İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Misafirler ve delikanlılar’

Ümit Kıvanç*
İstanbul’da doğup büyümüş Rum’a ‘yabancı’ diyebilen, bin yıllık toprağında kılıç artığı kalmış Ermeni’ye ’emanet’ sıfatını layık görebilen millet–i hakime küstahlığı, toplumumuzda neredeyse bir ortak payda. Çoğunluğun, hepimizin doğup büyüdüğü, yaşadığı, bazılarımızın birşeyler de kattığı toprakları, oluşmuş hayatı, buraların tarihini sırf kendinin sanması, ilk bakışta bir dereceye kadar normal karşılanması gereken bir ideolojik çarpıklık gibi görünebilir. Değil. Musibetin tâ kendisi.

Bu alandaki münasebetsizliklere, Müslüman olmayan azınlıklara gösterilen tavırlardan alışığız. İstanbul’da doğup büyümüş Rum’a “yabancı” diyebilen, bin yıllık toprağında kılıç artığı kalmış Ermeni’ye “emanet” sıfatını layık görebilen millet–i hakime küstahlığı, toplumumuzda neredeyse bir ortak payda. Türk Millî Eğitimi de bunu besledi, güya devletten uzak duran dindar gelenek-görenek de.
7-8 Ekim olayları dolayısıyla, bu küstahlığın boyutlarını Kürtler üzerinden bir defa daha ölçmek durumunda kaldık. Bir arkadaşım, girdiği Facebook tartışmasında muhatabının, “Misafirlik de bir yere kadar,” dediğini aktardı. Ben de Twitter’da, Kürtlerin “yediği kaba pislediğini” iddia edenlere rastladım. Siz kimsiniz ulan? Kim misafir? Kimin kabı o? Neyse…
9 Ekim gecesi, Gaziantep. Bu güruh bir şekilde örgütlendi, polis karakolunun önünden sloganlar atarak, silahlarını sergileyerek, yer yer ateş ederek geçti, Kürt mahallesine gitti, 15-16 yaşlarında iki çocuğu ve bir başka genç insanı öldürdü. (Şu ana kadar -23:45- edinilen bilgi bu. Belki başkalarını da öldürdü.)
9 Ekim gecesi, Gaziantep. Bu güruh bir şekilde örgütlendi, polis karakolunun önünden sloganlar atarak, silahlarını sergileyerek, yer yer ateş ederek geçti, Kürt mahallesine gitti, 15-16 yaşlarında iki çocuğu ve bir başka genç insanı öldürdü. (Şu ana kadar -23:45- edinilen bilgi bu. Belki başkalarını da öldürdü.)
Bir gıdım aklı olan herkes bilir ki, buradan, tek başına yakaladığı Kürt gencini linç edip çırılçıplak arsaya atmaya geçiş pek kısa bir mesafedir. Geçerken doğacak olan soru, ciddiye alınabilir bir tümsek bile yaratmaz. Üstünden atlanıverir. Soru şu: Hani biz delikanlı değil miydik? O kadar kalabalık biraraya gelip tek başına bir insanı linç etmek bize yakışır mı?
Mükemmelen yakışır. Hattâ teke tek dövüşsek yakışık almayacağını bile söyleyebiliriz. Kültürümüz, delikanlılık gibi bireysel girişimlerle alâkası olmayan güzelliklerle doludur: kalabalık ol, güçlü ol, zayıfa çullan. Bu bir toplumsal alışkanlık, “kamusal” alanda görebileceğimiz en yaygın toplu davranış şeklidir. Dönüp yakın tarihi kurcalayın bakın, başka bir şey bulabilecek misiniz bakalım.
Tayyip Erdoğan henüz bugünkü villalı, havuzlu, Bilal’li Tayyip Erdoğan değilken, Kasımpaşalılığı, sanki bu semtte yaşayan herkesin otomatik tamamlayıcı unsuruymuş gibi hemen bu lafın peşine eklenen “delikanlılığı” sıkça mevzu edilebiliyorken, bir-iki olayda çok insanı şaşırtmıştı. (Henüz kendisini tanımıyorduk.) Yanında iki metrelik korumalarıyla zırhlı arabalardan inen bir başbakan olarak, alt tarafı geçim sıkıntısı gibi bir konudan hareketle kendisine bir-iki protesto lafı eden vatandaşı azarlamış, yine benzer bir durumda başka bir vatandaşa “ananı da al git” demişti. Yani delikanlılık, bırakın alelâde insanların arasında vücut ve hayat bulmayı, gayet korunaklı konumlarda bile gramına rastlanmayan bir muhayyel yaratıktı bu memlekette. Güçsüzken dahi isyan etmeyi bilen azınlıklar vardı. Ama çoğunluk, ancak kalabalık ve güçlüyse saldırıyor, isyan etmiyor, linç ediyordu.
İstanbul Esenyurt’ta linç edilen genç adam neyse ki ölmedi. Hastanede azıcık kendine gelince, “Beni polis yakaladı, Ülkücülere verdi,” demiş.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da, “Kürtlerin devleti var,” demiş. “Biziz.”
*Ümit Kıvanç’ın bu yazısı www.riyatabilerleri.blogspot.com.tr sitesinden alınmıştır.

Yorumlar kapatıldı.