İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Erzurum İçin A.S. Safrastian’ın Tanıklık İfadesi*

Geçen Ekim ayından beri,Ermenilere karşı yapılan zulmün tüm dünyada duyulmasından sonra,gerçekler apaçık ortada olduğu halde,söylenenlerin hepsinin doğru çıkmayacağını umduk. Türkiye Ermenistanı’nda, bazı  ücra köylerde Ermenilere dokunulmadığını, büyük yollara yakın yerlerdeki köylerin yakılıp yıkıldığını sanmıştık. Ne yazık ki,Erzurum ve Bitlis’in kapladığı bütün bölgeden Türkler çekilip gittikten sonra,neler olup bittiğini kendi gözlerimizle gördüğümüzde, bu büyük katliamın boyutlarını daha net bir biçimde kavrayabildik. Bu iki vilayette ve buradaki köy ve kasabalarda, Ermeniler tarihte benzeri görülmemiş bir zalimlikle yok edilmişlerdi.

Erzurum ve Van’da bazı şeyleri kendi gözlerimle gördükten ve Bitlis,Muş,Hınıs’taki olayları Rus subayları ve daha başka kaynaklardan öğrendikten sonra,1915 Nisan ayında,Erzurum ve Bitlis vilayetlerinde,Türklerin hakimiyeti altında kalan Ermenilerin 250.000 kadarı geçen yaz,kaçarak ya da Rusların ilerlemesi karşısında bulundukları yerlerden ayrılarak gitmişlerdi ve şimdi Transkafkasya’da bulunuyorlardı.Sadece 10.000 kişi,Türklerin de uğradığı felaketler sonucu,hastalık ya da savaş koşulları yüzünden ölmüştü;geri kalan 240.000 kişi hiçbir insanın yapamayacağı kadar gaddarca,hunharca yöntemlerle öldürülmüştü.
Felaketin,Avrupa ve ABD basınında yer aldığı boyutlarıyla tamamen gerçek olduğu kanaatindeyim.Bu bilgiler,tarafsız konsolos ya da misyonerlerin gözleriyle gördükleri olayları anlatmalarıyla elde edilmişti.Fakat,en korkunç olaylar gözden ırak yerlerde yaşanmış,en müthiş bir gaddarlık ve kinle işlenen cinayetler,kuş uçmaz kervan geçmez yurt köşelerinde işlenmişti.
Erzurum kentinin,Türkiye Ermenistanı’ndaki bu büyük askeri müstahkem mevkiin,savaştan önce 50.000 sakini vardı,bunlardan 20.000’i Ermeni’ydi.Erzurum yaylası,kentin kuzeybatısında uzanan verimli alüvyonlu topraklara sahipti ve burada en azından 45.000 nüfuslu 60 Ermeni kasabası vardı.Bu kasabaların halkı güçlü kuvvetli,sağlam yapılı köylülerden oluşuyordu.
Avrupa’da savaş başladığında,Jön Türk Merkez Komitesi,Bahaeddin Şakir Bey adında birini Erzurum’a gönderdi.Bu kişi,komitenin liderlerinden biriydi ve Erzurum’daki Ermenileri yok etmekle görevlendirilmişti.Çılgın bir fanatik olan Cemal Efendi ise,bu işlerde yardım etmek üzere onunla birlikte gelmişti.Komitenin İstanbul’dan gönderilen bu iki sadık adamı yapacakları şeytanca işte,yerli halktan iki kişinin,Edip Hoca ile Cafer Bey’in de yardımını alacaklardı.
Erzurum’da,her yerde olduğu gibi,Ermeniler askeri müsadere adı altında,soyulup soğana çevriliyordu.1915 Ocak’ında,Türkler Sarıkamış’ta yenilgiye uğradığında,Ermeni gönüllülerin bu savaşta oynadığı rolü abarttılar,Erzurum’da yaşayan halkların birbiriyle olan ilişkilerine zehir saçtılar.Sarıkamış’tan dönen bir Türk subayı,Erzurum’da Ermeni Piskoposu Sempad’a,savaş alanında daha çok Ermenilerle çarpıştıklarını anlattı.”Askerlerimizden birçoğu Ermeniler tarafından öldürüldü,” dedi,”köylerimizi yakıp yıkan,keşfe çıkan birliklerimize saldıranlar da gönüllülerdi.”
