İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dink cinayeti hangi örgütün işi?

Nazlı Ilıcak
Hrant Dink cinayeti davasında, 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma ilamına uyarak, yargılamayı “örgütten” yapacağını açıkladı. Ama zihniniz sakın karışmasın, 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sadece Erhan Tuncel ve Yasin Hayal yargılanıyor. Ogün Samast’ın Çocuk Mahkemesi’ndeki davasının da bu davayla birleştirilmesi istikametinde karar alındı. Fakat dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün dosyası hâlâ Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde. Trabzon’daki mahkeme, Ali Öz’ün dosyasını Ogün Samast ve Yasin Hayal ile birleştirmeyi reddetti.

Ayrıca, Adalet Bakanlığı nihayet dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün de içinde olduğu 9 kamu görevlisinin soruşturulmasına izin verdi. (Ekim 2014.) Bugüne kadar beklemedeydik. Çünkü İçişleri Bakanlığı tarafından konuyu incelemekle görevlendirilen Mülkiye Müfettişi, kamu görevlilerinin soruşturulmasına izin verilmemesi yönünde görüş bildirmişti. Müfettişin bu görüşünü dikkate alan valilik de soruşturma talebini reddedince, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı vermişti. Dink ailesi itiraz etti. Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, takipsizlik kararını kaldırdı. Savcılık, Adalet Bakanlığı’na müracaat ederek, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının kanun yararına bozulmasını istedi. Adalet Bakanlığı bu talebi kabul etmeyince, kamu görevlilerinin yargılanmasının önü açıldı.
Hrant Dink cinayeti 19 Ocak 2007’de işlendi. Aradan 7 yıldan fazla zaman geçti. Kamu görevlileri ancak yargılanabilecek. Daha önce, Trabzon Alay Komutanı Ali Öz, hafif bir cezaya çaptırılmıştı. Hiçbir kamu görevlisi hakkında ciddi bir soruşturma yürütülmemişti. Gene de kamu görevlilerinin davasıyla Erhan Tuncel ve Ogün Samast davasının birleştirilmediğini görüyoruz. Oysa birbiriyle yakından ilişkili konular. Eğer Hrant Dink cinayetinin arkasında derin devlet varsa, kamu görevlilerinin izini sürerek ipucu elde edebiliriz. Yanlış anlaşılmasın, ihmali olan kamu görevlilerinin bir kasıtla hareket ettiğini söylemiyorum. Ama kasıt olup olmadığının incelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Kronoloji
Hrant Dink cinayetinin birkaç gencin tehevvüre kapılarak silaha sarılmasıyla gerçekleşmediğini, olayların kronolojisi bize gösteriyor.
6 Şubat 2004: Agos’ta, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu yazıldı. 21 Şubat’ta, haberi Hürriyet iktibas etti. 22 Şubat’ta Genelkurmay Başkanlığı, Hrant Dink’i hedef alan öfkeli bir açıklama yaptı. 23 Şubat’ta, İstanbul Valiliği’ne çağrılan Dink, bir MİT elemanıyla görüştü. Görüşmenin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un talebiyle gerçekleştiği daha sonra belirtildi. Orada Dink’e bir uyarı yapıldı: “Bazı yazılarınız toplumun tepkisini çekebilir; ortalık allak bullak olur. Daha dikkatli haber yapmanız gerekebilir.”
Dink’in 13 Şubat’ta yazdığı bir yazı dolayısıyla, avukat Kemal Kerinçsiz suç duyurusunda bulundu. O yazının bir cümlesinde Ermeniler’in soykırım üzerinde ısrarla durmalarının kan zehirlenmesi yarattığı biraz karışık bir cümleyle anlatılıyordu: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.”
Bu cümleden dolayı Hrant Dink TCK’nın 301. maddesinden (Türklüğe hakaretten) yargılandı. Davanın sürdüğü Şişli’deki mahkemeye Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz gelip tepkilerini sergilediler. (Hepsi, Ergenekon’dan yargılandı; mahkûm oldu.)
                                                              ***
Bu kronolojiye bakınca, hadisenin Sabiha Gökçen’le başladığı ve Genelkurmay’ın, Gökçen’in Ermeni olarak gösterilmesine tepki duyduğu anlaşılıyor. Bu yüzden akla “Cinayette devletin parmağı var mı” sorusu geliyor.
