İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarık, Lüsi ve yakın tarih

Serkan Kara  / kitap.eki@aksam.com.tr
Romanlarını toplumsal olaylar etrafında kurgulayan Vedat Türkali, geçmişi travmalarla dolu iki gencin aşkını anlattığı romanında, hikâyenin temelini, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar ile 1915 Ermeni Tehciri ve bu olaylar sırasında İttihat ve Terakki’nin rolü üzerine kuruyor.

Vedat Türkali, ülke tarihinin en çalkantılı dönemlerine neden olan siyasal olaylarla bunların sonucunda gerçekleşen bireysel ve toplumsal travmaları edebi dille anlatımda rüştünü ispat etmiş bir isim. Ancak ilk romanı Bir Gün Tek Başına’yla yazarlık çıtasını erişilmesi güç bir noktaya yerleştiren yazar, sonraki romanlarında başarılı işler çıkarsa da, bu eserlerinin, ilk romanın gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim son romanında da durum pek farklı değil! Vedat Türkali’nin Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitabı, ön ve arka kapak tasarımıyla edebi bir eserden ziyade politik bir kitabı andırıyor. Bunda kullanılan illüstrasyonun etkisi büyük… Özellikle yazarın arka kapakta dekupe edilmeden kullanılan fotoğrafı (yazarın fotoğrafı dekupe edilmese de arkasında yer alan “Her Dilde Özgür Sinema” yazısı flulaştırılıp fon olarak kullanılabilirdi) kitabın içeriğiyle bağdaşmaması bir yana, okur kitlesini sınırlayacak kadar da ‘marjinal’ duruyor. Aslında yayıneviyle özdeşleşmiş kapak tasarımları var, ki oldukça da başarılı, bu kitabın tasarımında da ufak tefek birkaç değişikliğe gidilse sanki daha da iyi olacak gibi…
Kitabın başkarakteri Tarık, Mamak Askeri Cezaevi ve Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadığı işkencelerin ruhunda yarattığı ıstırabı unutabilmek için kurtuluşu, adını Murat olarak değiştirmekte bulan bir genç. Ancak… Yaşadığı onca acı, karga olup beynine üşüşür! Tarık, kargalardan kurtulabilmek için gittiği bir tedavi sonrası, kendisini Diyarbakır Cezaevi’nden tanıyan Ayla Hemşire’yle karşılaşır. “Ayla” yazdığıma bakmayın, aslında onun da asıl adı: Zilan! Diyarbakır Cezaevi’nde hemşire olan ve şiddet gören bir Kürt kızı… Zilan Hemşire, Tarık’a, beynine üşüşen kargalardan ilaçlarla değil de kendisiyle yüzleşerek kurtulabileceğini söyler. Bu andan itibaren okur, kendini Anadolu topraklarının acılarla dolu geçmişinde bulur; hem de her an boğazı düğümlenerek…
Metin aşkla akıyor
Zilan Hemşire’nin özverisiyle kargaları dağıtmaya başlayan Tarık, halasının zoruyla Eminönü’nde işe başlamak zorunda kalır. Çalıştığı işyerinin sahibi, mimar bir Ermeni kızı Madam Lüsi’dir. Yazarın da dediği gibi, “Olaylar beklenmedik biçimde yuvarlanır…” ve Tarık’la Lüsi, kendilerini aşkın içinde bulur. Kendi acılarını dünyanın en büyük acısı olarak gören Tarık (hangimiz öyle değiliz ki!), Lüsi’yle tanıştığı andan itibaren Alevi, Kürt ve Ermenilerin Anadolu topraklarında yaşadığı acılara odaklanmaya başlar. Onun yaşananları öğrenme isteği kadar, Lüsi’nin dedesinin de öğretme isteği vardır. Hovnan Dede’nin yaşananları Tarık’a anlatmasındaki en büyük sebep de Tarık’ın günün birinde bunları yazacağına ve aslında bu zulümlerin bitmeyeceğine olan inancıdır.
