İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Durup Dururken Hrant’a Mektup

Aydın Engin
Sıradan bir pazar bugün. Yılın sonlarına doğru sıradan bir gün. Yani yılın ne sonu, ne başı. Ne ölüm yıldönümün, ne doğum. Seninle ilgili çok önemli, yazılmazsa olmaz bir gelişme de olmadı. Yine de… Yine de içimden sana yazmak geldi…Çanakkale Zaferi’ne omuz silkip dudak büzmek en hafifinden densizliktir. Tıpkı 2015’in aynı zamanda “Ermeni soykırımı”nın 100. yıldönümü olduğunu görmezden gelmenin, mümkünse yok sayıp, değilse geçiştirmenin de en hafif deyimiyle densizlik olacağı gibi. Sanki her ikisi birden anılamaz, biri kutlanırken ötekiyle yüzleşmek mümkün değilmiş gibi bir hazırlık var. Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Ne soykırımı, asıl Ermeniler bizi arkadan vurdu; asıl onlar Türkleri katletti” diyecek. Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Evet bir şeyler oldu ama buna soykırım denmez, olsa olsa mukatele, yani karşılıklı katletmeler yaşandı” diyecek. Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Olan tehcirdir. Ermenilerin sadece yerleri değiştirilmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun başka bir bölgesine nakledilmişlerdir” diyecek. Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Niye ille soykırım terimi üstünde tepiniyorsunuz. Bakın Ermeniler bile bunu metz yegern yani büyük felaket diye adlandırıyorlar” diyecek… Türkiye istese de istemese de 2015’te Ermeni sorununu tartışmak zorunda. Ben bu tartışmadan kaçınılamayacağını anlatmak istiyorum.