Bunun sonucunda,Jön Türk liderleri tarafından,Ermeni halka karşı kara çalma ve provokasyon kampanyası başlatıldı.Türk ordusundaki Ermeni askerlerin silahları ellerinden alındı,bunlar yol inşası işlerinde çalıştırılmak üzere yol taburlarına verildi.Çaresiz halkın üzerine her türlü baskı uygulandı ve varı yoğu elinden alındı.Türkler,18 Nisan günü,kentin dışında büyük bir miting düzenlediler.Ermeniler “hain” ve “İmparatorluk düşmanı”,onları destekleyen herkes de Türkiye’nin düşmanı ilan edildi.Ermeni dostlarını korumak isteyen Müslümanlara kesin emirler verildi;eğer bunu yaparlarsa korudukları kişilerle aynı muameleye tabi tutulacaklardı.
Kendilerini bekleyen akıbetin farkında olan Ermeniler,genel vali Tahsin Bey’e sığınıp korunmalarını istediler.Vali,merkezi hükümetten gelen emirlerin dışına çıkamayacağını söyledi.Ermeniler,Alman Konsolosu Herr Anders’e gidip yardım dilediklerinde,o daha da haşin davrandı.Konsolos,baskıların Türk hükümeti tarafından emredildiğini,Ermenilere saldıran çetecilerin haklı olduğunu,yasadışı bir iş yapmadıklarını,kendisinin de bu işlere karışmak istemediğini söyledi.
Nisan ve Mayıs aylarında Ermenilerin çektiği acıların büyüklüğünü insan gözönüne getirebilir.Dört bir yanından amansız düşmanla çevrili ve her türlü silahlı ya da yasal korumadan yoksun olan Ermeniler,bu benzeri görülmemiş feci durumdan kurtulmak için ellerinden geleni yapmaya çabalıyorlardı.Aralarındaki hemen hemen bütün entelektüeller,önde gelen kişiler,öğretmenler hapishanede korkunç işkencelerle can vermişlerdi.Pilos,Atruni ve daha nicelerinden hapse konuldukları günden beri haber alınamıyordu.Kentin ileri gelen sakinlerinden biri olan Pastırmacıyan,sokak ortasında vurulup öldürülmüştü.Bu terör rejimi ovadaki köy ve kasabalara da yayılmıştı.
Van’ın 16 Mayıs günü Ruslar tarafından alınması ve Ermeni gönüllülerin kente girişi,Erzurum’daki Türk yöneticiler üzerinde büyük bir etki yarattı.Aynı gün,Hınıs’ta ve komşu 38 köyde Ermeniler,tek bir erkek kalmamacasına öldürülmüş,kadınlar Kürtler arasında dağıtılmıştı.
Hınıs’ın Ruslar tarafından alınmasından sonra,3.000 kadar Ermeni kadın ve çocukları Hınıs dolaylarına sığındı.Bunlar,Sancak ve Hınıs’ta yaşayan 22.000 Ermeniden sağ kalanlardı.
Bu sırada,Ruslar Malazgirt ve Bitlis’e doğru ilerliyorlardı.Türkler Malazgirt ve Pasin’i Ermenilerden boşaltıp,bunların hepsini Erzurum’a doğru sürdüler.Açlıktan yarı ölü gibi olan bu köylüler,zorla yaptırılan yürüyüşlerden bitkin bir halde,kentin kapılarına geldiklerinde,içeri girmelerine izin verilmedi;yedi gün yağmur altında bekletildiler.1915 Mayısında durumları o kadar kötüleşmişti ki,Alman Konsolosu bile,onları görmeye gelmiş “isyancı hergeleler” arasında dağıtmak üzere elbiseler ve ekmekler getirmişti.Daha sonra,bu sürgünler Erzincan’a gönderildiler ve Fırat’ın sularında boğuldular.
