İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aydınlık tarih/ karanlık tarih

Murat Belge
Amerika’yı Müslümanlar’ın “keşfetmesi”nin “keşfi” üstüne şunu da yazarak diziyi bitireyim. Bu Amerika’nın kendisinden çok, “keşfi” yapan kişinin zihniyeti ve “bilim anlayışı” üstüne bir yazı olacak. Son analizde neye dayanıyor bu “iddia”? Şimdi Almanya’da yaşayan bir Türk “ilim adamı” Kolomb’un anılarında, bir adada bir tepede gördüğü camiyi anlatan satırlara rastlıyor ve kolları sıvıyor. Oysa Kolomb gördüğü “yer şekli”ni betimlemeye çalışıyor, camiye ve minareye benzediğini söylüyor. Kolomb’un bildiğim kadarıyla dört seferi vardır. Honduras ve Venezuela dâhil birçok yer görmüş, birçok yerliyle konuşmuş, anlaşmaya çalışmıştır. O “minare” benzetmesini “keşfeden” “ilim adamı” herhalde bu anıların geri kalanında herhangi bir “Müslüman izi”ne rastlamadı. Ama ne gam! O geçerken söylenmiş söz bu Müslüman zaferine yetti.

Büyük Efendi, bu zaferi yazan çok sayıda kitaptan söz ediyor. Belirli bir ideoloji adına tarihi yeniden yazma çabası böyle bir şeydir. Üşenmezseniz Güneş- Dil Teorisi’nin “mehazları”na da bakın. Bu dâhiyane buluşun babası Avusturyalı Kvergiteh’tir (yani Türk de değil –“tarafsız” bilim adamı). Ama teorinin bu babadan gayrı amcaları –ve ebeleri– de vardır. Reşit Galip’n Orta Asya’daki denizin kuruması üstüne konuşmasının belagatine bakın. Ayrıca, “Yahu, kuruyan deniz falan yok” demeye cesaret eden Turancı Zeki Velîdi’nin Türkiye’de yaşayamaz olması gibi ayrıntılara da bakın. Büyük Efendi “birçok kitap”tan söz ediyor. Bunların ne olduğuna ise pek girmiyor.
Çamlıca tepesindekini bitirdikten sonra bir de Küba’nın tepesine eser bırakmak Tayyip Erdoğan’ın bu dünyada minnet ve şükranla anılmasına vesile olacaktır elbette.
Ama yalnız Küba’nın tepesine cami yapmak değil, istenen; teorinin kendisini de o yapılacak cami kadar somut bir kurum haline getirmek. Bunun için Büyük Efendi YÖK’e ve Millî Eğitim Bakanlığı’na gerekli talimatı verdi. Şimdiden sonra bu büyük gerçeklik okul programlarına girecek. “Dindar nesiller” yetişmesine bunların da katkısı mutlaka olacaktır.
Bu dünyada yüz yıldır konuşulan bir konu var: 1915 Nisan ayında başladığı söylenen bir olay bu. Hani, biliyorsunuz, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler toparlanmış, sürülmüş. Bu “tehcir” midir, “kıyım” mıdır, “genosid” midir, o zamandan beri konuşuluyor. Olayı hukuken nereye koyacağımız tartışması ayrı konu da, “giden gelmiyor” durumu yeterince net. Sayıları bir milyonu aşan Ermeni gitmiş ve gelmemiş.
Hemen hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da AKP’nin –ve tabii Büyük Efendi’nin– yaklaşımı makûl bir yaklaşımdı. Hemen hemen her konuda olduğu gibi, iktidarda yayıldıkça Büyük Efendi’nin –ve onun çizdiği çizgilerin dışına çıkmayan partisinin– bu konudaki tavrı da değişime uğradı.
Büyük Efendi’nin şimdi bir (“devlet” değilse de “hükümet”) çizgisi var: Bu konunun araştırılmasını “tarihçiler”e bırakalım, diyor.
Ne demek bu? Yani, sözügeçen olayın ne olduğunu yeterince bilmiyoruz; bu konuda şimdiye kadar bazı çalışmalar yapıldıysa da, ortada tatmin edici bir sonuç, bir açıklama yok. Bu demek. Onun için de, şöyle yüz yıl sonra, bir “tarihçiler komisyonu” kuracağız. O adamlar olayı inceleyecek, ne olduğunu anlayacaklar. Böylece, onların sayesinde biz de anlayacağız, aydınlanacağız.
Demek ki, Büyük Efendi’nin o kendine özgü zihninde, “Ermeni Kıyımı” diye bilinen olayın çizgileri belirlenmemiş. Böyle bir olay olduğuna dair yeterli kanıt yok.
Ama Amerika kıtasını Müslümanlar’ın keşfetmiş olduğu önermesi böyle değil. Bu zaten bir “önerme” değil, bir “olgu”. Yeterli araştırması yapılmış, doyurucu sonuçlara ulaşılmış. Tartışılmasına gerek kalmamış; hâlâ tartışmaya çalışanlar, kendi soylarına güven ve sevgi duymayan “yabancı taklitçileri”, yani “soysuzlar”. Keşif nasıl bir “olgu” ise bunların soysuzluğu da öyle bir olgu.
Ve artık Amerika’nın Müslümanlar tarafından keşfedildiği olgusunu okullarda okutmamıza engel yok.
Atatürk de “Güneş- Dil Teorisi”nin Dil- Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde okutulmasını istemişti. (TARAF)

Yorumlar kapatıldı.