Peki Tayyip Erdoğan’ın kanaati ne? Erdoğan, bir süre önce şöyle konuştu: “Bu dava kişileştirilmiş bir davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır.”
O da Celalettin Cerrah gibi, meseleyi birkaç çapulcunun işi noktasına getirdi.
Bu bakış açısı ile ve bu kadar gecikmeyle, adalet nasıl gerçekleşecek?
Balyoz çöktü mü?
Balyoz Davası yeni baştan görülüyor ya, avukatlar meydana döküldü. Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın ifadelerinden yola çıkarak, “Dava çöktü” demeye başladılar. Ortada yığınla belge var; iki komutanın “Balyoz’u duymadım” demesi mi davayı çökertiyor? Zaten Balyoz’u duyup da sorumluları cezalandırmadıkları için, kendileri de sorumlu duruma düşerler. Bu yüzden, Balyoz Darbe Planı’ndan haberleri olmadığını söylemeleri doğal. Muhtemelen, ayrıntılarını bilmiyorlardır. Lakin çeşitli beyanları, her iki komutanın da 1. Ordu’daki kural dışı tertiplerden haberdar olduklarını gösteriyor.
Aytaç Yalman’ın ise “Plan Semineri yapılsın talimatını ben verdim” sözleri, gerçekle bağdaşmıyor. Çünkü daha önce, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo emrime aykırı olarak uygulandı” şeklinde cümleleri var. Sadece Milliyet Gazetesi’nde Fikret Bilâ’ya verdiği demeç değil, bu husus, Yargıtay’ın gerekçeli kararında da yer alıyor: “Genelkurmay Başkanlığı, TATPROG 2003-2006 dokümanına ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 3 Ocak 2003 tarihli açık emrine rağmen, 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan’ın icra edilecek Plan Semineri’ni, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın öngördüğü kapsamda YAPMAMA kararlılığı yüzünden, 1. Ordu Komutanlığı Karargâhı, -Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu İÇERMEYEN, 1. Ordu as birliklerine ise, Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu İÇEREN- farklı iki yazı göndermeyi düşünmüştür. Sonradan bundan vazgeçilmiştir. Bu husus, 1. Ordu Komutanlığı Harekât Y. Başkanı Tuğgeneral Mustafa Korkut Özarslan ve Harekât Şube Müdürü Kurmay Albay Süha Tanyeri’nin anlatımlarından anlaşılmıştır.”
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın emrine uyulmadığı o kadar açık ki, bir ara Çetin Doğan, önüne engel çıkmasın diye bağlı bulunduğu komutanlığa gerçek dışı bilgi göndermeyi bile hesap ediyor.
Dolayısıyla Aytaç Yalman, “Talimatı ben verdim” dediği için Balyoz davası çökmez.
Konuyu, kesilen cezaların ağırlığı noktasında tartışabiliriz ve makul bir çizgide buluşabiliriz. Sözgelimi, “Çetin Doğan, önce kalp ameliyatı geçirmiş, sonra da 30 Ağustos 2003’te emekliye sevk edilmiştir. Dolayısıyla planlanan adımlar atılmamıştır. Bir darbe teşebbüsü ortada yoktur” denilebilir. Hatta suç işlemek için anlaşma yapılması ve bundan da soruşturma açılmadan vazgeçilmesi halinde, ceza verilemeyeceği düzenlemesini dikkate alarak (Eski TCK madde 171: “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler”) Balyoz sanıklarının beraat ettirilmesi de mümkündür. Ama ortada bu kadar ciddi delil mevcutken, “Bunların hepsi sahte; Cemaat’in bir tuzağı” açıklamasını yapmak, uzlaşma imkânını da ortadan kaldırıyor.
Balyoz Davası, 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı; Yargıtay kararı onadı. Son derece kapsamlı bir gerekçeli karar mevcut. Mahkeme, Plan Semineri’ndeki konuşmaları, Balyoz Planı’nın gerçek olduğunu gösteren deliller olarak kabul etmiş bulunuyor. Gerekçeli kararda uzun uzun darbeyi çağrıştıran bu konuşmalara da temas ediliyor.
Adalet ortaya çıksın isteniyorsa, “Her şey bir düzmeceden ibarettir” iddiasını seslendirmek yerine, “Darbe teşebbüsü gerçekleşmemiş; hazırlık safhasında kalınmıştır” veya “Sanıklar bundan vazgeçmiştir” denilirse, kutuplaşmak yerine bir uzlaşma zemini yakalayabiliriz.

Yorumlar kapatıldı.