4 Haziran günü,Erzurum yaylasındaki Ermeni köylülerden ilk kafile,15.000 kişilik bir yığın halinde evlerini terkedip Erzurum’un batısındaki Nenehatun istikametinde yola çıktı.Bunlara çeteler (Türk gönüllüleri) muhafızlık ediyordu.Bu çeteler,cihad ilan edildikten sonra cezaevlerinden salıverilen suçlulardan oluşuyordu.Bellerine kadar çamur içinde ve inişli yokuşlu arazide,çocuklar ve zayıf kadınlar yol kenarında düşüp kalıyor,çeteciler buna gülüp geçiyordu.Her akşam,köylülerden haraç toplanıyordu.Yavaş yavaş neleri varsa -para,elbise,at,vb.- hepsini vermek zorunda kaldılar.Türk köylerinden geçildikçe,kadın ve kızlar Türkler arasında paylaştırıldı.Nenehatun’a birkaç saatlik uzaklıkta,Kemah Boğazı denilen vadinin girişinde,konvoy “kim oldukları bilinmeyen haydutlar” tarafından sarıldı.Bir tabanca atışıyla işaret verildi,akabinde Ermenilerin üzerine yaylım ateşi açıldı.Bu kafileden sağ kalanlardan biri olan 18 yaşındaki bir delikanlıyı Erzurum’da gördüm,üzerlerine ateş edilen kadın ve çocukların feryatlarının,çığlıklarının tüyler ürpertici olduğunu söyledi.Birçokları kaçmaya çalışmış,onları da kendilerine güya muhafızlık eden çeteciler vurmuştu.İki saat içinde vadi toprağa gömülmemiş ölülerle dolu bir mezarlığa dönmüştü.Yola çıkan 15.000 kişiden pek azı sağ kaldı.Bunlar kaçıp Türk köylüsü kılığında Erzurum’a ulaştılar.
18 Haziran’da,sıra kente gelmişti.Ermenilere hazırlanmaları için 15 günlük süre verilmişti,eşyalarını kutulara ve denklere yerleştirip Amerikan misyonu başkanı Mr. Stapleton’a ve Ermeni katedraline emanet bıraktılar.Vali,onlar yola çıkmadan önce koruma ücreti olarak 1.000 Türk lirası aldı.İlk önce gidecek kafileye,ileri gelenler arasından 160 aile seçildi.Bunlar varlıklı ve iyi eğitimli insanlardı.Erzurum’daki Alman subayları,erkeklerinden ayrılan Ermeni kadınlarına çok gaddarca ve zalimce davrandı.Almanlar,kadınları evlerinden zorla çıkarıp onlara tecavüz ediyorlardı.Yüzbaşı Schapner adında biri,güzel bir hanım olan Bayan Çilingiryan’ı taciz etmiş,kendisiyle birlikte gelmeye zorlamıştı.Bayan direnince,onu sokaklarda sürüklemiş,çok zalimce davranmıştı.Bu Alman subayı,İsviçre’de eğitim görmüş genç bir hanım olan Bayan Sarafiyan’ı da kaçırmıştı.Bir Alman Teğmeni Karl,beş kadını zorla sürükleyerek odasına götürmüştü.
160 aileden oluşan konvoy,arabalarla ve bazı yüklerle yola çıktı.Kendinden önce gidenlerle aynı yönde ilerliyorlardı,yani Nenehatun’a ve Erzincan’a doğru gidiyorlardı.Yolda soyguna uğradılar,her şeyleri ellerinden alındı,elbiseleri bile çıkartıldı.Erzincan’ın dış mahallelerine vardıkları biliniyordu,fakat bundan sonra onlardan bir daha haber alınamadı.
