İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadolu Aleviliğinin Antik Kökleri

Lena Umay yazdı
 Anadolu Aleviliği ve Bektaşi inanışlarının tarihsel derinliklerinin, incelenmesi, yorumlanıp sorgulanması; üzerinde yaşadığımız coğrafyanın anlaşılması/anlatılması demek olacaktır. Anadolu sadece siyasal tarihin kavşaklarında önemli bir coğrafya değil, aynı zamanda dünya teoloji (din bilimleri) tarihçiliği açısından da önemli bir coğrafyadır. Anadolu inanışları heterotopyasının (homojen olmayan) yansız anlatılması, bugün yaşadığımız fikir/bilgi ayrılıklarının son bulması demek olacaktır.

Nitekim, Anadolu  inanışları, antik çağlardan günümüze değin yansız yorumlanamamış, bilgi aktarımı ise Avrupalı oryantalist tarihçilerinin  (doğu bilimleri) sansürleri ile gerçekleşebilmiştir. Anadolu tarihinde  ‘yaşanmış ve bitmiş  gözüyle’ anlatılan  kültürel zenginlikler bu sansürün en önemli kanıtıdır. Bizler biliyoruz ki; koruyup  taşıyabildiğimiz renkleri/bilgileri kullanarak kültürel bir tablo yaratıp anlatabileceğiz. Bu tablonun en dominant figürünü, yaşanmış ve  bitmiş  gözüyle göremiyor, açıklayamıyoruz. Kendimize cahil kalıyoruz. Alevilik ve Bektaşilik figürünü görüp tanıyabilmemiz, tablomuzdaki önemini fark edebilmemiz, tarihte kapatılmış sayfaları açmakla mümkün olacaktır. 
7.Yüzyılda Sivas-Divriği (Tebrike), Malatya, Erzincan üçgeninde şekillenen Paulikian inanışı;  Bizans İmparatorluğu’nu oldukça uğraştırmış, etkileri yüzyıllarca sürmüş bir inanıştır. Paulikianlar, Bizans İmparatorluğunun siyasi ve dini otoritesini reddediyor,  kiliseleri ve  azizleri kutsal saymıyorlardı. Haç’ı, İncil’i ve kilise ikonlarini kutsal bulmuyor, bu nedenle de  kilise ayinlerinin gereksiz olduğunu  savunuyorlardı. Iran maniheizmi ile Hristiyanlığı sentezleyen bu inanışın  mensupları, Tanrı’nın bu yeryüzünde bir kudreti olmadığını düşünüyor, İsa peygamber’in yeniden dünyaya geleceğine inanıyorlardı. (mehdici-mesiyanizm) Asıklık (asugh) geleneği olan Paulikianlar, aşıkların müziği eşliğinde sema dönerek ibadet ediyorlar, bu törenlere kadın ve erkek birlikte  katılıyorlardı. Kadınlar dilerlerse başlarını örtmüyorlar, cemaatlerde  erkeklerle eşit hak ve statüye sahip bir şekilde  bulunuyorlardı. Çağına göre oldukça özgürlükçü bu tavırları, onların hakaret ve iftiralarla anılmalarına sebep olmuştur.
Din adına cinsel hayattan vazgeçmiyor, kilisenin koyduğu yasaklara asla itibar etmiyorlardı. Din adamları evlenebiliyor, bir iş kurup meslek  sahibi olabiliyorlardı.  Paulikianlar  için, iffet ve erdem en önemli vasıflardı. Bunlara sahip olduğuna inanan kişinin ibadet etmesi gerekmiyordu.
Paulikianlar  Ermeni’ydiler. Bir kişi, Paulikian cemaatine katılmak istediğinde, o kişinin kulağına “eline, diline, göğsüne (iffetine) hakim ol” mührü fısıldanır, bu ritüelin ardından kişi her kim olursa olsun  cemaate alınırdı. (Bektaşilik’le olan benzerliği dikkate değer) 
Paulikian şehirlerinin (Sivas, Erzincan,  Erzurum, Malatya) ticaret  yolları ile konumu ayrıca Paulikianlarin ticaret ve el sanatlarında  (kuyumculuk, dokumacılık…) usta olmalarından ötürü bu şehirler zenginleşip, güçlenmişlerdi. Bizans İmparatorluğu, Paulikianlar ve diğer Ermeni halkları devlet  düşmanlığı  ve  sapkınlıkla suçlayıp, haklarında ölüm fermanları çıkarmıştır. Bu halklar yerli olmalarına rağmen yabancılaştırılmış, isyanları kanla bastırılmıştır.
