İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Êzîdîlerin gerçek kahramanı GERİLLA

Esra Çiftçi
2014 yılının 3 Ağustos’u tarihe kanlı bir gün olarak geçti. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Şengal’e saldırarak, Şengal’de yaşayan Êzîdî halkına korkunç bir katliam gerçekleştirdi… Êzîdîlerin uğradığı vahşete salt “katliam” demek elbet yetmiyor, bu bir soykırım girişimidir, hatta bir soykırımdır…Roboskî’ye gelenlerin hepsi, açlık, susuzluk ve yorgunluktan perperişan bir haldeydiler…

Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar?
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine
yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor
insanlar.
Ah insanlar!
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…
Charles Bukowski
2014 yılının 3 Ağustos’u tarihe kanlı bir gün olarak geçti. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Şengal’e saldırarak, Şengal’de yaşayan Êzîdî halkına korkunç bir katliam gerçekleştirdi…  Êzîdîlerin uğradığı vahşete salt “katliam” demek elbet yetmiyor, bu bir soykırım girişimidir, hatta bir soykırımdır.
Soykırım tanımının hukuksal bir tanımı bulunmaktadır. 1948 yılında Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde, “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi…” şeklinde tanımlar. Bu sözleşme dikkate alındığında tam da Êzîdîlere yapılanların bir soykırım olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı Dersim soykırımı gibi, tıpkı Ermeni soykırımı gibi…
Şengal soykırımı, bize yüzyıl önce bu topraklarda Ermeni soykırımının, 76 yıl önce Dersim Soykırımının nasıl yaşandığını fazlası ile hatırlatıyor. Dersim Soykırımında bize anlatılan öykülerin aynısını Şengalli aileler 76 yıl sonra anlatıyorlar. Bugün gelen Êzîdîlerin anlatımlarında daha iyi anlıyoruz ki, Şengal’e sahip çıkan gerilla ve yurtsever Kürt toplumu var. Dersim ve Ermeni Soykırımında ne yazık ki; bu da yoktu. Sadece Dersim’de yüz bine yakın insan katledildi. Aynı şekilde bir buçuk milyon Ermeni ölüm yolculuğuna nasıl çıkarıldı? Nasıl katledildi? Şengal’e bakarak anlamak daha mümkün.
IŞİD…
IŞİD herhangi bir grup değil, salt “çete” olarak adlandırmak da hata olur çünkü birden bire de hortlamadı, zaten oradaydılar, 7-8 yıldır örgütleniyorlardı. Hedef aldığı kesim ya da katliam girişimleri, sadece Êzîdîlere yönelik değil, Hıristiyanlara, Şiilere, Kürtlere de aynı biçimde saldırıyorlar. Yıllar boyunca İslami uygulamalar için bildiriler dağıtıyorlardı. IŞİD’i Ortadoğu’da Baasçılar, askerler, aşiretler bir araya gelmiş çıkarları uğruna destekliyorlar, Türkiye hükümeti de buna dahil. Ama şu bir gerçek ki; bu flört uzun sürmez, gün gelecek bu kesimlerin de başına bela olacak. 
Êzîdîler Roboskî’de…
Êzîdîlerin Kuzey Kürdistan’a geçişlerini izlemek için Roboskî’ye vardığımızda korkunç bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Gelenlerin hepsi, açlık, susuzluk ve yorgunluktan perperişan bir haldeydiler. Üzerlerindeki elbiseler parçalanmış, ayaklarındaki ayakkabılar ayakkabı olmaktan çıkmıştı, çocukların ise ayakları çıplaktı.
Gelen Êzîdîlerden yaklaşık olarak iki bin kişi Şırnak merkezde, bin beş yüz kişi Uludere’de, iki bin beş yüz kişi Cizre’de, iki bin kişi de Silopi’de konumlandırılıyor. Büyük bir kısmı da Diyarbakır, Batman, Viranşehir, Mardin olmak üzere çevre illerde konumlandırılıyor. Bu insanların büyük bir kısmı Roboskî üzerinden geçiş yapmışlar. Devlet sınırları kapattığı için geçişleri oldukça zor olmuş. Coğrafi koşullardan yararlanarak bir şekilde geçiş yapmışlar. Belki devlet sınırları açmış olsaydı bu kadar zorlanmayacaklardı.