Piskopos Sempad arabasıyla,tek başına Erzincan’a gönderildi,ondan da bir daha haber alınamadı.
Haziranın son haftasında,Erzurum’dan ardı ardına birçok kafile yola çıktı.Bunlardan çoğu da yollarda katledildi,ya vuruldular ya da nehirlere atılıp boğuldular.İçlerinden biri,Zaruhi hanım,varlıklı,yaşlı bir kadındı.Fırat Nehri’ne atıldığında,bir kayaya tutunup kurtulmayı başarmıştı.Kıyıya çıkmış ve Erzurum’a dönmüş,bir Müslüman arkadaşının evinde gizlenmişti.”Tüm Rusya Şehir Meclisleri Birliği”nin temsilcilerinden biri olan Prens Argutyan’a (Argutinski) yüzlerce çocuğun süngülerle öldürülüp Fırat Nehri’ne nasıl atıldığını hatırladığında titremeye başladığını anlattı.Kadın ve erkekler çırılçıplak soyundurulmuştu;yüzlercesi birbirine bağlandı,vuruldu ve nehre atıldı.Erzincan yakınlarında,nehrin dönemeç yaptığı bir yerde,üst üste yığılan cesetler öyle bir baraj meydana getirmişti ki,Fırat’ın yatağı yüzlerce yarda yer değiştirmişti.Bu son partiden olan birçok Ermeni,bu korkunç olaylardan sonra sağ kalmıştı.Bunlar Kuzey Suriye’deki Rakka’dan Mr. Stapleton’a mektup yazıp para ve yardım istediler,çünkü çok zor durumdaydılar.
Son zamanlarda,kentin Ruslar tarafından alınmasından sonra,Erzurum’da 100 kadar Ermeni ve 25.000 Türk kaldı.Otuz kadın ve kız,Stapleton’un evinde koruma altındaydı.Bazı kadınlar,kentte yaşayan Müslümanlar tarafından kurtarıldı;eğer askeri çevreler gerekli önlemleri alsalar ve Ermenilerin soydaşlarını ortaya çıkarmalarında yardımcı olsalardı,belki yüzlercesi daha kurtarılabilirdi.
İslam dinini kabul eden çocuklardan çoğu,Müslümanların adet ve geleneklerine alışmıştı.Bunlar,doğuştan Türkmüş gibi Türkçe konuşuyor ve davranıyordu.Bunlar şimdi Ermenilerin elinde bu alışkanlıklarını unutmaya çalışıyor.
Birisi Kars Kapı denilen ve kente doğudan girişi sağlayan kapının önünde durduğunda ve 1916 Mart’ında Erzurum’un manzarasına baktığında,kentin genelde pek değişmediğini farkeder.Ama kente girdiğinde ve şeytani bir zevkle her yeri yağmalayan,ganimetleri kapışan Türkleri gördüğünde şok geçirir.Artık kentte Ermeniler yok,katedralse yerle bir edilmiş.
Gelecekleri konusunda konuştuğum Erzurumlu Ermeniler,savaştan önce kenti terkeden binlerce Ermeni’nin geri döneceğini,ortalık yatışınca bunların geri dönüp mallarına mülklerine yeniden sahip olacağını düşünüp avunmaya çalışıyorlardı,ama pek zayıf bir avuntuydu bu.
*Erzurum:Mr. A.S. Safrastian’ın tanıklık ifadesi,Tiflis,15 Mart 1916
[Yazar tarafından Lord Bryce’a gönderilen tanıklık ifadesi.][Orijinali:”Erzurum’da Ermeni Faciası” NA (UK)/FO96/209/90-95- A.S.]
————————————————————————————-
**James Bryce & Arnold Toynbee,Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele,1915-1916:Vikont Bryce Tarafından Fallodon Vikontu Grey’e Sunulan Belgeler,Pencere Yayınları,İstanbul,2005,c. I,s. 456-461.

Yorumlar kapatıldı.