***
Merhaba.
Sıradan bir pazar bugün. Yılın sonlarına doğru sıradan bir gün. Yani yılın ne sonu, ne başı. Ne ölüm yıldönümün, ne doğum. Seninle ilgili çok önemli, yazılmazsa olmaz bir gelişme de olmadı.
Yine de… Yine de içimden sana yazmak geldi.
Sebebi?
Sebebi -galiba- yok.
Haydi oku…
***
Biliyorsun, birkaç gün sonra 2014 bitiyor. Yani 2015’e ayak basıyoruz.
Devlet katında hummalı bir faaliyet var. 2015’i “Çanakkale Zaferi”nin 100. yılı olarak kutlamak istiyorlar. İtirazım yok. Sanırım senin de yoktur. Hem niye olsun ki? Yedi düvelin ordusunun yüklendiği Çanakkale Boğazı’nı, Balkan Savaşı’ndan zaten ağır yaralı çıkmış, halkı savaş yorgunu, Avrupalıların “Hasta Adam” diye andığı Osmanlı, canını dişine takarak savundu ve emperyalist ordulara geçit vermedi. Bu elbette kutlanır; yurdunu savunan yiğitlere destanlar düzülür. Sadece üç yıl sonra, savaş bittiğinde, Çanakkale’den geçemeyen emperyalist orduların Boğaz’da, Dolmabahçe önünde demirlediklerini; Ortadoğu’da haritaları cetvel koyarak yeniden çizip yapay devletler yaratırken Anadolu’yu da paylaştıklarını hatırlamak, hatırlatmak 18 Mart 1915’e gölge düşürmez.
Çanakkale Zaferi’ne omuz silkip dudak büzmek en hafifinden densizliktir.
Tıpkı 2015’in aynı zamanda “Ermeni soykırımı”nın 100. yıldönümü olduğunu görmezden gelmenin, mümkünse yok sayıp, değilse geçiştirmenin de en hafif deyimiyle densizlik olacağı gibi.
Sanki her ikisi birden anılamaz, biri kutlanırken ötekiyle yüzleşmek mümkün değilmiş gibi bir hazırlık var. Devlet katındaki çabalar bunu haber veriyor. Bütün dünyaya yönelecek bir kutlama programı öngörülüyor(muş). Filmler, diziler, konferanslar, broşürler, kitaplar hazırlanıyor. Diplomatlara bulundukları ülkelerde ellerinden ne gelirse yapmaları için kesin talimatlar verilmiş.
Kısacası bütün dünyaya 18 Mart Çanakkale Zaferi bir kere daha hatırlatılacak.
Ancak unutmayalım, bütün dünya da bize 2015 Ermeni soykırımını hatırlatacak. Sadece Ermeniler, sadece Ermeni diyasporasının etkileyebildiği kesimler değil, bütün dünya…
Bugünlerde bu konu sık sık sohbetlerimizin merkezine oturuveriyor.
Belki de bu sebepsiz sandığım mektubu da bu yüzden yazıyorum. Çünkü sohbet bu konuya odaklandığında “Hrant burada olsaydı ne derdi, nasıl yaklaşırdı; içini serinletmek için bağırıp çağırmak yerine en keskin Ermeni düşmanının bile kafasında soru işaretleri, yüreğinde insancıl kıpırtılar yaratmak için nasıl bir dil kullanırdı” diye soruyorum, soruyoruz.
Ah Ahparik, 2015’e girerken sana nasıl da muhtacız bir bilsen. Senin diline, senin aklına, senin içtenliğine ve senin ancak yiğitlere özgü cesaretine nasıl da muhtacız bir görsen…
Mesela yukarıda birkaç kez “Ermeni soykırımı” dedim ve her defasında duraksadım. Çekindiğimden, korktuğumdan değil. Farklı, hatta tam tersini düşünen okurları “Açık yürekli, önyargısız, ön kabulsüz, gerçeği, sadece gerçeği yakalamaya odaklanan bir tartışmadan uzaklaştırır mıyım” kaygısından duraksadım…
***
Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Ne soykırımı, asıl Ermeniler bizi arkadan vurdu; asıl onlar Türkleri katletti” diyecek.
Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Evet bir şeyler oldu ama buna soykırım denmez, olsa olsa mukatele, yani karşılıklı katletmeler yaşandı” diyecek.
Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Olan tehcirdir. Ermenilerin sadece yerleri değiştirilmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun başka bir bölgesine nakledilmişlerdir” diyecek.
Biliyorum, biliyorsun: Kimileri “Niye ille soykırım terimi üstünde tepiniyorsunuz. Bakın Ermeniler bile bunu metz yegern yani büyük felaket diye adlandırıyorlar” diyecek…
Biliyorum, biliyorsun: Sahici bir yüzleşme, yakın tarihimizle gerçek bir hesaplaşma yerine milliyetçi, hatta ırkçı önyargılar havada uçuşacak, birbirini anlamak yerine karşısındaki, kendisinden farklı düşüneni her anlamda “bitirmek” isteyenler öne çıkacak…
Hatta 2015 gelmeden başladı bile. Haberin oldu mu bilmiyorum, İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bir yardımcı doçent öğrencilerine ödev verdi, “Ermeni sorunu, ortaya çıkışı ve sözde soykırım iddialarına karşı, Türkiye’nin soykırım yapmadığını belgelerle açıklayın” diye buyurdu.
***
Türkiye istese de istemese de 2015’te Ermeni sorununu tartışmak zorunda. Ben bu tartışmadan kaçınılamayacağını anlatmak istiyorum. Kaçınılamayacağına göre dövüşmeden, tartışmaya, gerçeği aramaya hazırlanmak gerektiğinin altını çizmek istiyorum. O yüzden bu mektubu senin yanın sıra okurlar da okusun diye gazetede yayınlıyorum.
Ve işte o yüzden Ahparik, tam da bu yüzden senin diline, senin içtenliğine, senin duru aklına, senin ancak yiğitlerde rastlanan cesaretine muhtacız, diye yazdım.
Bu konuda önerin, öğüdün varsa yattığın yerden bana fısılda.
Ben duyarım.

Yorumlar kapatıldı.