Halkın kendi içinde oluşturduğu bir koordinasyon var. Görev dağılımı yapmışlar. Buralara gelen Êzîdîlere ilk elden, dinlenmeleri için bir alan açıyorlar ve hemen ardından su ve yiyecek veriyorlar, daha sonra gönüllü doktorlar tarafından muayeneleri yapılıyor. İhtiyaçlar kurumların öncülüğünde halk tarafından sağlanıyor.  İlk geçiş yaptıkları yerin Roboskî olması da başka bir trajediyi daha hatırlatıyor bize. Bundan birkaç yıl önce Türkiye devleti tarafından 34 sivil insan F-16 uçaklarla Roboskî’de katledilmişti. Roboskîliler de IŞİD’in başka bir versiyonu tarafından katliama uğramıştı. Acının, öfkenin, kaybın, isyanın ne olduğunu Roboskîliler hepimizden çok daha iyi biliyordu.
Şırnak ve çevresinde kurulan kamplarda yine halk tarafından görevlendirilmiş insanlar var. Êzîdîlerin yemek ihtiyaçlarını seyyar mutfaklar kurarak sağlıyorlar. Yine ilaç, battaniye vb. ihtiyaçlarda düzenli bir şekilde karşılanıyor. Elbet ciddi ihtiyaçlar var, en önemlisi sağlık. Ameliyat olması gereken insanlar var. Gönüllü doktorlar yetmiyor, bol miktarda ilaç lazım.
Katliam öncesi yaşananlar
Gelen Êzîdîlerin anlatımına göre: IŞİD Şengal’e saldırmadan yaklaşık 20 gün önce Êzîdîler IŞİD’in saldıracağı haberini almışlar. Saldırı haberini alan Êzîdîler kaçmak istemiş ama KDP kaçmalarına izin vermemiş, peşmergeler Êzîdîlerin ellerinde bulunan tüm silahlarını almış. Bir kısmı yine de kaçmaya çalışmış ama onları da geri göndermişler. KDP tarafından ihanete uğradıklarını düşünüyorlardı ve çok kırgınlardı. Özellikle suni Müslümanlara karşı mesafeliler ve Araplarla yan yana dahi gelmek istemiyorlar.
Sonra neler oldu?
3 Ağustos günü KDP peşmergelerinin alandan çekilmesinin ardından Şengal bölgesi işgal edildi. Bir gün sonra YPG güçleri on binlerce insanın katliam tehdidi altında sığındığı Şengal dağlarına ulaşarak, hızlı bir şekilde sivillerin güvenliği için denetim kurdu.
Devamla, HPG güçleri müdahalede bulundu ve bölgeye güç gönderildi. HPG ve YJA Star güçleri Şengal dağlarındaki mültecilerin güvenli bir şekilde Batı Kürdistan’a tahliye edilmesi için insani koridorlar açtı. Binlerce kişi bu koridorlardan Rojava’ya ulaştırıldı.
73’üncü katliam…
Êzîdîler son yaşanan bu katliamın 73’üncü olduğunu dillendiriyor. Fakat bu katliamların hepsinin hangi tarihlerde oldukları bilinmiyor ama failleri biliniyor. Êzîdîlere bunca katliamı yapanlar aslında Ortadoğu’da yaşayan tüm kimlikler, yani, Kürtler, Araplar ve Türkmenler. Êzîdîlere karşı uygulanan bu katliamlarla birlikte hareket etmelerinin tek nedeni Êzîdî kültürünü tanımamaları ya da o kültürü ret etmeleri.  Irak’ta dinsel nedenlerden kendilerini “Kürt” olarak kabul etmeyen çok küçük bir grup var. Gürcistan ve Ermenistan’da da bir kısım Êzîdî kendilerini Kürt olarak kabul etmiyorlar. Çünkü onların algısında Kürtlük eşittir Müslümanlık. “Biz Müslüman değiliz, bizi Kürtlerle ortaklaştıran tek şey konuştuğumuz dildir” diyorlar.
