İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Bız Bız Çur” veya Papazı dövdürtmeyecektik!

Cumhurbaş(ba)kanı Erdoğan Estonya dönüşü yine pejoratif devlet aklıyla konuşmuş: “Kobani ile alakalı olarak, orası aslen, Kürtlerin mi yoksa Arapların mı tartışmasına girmek istemiyorum. Ama işin aslına bakarsanız, adı üzerinde, Ayn’el Arap’tır.” Bu tarihsel dinamikleri hiçe sayan üstenci akıl ve kolonyal rejim ağzının nasıl bir toplumsal yarılmaya yol açtığının kavran(a)madığının en üst perdeden telaffuzudur. Ursula K. Le Guin’in “Yerdeniz Büyücüsü” romanında, her şey ve herkesin bilinen ismi dışında sahih bir adı vardır ve bu sahih adıyla çağırdığınız kişi veya nesne her koşul ve şartta çağrınıza yanıt verir. Hadi biz de mağdur ve maktulün zalimle yer değiştirdiği coğrafyamızda sahih adları çağıralım.

12 yaşında kendisi de Halep’e giderek araba tamirciliği ile iş hayatına başlayan Bedros Ekmanian, 1940’lı ve 50’li yıllarını geçirdiği Kobani’de güçlü bir Ermeni sosyal hayatı hatırlıyor. Onun anlatımlarından devam edelim: Bedros Ekmanian Ermenilerin “Arap Pınar”a özel bir isim de verdiğini söylüyor: “Pınarın kaynağından çıktığı yerde “bız bız” diye çıkarttığı bir ses nedeniyle sadece Ermeniler arasında bu suyun özel bir adı vardı. Biz “Arap Pınar”a “bız bız çur” yani “bız bız ses çıkaran su” derdik. Bütün Kobani Ermenileri bugün nerede olursa olsun, birbirileriyle karşılaştıklarında “bız bız çur”u hatırlar”
http://www.radikal.com.tr/turkiye/bir_ermeni_cocugun_kobani_hatiralari-1220945  
Jean Louis Le Touzet’in Liberation Gazetesi için Kobaneli Mustafa Bekir’le yaptığı söyleşiden alıntılarla devam edelim.
“Mustafa Bekir büyük mavi gözlü Suriyeli bir Kürt. 64 yıl önce Kobani’de doğmuş.(kendi anlatımlarıyla) 20. yüzyılın başındaki bu dönemde şehirde yaşayanlar sadece Kürtler ve Ermenilerdi. 60’lı yılların sonunda Hafız Esad’ın iktidara gelişine kadar burada Araplar hiç ama hiç yaşamadı. Batıdaki kaynağa Arap Bedeviler hayvanlarını getirdikleri için oraya “Arap pınar” anlamına gelen Ayn el Arab adı verildi. Baasçılar iktidara geldiklerinde hemen Kürtçe ve doğuda olduğu gibi bazıları Yahudilerin varlığına işaret eden isimleri değiştirdiler. Kalan tek Yahudi isim, şehrin batısındaki “Davud’un çiftliği” oldu.1915’ten itibaren zulümden kaçan Ermeniler bu buğday ambarına yerleştiler. Hemen çalışmaya başladılar ve ilk değirmenleri kurdular. Önce bir tane, sonra bölgede onlarca küçük değirmen. İlk demiryolu hattını inşa eden İngilizler yerel halktan insanları, çoğunlukla Kürtleri işe aldılar. İnsanlar böylece “company” için çalışmaya başlarlar. Kısa süre içinde “p” harfi yumuşatılır ve “combany”ye dönüşür. Daha sonra m harfi düşer ve önce “Kobany”, daha sonra da “Kobani” olur.”
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=kobanide-aragon-ya-da-voltaireden-kime-bahsedeyim-ki&haberid=8460
Doğru bir amaç için yanlış araçlar kullanmanın ahlaki boyutunu sorgulayabiliriz, ama yanlış bir amaç için doğru işler yapmanın günahı ne olacak? Unutmayalım küçük insanların büyük günahları olur!
Günahlarımızın bizleri değerli yalnızlıktan tehlikeli bir yalnızlığa sürüklediği coğrafyamızda, özgürlük ve eşitlik taleplerinin artık rafta kalmayıp, formel eşitlikten alanlarda görünür hale gelen eşitlik ve özgürlük taleplerinin siyaseten karşılığının alınması noktasına evrildiği görülmeli ve karşılığı da olmalıdır.
Evet, coğrafya kaderdir! Ama Alternatif Osmanlı Paradigması’nın  postmodern halifelik üzerinden hegemonik emperyal düşleri kötü bir  yanılsamadır.
Bitiriyorum!
Rivayet bu ya; bir Kürt-Alevi dedesi, bir Sünni-Türk imam ve bir Ermeni-Hıristiyan papazı (Tanzimat’la beraber, yanlarına bir de Yahudi haham katıp, faytonla sokaklarda bundan kelli gâvura gâvur demek yasak diye bağırarak dolaştırdıklarından olmalı), kol kola dolaşıyorlarmış.
Sıcağın altında karşılarına bir bağ çıkmaz mı; gireriz girmeyiz derken, girmişler bir güzel üzüm yemişler.
Bağın sahibi Sünni-Türk, bunları yakalamış.
Papaza: Hadi bunlar din kardeşlerim, sana ne oluyor, bağıma girip üzümlerimi yiyorsun deyip pataklamış. Alevi-Kürt dedeyle Sünni-Türk imam kıllarını bile kıpırdatmamışlar hatta -Yahu ucuz kurtulduk, ne de olsa din kardeşi sayılırız diye içten içe sevinmemişler de değil..
Bağ sahibi, Hadi hoca ile mezhep ve millet olarak ailedeniz; sana ne oluyor, papazla bir olup üzümlerimi yiyorsun deyip pataklamış Kürt-Alevi dedeyi; Sünni-Türk hocanın keyfi yerinde -Gözünü seveyim şu benim mezhebimin deyip için için seviniyormuş.
Ve nihayet, bağcı dönmüş soydaşı-dindaşı hocaya: Yahu hoca, biri Kürt, diğeri Ermeni, biri Alevi dedesi, diğeri papaz; engel olacağına nasıl olur da onlarla üzümlerimi yersin ha deyip onu da bir güzel pataklamış ve gitmiş oradan.
Üçü yara-bere içinde yarı baygın kıvranıyorken, hoca inleyen Alevi dedesine fısıldamış, Hışt Dede! Biz nerede hata yaptık biliyor musun? İnleyen dede sormuş Üzümleri yemekle mi? Hoca cevaplamış Yok yahu, başta en başta, papazı dövdürmeyecektik.
Evet, papazı dövdürtmeyecektik!
*1950’li yılların başında Ermeni çocukların Kobani’deki küçük gölde yüzmesi… Soldan ikinci çocuk Bedros Ekmanian. Bu fotoğraf Harout Ekmanian’ın kişisel arşivine aittir.

Yorumlar kapatıldı.