Bitti Bitti Bitmedi, genel hatlarıyla bu şekilde ilerlerken Vedat Türkali, Tarık’ın hezeyanlarını aktarabilmek için bilinç akışı tekniğini –tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi- başarıyla kullanıyor. Yazar, hikâyesini anlatırken yine sıkça diyaloglara başvuruyor. Özellikle Tarık ile Dede’nin tanışmasından sonra sorulan bazı sorular ve bunlara verilen cevaplar, “Ey okur, bunu da öğren!” tadında… Ancak Türkali’nin ustalığı, tam da bu kısımlarda kendini hissettiriyor. Kurgudaki başarı ve dildeki kıvraklık okuru sıkmıyor. Yazar, hiçbir acıyı Lüsi’yle Tarık’ın aşkından öne çıkarmıyor. Hikâye pek çok acıyı içerse de metin aşkla akıyor. Türküler ve şiirler metni diri tutuyor. Ki Vedat Türkali, Bitti Bitti Bitmedi’de muhteşem bir sahneye de imza atıyor. Cezaevlerinde yıllarca akıl almaz işkencelere (makatına jop sokma, penisine elektrik verme ve daha niceleri…) maruz kalan bir erkeğin sevdiği bir kadınla yaşadığı, daha doğrusu yaşamaya çalıştığı ilk cinsel deneyim!.. Bu sahnede bile, bu zulme ortak olanların yedi sülalesine rahmet okumanız içten değil(!)
Arka kapaktaki özeleştiri
Bitti Bitti Bitmedi’nin arka kapağında görüşlerine yer verilen Doğan Özgüden’in TKP ve Türk solu hakkındaki özeleştirisi dikkat çekici: “…Genelde azınlıklar, özelde ise Ermeni, Rum ve Kürt kırımları konusunda TKP’nin, hatta genelde Türk solunun tavrı, bazı istisnalar dışında, pek de tutarlı olmadığından, bu tarihi yaşamış bir Ermeni şahsiyetin bu konudaki değerlendirmelerine keşke daha geniş yer verilebilmiş olsaydı…” Bu özeleştiriyi sadece ‘sol’la da sınırlamamak lazım. Zira Türkiye’de sadece TKP ve Türk solunda değil, toplumun hemen her kesiminde bu tür konulara yaklaşımda tutarsızlıklar mevcut. Muhafazakâr ve milliyetçi kesimin büyük bir çoğunluğu hiçbir açıklamayı dinlemeden, soykırım yoktur, diye kestirip atsa da, azımsanmayacak bir kitle ise konunun araştırılabileceğini, ‘var’ ya da ‘yok’ gibi kesinleşmiş bir sonuca göre de gerekenlerin yapılabileceğini dile getiriyor. Nitekim 2005 ve 2007 yıllarında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Ermenistan’a, 1915’te yaşananların netlik kazanması için ortak komisyon kurulması teklifinde bulunmuş, ancak teklifine Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’dan olumlu bir yanıt alamamıştı. Aradan yıllar geçti. Bir ay sonra yeni bir yıl başlayacak. 2015, Ermeni olayları ve tehcirinin 100. yılı. Türkiye’nin yanı sıra uluslararası arena da konunun üstüne her zamankinden daha çok düşecek muhakkak. Belki birkaç devlet daha Ermeni Tehciri’ni resmen ‘soykırım’ olarak kabul edecek; belki de tam tersi!.. Peki, bu neyi değiştirecek? Politikanın olduğu yerde acılar mı bitecek? Vedat Türkali’nin de derdi tam olarak bu!
Kimler keyif alır?
– Vedat Türkali’yi bu kitapla tanıyacaklar
– Acılarına tutunanlar
– Başkalarının acılarıyla da dertlenenler
– “Öteki” nedir bilmeyenler
– Vicdanıyla hareket edenler
Kimler keyif almaz?
– Bir Gün Tek Başına’yı okuyanlar
– Acılarına yenik düşenler
– “Benim derdim bana yeter” diye düşünenler
– Dilini, dinini ve ırkını her şeyden önde tutanlar
– Siyasi hesaplarla hareket edenler

Yorumlar kapatıldı.