İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1915’i diasporadan okumak ya da ‘Kesik’

Gülcan Tezcan / Gazeteci – Yazar
1915 Ermeni olaylarının 100. yılına girerken sinemada ilk fitili ateşleyen Fatih Akın’ın filmi Kesik oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1915’in 100. yılında tarihi gerçekleri anlatan filmler çekilmesi için özel çalışmalar yaptığıyla ilgili duyumlarımızın ne zaman hakikat olacağını bekleyeduralım Türk kökenli Alman yönetmen Fatih Akın, Ermeni tezine kalben sonuna kadar inandığına vurgu yaptığı röportajları eşliğinde filmi Kesik (The Cut)’ı Türk seyircisine sundu.

***
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan film, yabancı eleştirmenlerden düşük not almıştı. Ülkemizde de sinema yazarları pek memnun ayrılmadı filmden. Hatta Akın’ın filmografisindeki en zayıf halka yorumları da yapıldı. Haksız da sayılmaz eleştirmenler zira ideolojik bir bakışa saplanıp kalan sanatçıların en iyi bildikleri işi yapamayacak hale gelmesi hayli sık rastlanan bir durum.
1915’i diasporadan okumak ya da ‘Kesik’
1915 Ermeni olaylarının 100. yılına girerken sinemada ilk fitili ateşleyen Fatih Akın’ın filmi Kesik oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1915’in 100. yılında tarihi gerçekleri anlatan filmler çekilmesi için özel çalışmalar yaptığıyla ilgili duyumlarımızın ne zaman hakikat olacağını bekleyeduralım Türk kökenli Alman yönetmen Fatih Akın, Ermeni tezine kalben sonuna kadar inandığına vurgu yaptığı röportajları eşliğinde filmi Kesik (The Cut)’ı Türk seyircisine sundu.
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan film, yabancı eleştirmenlerden düşük not almıştı. Ülkemizde de sinema yazarları pek memnun ayrılmadı filmden. Hatta Akın’ın filmografisindeki en zayıf halka yorumları da yapıldı. Haksız da sayılmaz eleştirmenler zira ideolojik bir bakışa saplanıp kalan sanatçıların en iyi bildikleri işi yapamayacak hale gelmesi hayli sık rastlanan bir durum. Üstelik gösterime girdiği ilk haftanın gişe rakamlarına bakıldığında filmi sadece 5051 kişinin izlemiş olması da çok şey söylüyor. Hele de bu rakamın içinde savunduğu teze inanmasa da yönetmenin ne yapmış olduğunu görmek isteyenlerin de olduğu hesaba katılırsa Fatih Akın’ın hesaplarının neden tutmadığı daha net anlaşılır.
Tarihi diasporadan okumak
Avrupa’da yaşayan Türk kökenli yönetmenlerin başarısı gurur kaynağımız oldu her zaman. Onlar da Türk aidiyetlerini reddetmediler ancak uluslararası arenada artık birer İtalyan ve Alman yönetmen olarak kabul edilir oldular.  Projelerine her zaman Türk oyuncularını, Türk müziklerini, temalarını davet ve dahil etseler de kurdukları dil ve dünya görüşlerini yerleşik oldukları ülkenin kültürü üzerinden temellendirdiler. Ayaklarını bastıkları toprak Batı olunca zihinsel kodları ve kabulleri de aynı yerde biçimlenmeye başladı.
Fatih Akın’ı son filmi The Cut, ülkemizde gösterime giren adıyla Kesik de bunun en somut örneği. Film başlarken beyazperdeye düşen cümle ile Fatih Akın daha ilk dakikada niyetini ortaya koyuyor. “Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı’na girdiğinde bütün azınlıkları düşman ilan etti” diyerek filmini açan Fatih Akın, hikâyesini de tâ başından böylesi temel bir bilgi yanlışı üzerine bina ediyor. Bu andan itibaren zaten anlatıların da tarihi gerçeklikle bağı kopmuş oluyor. Seyirci, Fatih Akın’ın inandığı ve kurguladığı bir 1915 hikâyesi izliyor.
Kaldı ki Altyazı dergisine verdiği röportajda “1000’lerde, Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle, Ermenilerle karşılaşmasıyla başlamak gerekiyor aslında Soykırım’ı anlatmaya. Soykırım nasıl oldu? Öfkeler nasıl kaynadı? Balkan Savaşları kaybedilmişti. Ben onları seyirciye anlatmamaya, meseleyi daha Kafkaesk bir biçimde ele almaya, tek bir bakışa yer vermeye karar verdim. Mardinli bir demirci bu olayları nasıl karşılar, nasıl görür? Sadece o tek kişinin bakış açısında kaldım, aldığım ilk karar buydu” diyen Akın, kendini Ermeni diasporasının olduğu yere hizalıyor.
