın Türkiye’ye, vatana millete zarar verdiği argümanı üzerinden pazarlandı. Tıpkı, Türkiye’nin Ortadoğu açılımının ve İran ile ilişkilerinin Türkiye’ye çok ama çok zarar vereceği lansmanı gibi. Devamında iş “Büyük Türkiye fikri vatana millete zararlı” noktasına kadar geldi, malum. Aynı mantıkla 17-25 Aralık da “vatan” için elzem faaliyetler olarak tercüme edildi tabana.
Yani karşımızda, yıllarca “Siz siyasetle ilgilenmeyin, büyüklerimiz ilgilenir” şiarıyla politize olmanın eşiğinde bırakılmış, “milli görüş” hariç her siyasi görüşe eğilip bükülebilir konumda olan bir kitle var.
Kurmayların talimat ve manipülasyonları dışında sadece iki yasa var: Direkt ABD denilemediği için “AB normları-Batı ile uyumlu olma” şeklinde telaffuz edilen o hayati ilke ve “Pers nefreti”.
Cemaat tarafından kabul edilebilir olmak için Müslüman olmak bile gerekmez iken, Cemaat’e karşı olmak, eleştirel tavır almak, çıkarlarını tehdit etmek Müslüman kabul edilmemeyi bile getirebilir. Zira bütün kavramlar yer değiştirmiş durumdadır. Yerli otoriteyi küçümseyen global güç merkezleri esas kabul edilerek, millilik, vatanseverlik, ülke menfaatleri de; iyilik ve kötülük gibi ahlaki normlar da bu “güç merkezlerine” bağlılığı zorunlu kılacak şekilde tanımlanmıştır. Osmanlıca kelime ve Kurani ıstılahlarla ya da İngilizce söylenmesi fark etmez ama her yol Roma’ya çıkar, çıkmalıdır.
Mısır’daki darbeye ses çıkarmayan, Rabia Meydanı’nda yüzlerce kişinin kurşuna dizilmesi karşısında susan Avrupa’nın, Cemaat’in sıkıntılarına sahip çıkması şaşırtıcı mıdır? Hayır. Asıl şaşırtıcı olan ABD’nin, Hocaefendi’yi iade etmesi olur.

Yorumlar kapatıldı.