9. yüzyılda  bağımsızlığını ilan eden Paulikianlar, Sivas-Divriği merkezli  bir devlet de kurdular. O donemde Malatya`ye hakim Müslüman Arap orduları ile güçlerini birleştirip Bizans`a karşı savaştılar (832). (Müslüman Arap  orduları içinde 10.000 kadar Türk süvarisi bulunmaktadır.)
Müslüman Arap orduları, Paulikianlarin ve diğer Ermenilerin yardımıyla Ankara’ya kadar ulaşmışlardı. İrili ufaklı bir çok çatışmanın ardından Bizans galip gelmiş, Arap ordularını geriye çekmeyi başarmıştır. Ve ardından Bizanslılar, Paulikian- ve  Gregoryen- Ermenilere karşı acımasızlaşarak büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Sivas-Divriği’yi tümüyle yakıp yıkmış ve  Paulikianlari insanlık dışı işkencelerle  katletmiştir. Erzincan, Erzurum ve  Sivas`da ki Ermeni halkı katledip mal varlıklarına el koyan Bizans, dönemin çok değerli ve büyük mücevherat stokuna sahip bu şehirleri yerle bir etmiştir. Bizans kayıtlarına göre; katledilen Paulikianlar 100.000 i asmıştır. Bir kısmi Trakya ve Balkanlara sürülen  Paulikianlar, Bogomiller  ismini alıp, 16. Yüzyıla kadar inanç ve ritüellerini korumuşlardır. Bogomillerin şehirleri ileriki zamanlarda  Bektaşiliğin önemli merkezleri olacaktır.  Müslüman Arap emirliğine sığınan Paulikianlar, oldukça garip bir anlaşma ile Müslümanlığı kabul ediyor göründüler. Kendi ibadetlerini gizli yapmak, ancak görünüşte Müslüman olmak şartıyla İslamiyet’i kabul ettiler. Malatya’da Döndü, Döne, Dönüş gibi isimler yaygındır. Bizce önemli bir rastlantıdır.
Hristiyan Anadolu İslamileşirken, Hristiyanlığı heterodox (çember dışı) çevreleri  İslamiyet`in heterodox/Sünni olmayan yanını tercih etmişlerdir. Bektaşilik ve Alevilik inanışları içerisinde de İslami yorumlardan uzak  inanış ve ritüellerini yaşatmışlardır. örneğin; ünlü Bektaşi ozanlardan “Harabi, Hayrani, Aşık Vartan, Nikabi, Coşkuni, Zeki, Civanaga…” Ermeni olmalarına rağmen Bektaşiliği benimseyip, bu felsefe için değerli eserler yazmışlardır.
Alevi Bektaşi inançlarının tarihsel temelleri üzerine yayımlanmış gerek akademik gerekse de popüler tarihçilik çalışmalarında, Paulikian inanışına değinilmemektedir.  Alevi inanışındaki ritüellerin, mehdici inanışın, müziğin, sema dönmenin, kadın erkek eşitliğinin kökenlerinin orta Asya  ya da Horasan menşeili senkretik (bağdaştırmacı) inanışlar olduğuna şüphe getirilmeksizin inandırılmaktadır. Oysa ki; bahsi olunan ritüeller ve özellikler Paulikianlarin gelenekleri olup, ne Avrupalı orientalist tarihçilerinin (doğu bilimciler) ne de Doğulu tarihçilerin bahsetmek istemedikleri geçişler ve aynılıklardır. Sivas, Erzincan, Malatya  ve Erzurum yöreleri türkülerinin sahip olduğu ses aralıkları, armoni ve edebi zenginlik, yerel/yerleşik (otantik) özelliklerinin kanıtıdır. Ayrıca; bu yöre türkülerinin ve halk edebiyatının göçmen Abdal müziğine ve edebiyatına hiç benzememesi, bu sanatsal ürünlerin Horasan etkileşimi ile yaratılmadıklarının da bir kanıtıdır. Bektaşi ve Alevi ayinlerinde bahsi olunan yörelerin nefesleri okunmaktadır.
Anadolu Aleviliği, Hz. Ali kültünü 15. ve 16. Yüzyıllarda, Safevi-İran propagandaları ve Şah İsmail (Hatayı) etkisiyle benimsemiş, Şia etkileşiminden çok evvel, şuan ki ritüelleri (sema dönme, müzik, edebiyat, hikayeleme, vecd, eşitlik,özgürlük) ve felsefesine (birlik) sahip bir inanıştı.
   
Anadolu Aleviliğini, sadece Horasan ve Orta Asya Shaman kültleri/  Hz.Ali, Kerbela…kültleri ile açıklamayı tercih etmek, büyük bir cehalet ve tarihi deformasyondur.
Lena Umay
Odatv.com

Yorumlar kapatıldı.