Filmin hikayesini izlemeyenler için özetlemek gerekirse 1915 yılının Mardin’inde başlayan western soslu Hollywood görünümlü Kesik, Osmanlı askerinin şehirdeki tüm Ermeni erkekleri zorla askere alışının resmedilmesiyle açılıyor. Demirci Nazarat Manukyan da silah zoruyla ailesinden koparılan Ermenilerden biridir. Ancak filmin daha en başında Nazarat usta karakterini canlandıran oyuncunun -saçları beyazlatılmış olsa da- hayli genç görüntüsü ‘kahraman’a yüklenen bütün o ağır hikâye ile bağ kurmanızı engelliyor. Oyuncu seçimi ve dil olarak İngilizcenin kullanılıyor olması da tarihi bilgi hatalarına eklenince film büsbütün tutarsızlıklar yumağına dönüşüyor.
Kesik kimi memnun etti?
Askere alınan ve fakat yol işçisi olarak gayriinsani şartlarda kendisi gibi toplama Ermenilerle çalışmaya zorlanan Nazarat, bu süreçte eşkıyalar eliyle ırkdaşlarına yapılan zulümlere şahit olur. Kendisi de kaçarken şâkilerin eline düşer ve içlerinden insafa gelen birinin yardımı sayesinde kellesini kurtarır. Filmin iddiasına göre şâkiler, Osmanlı tarafından Ermenileri katletmek üzere salıverilmişlerdir. Sesini kaybetmesine yol açan boynundaki kesikle kaçışını sürdüren Nazarat, geride bıraktığı ailesini de kaybettiğini ancak kızlarının hayatta kaldığını öğrenir ve film bundan sonrasında bir babanın Mezopotamya çöllerinden Havana’ya, oradan da Amerika’nın ıssız ve çorak arazilerine sürüklenen bir arayış hikâyesine dönüşür.
Nazarat’ın boynundaki kesikle ‘sessizliğe’ gömülmesi Ermenilerin 1915’te yaşadıklarından sonra suskunluklarına dalalet ederken, demirci ustasının sığındığı sabun atölyesinde mercimeğin taşlarını ayıklaması da Osmanlı’nın tebaasındaki azınlıkları ayıkladığına göndermedir. Ancak Fatih Akın’ın okuduğu tarihi kaynakların aksine Osmanlı tebaası arasında böyle bir eleme yapılmadığı gibi söz konusu ayrışma ve ayıklama Cumhuriyet sonrası mübadelelerle gerçekleşmiştir. ‘Sessizlik’ konusuna gelince bunca yıldır Ermeni diasporasının Batı’da ve Amerika’da yaptığı ‘katliam’ çığırtkanlığını Fatih Akın hiç duymamışsa bu O’nun problemi…
Kesik’de baskın bir biçimde hissedilen başka bir durum da batı karşısında duyulan kompleks. Dünya üzerinde yaşanan bütün soykırımlarla kendi geçmişinde yaşanan bir dönemi aynı kefeye koyan bir yaklaşımı başka türlü izah etmek pek mümkün görünmüyor. Filmin PR’ı için yaygın medyanın neredeyse bütün mecralarına röportaj veren Fatih Akın’ın ısrarla ‘soykırım’ ifadesini kullanması meseleyi insanî açıdan ele aldığı iddiasını boşa düşürüyor.
Fatih Akın’ın bir başka röportajında sarfettiği şu sözler de ortaya çıkan acıklı tablonun özeti gibi: “Açıkçası benim tahminim şuydu: Türkiye bu filmden memnun olmayacak. Ermeniler bu filmden memnun kalmayacak. Eksik bulacaklar, yeteri kadar sert değil diyecekler. Batı ise alkışlayacak. Yanlış anlamayın, bunu hesaplamadım ama böyle olmasını bekliyordum. Türkiye’de ne olacağını bilmiyorum daha ama dünyada tam tersi oldu. Bütün dünyadaki Ermeniler -Türkiye’deki, Fransa’daki, Amerika’daki, Almanya’daki, Ermenistan’daki Ermeniler- bu filmi çok önemli buldular. Çok sevdiler filmi. Onları olumlu anlamda şaşırtan şey ise bu filmi bir Türk’ün yapmış olmasıydı.”
Filmin hazırlık sürecinde, araştırma yaparken bazı Ermeni grupların Türk olduğunu duydukları anda kendisine yardım etmekten vazgeçtiklerini, boykot ettiklerini anlatan Fatih Akın, “Ermeniler filmi gördükten sonra Türklere duydukları bu öfke -bazı gruplardan bahsediyorum- sanki azalıyor. Bu film bunu yapabildi. Filmin siyasi boyutu bu aslında… Siyasi değil de hümanist boyutu. Evet, her yerde iyiler de var, kötüler de var kardeşim” diyerek ‘iyi niyet’ini ortaya koyuyor! Ancak filmdeki zalim, zorba Osmanlı askerine karşın, tek merhametli adamın hapishane kaçkını bir eşkıya olması, Ermenilerin aynı dönemde yapıp ettiklerine dair tek bir imâya dahi yer verilmeyişi filmde neden bütün kötülerin Osmanlı, bütün mazlumların Ermeni olarak karakterize edildiği sorusunu sorduruyor. Belki de Oscar heykelciğini havaya kaldırabilmek içindir her şey… Neden olmasın?  

Yorumlar kapatıldı.