Êzîdîlerin bu topraklardan resmi kaçışları 1800’li yılların sonlarına doğru başlıyor. Yine önemli bir göç dalgası da 1915 Ermeni Soykırımı’dır. Ermenilerle birlikte Êzîdîlerde göç ediyor. Yine 60’lı yıllarda başlayan Avrupa’ya göç furyasına Êzîdîlerde katılıyor.
Avrupa’ya gitmelerinin veya gitmek istemelerinin en önemli nedeni toplumun ön yargıları yani öteki olmak. Daha çok hayvancılık veya tarımla uğraşıyorlar. Yetiştirdikleri hayvanlar veya ürünler satın alınmıyor, ya da çok ucuza satın alıyorlar. Yaptıkları, pişirdikleri yenmiyor, onlarda Avrupa’ya gitmekten başka bir şanslarının olmadığını düşünüyorlar. Avrupa’nın onları saklayacağını, bir kenarda hakarete uğramadan, aşağılanmadan yaşamlarını sürdüreceklerini düşünüyorlar.
IŞİD saldırılarından kurtulup Kuzey Kürdistan’a gelenlerinde Avrupa’ya gitmek isteme nedenlerinin başında bu ön yargılar ve ötekileştirilmek durumu geliyor.
Kürt hareketi sahip çıkıyor
Abdullah Öcalan’ın son savunmasında yer verdiği Derweş’e Evdî şiirinde şu mısralar geçer;
“Sincar dağlarında
Derwêşê Evdî’nin yanında olsaydım!
Beyaz atların sırtında
Musul ovasına dalsaydım!
Derwêş vurulduğunda
Sırtlayıp Kürdistan dağlarına
                        götürseydim!”
Öcalan’ın ruhunu taşıyan gerilla Şengal’de aynen şiirdeki gibi yapıyor, Musul ovasına dalarak, yüz binlerce insanı Sincar dağlarına taşıdı. Dünya soykırım filmini izlerken, Kürdistan gerillası insanlık onuru için, yaşam hakkı için, kadim bir halk olan Êzîdîlerin korunması için yüzbinlerce insanı kendi hayatını vererek kurtardı. Bu yaklaşımın insanlığın en zirve noktası olduğunu düşünüyorum.
Aslında meselenin özü salt siyasetle çözülemez. Kürt Özgürlük Hareketi Êzîdîlere kucak açtı, onlara sahip çıktı. PKK, YPG ve YJA Star gerillaları bu insanları kurtarmak için yürekten mücadele etti. Gerillalar olmasaydı katliamdan neredeyse sağ kurtulan Êzîdîler olmayacaktı. Gerillalar, Êzîdîlerin gerçek kahramanı.
Herkeste dehşet hikayesi…
Bezar ana yaklaşık 60-65 yaşlarında. Yanına oturup Bezar anayı dinlemeye başladım. Bezar ana: “Kadınları IŞİD kaçırdı, ihtiyarların boğazını kesip öldürdüler, bize Müslümanlığı dayattılar. Kadınlarımızı, kızlarımızı satıyorlar. HPG ve YPG gerillaları bize yardım etmeseydi, kimse sağ kalmayacaktı” diyerek, ardından başladı klam yakmaya. Acısını, çaresizliğini klamla dile getiriyordu. Öyle içten yakılan, öyle dertli bir klamdı ki; dinleyen herkes gözyaşlarına boğuldu. Bazen bir dili bilmeniz gerekmiyor, yaşananlar karşısında gördükleriniz, akıtılan gözyaşları, yakılan ağıtlar her şeyi anlatır. Tabi insani duygularınız hala yerinde duruyorsa…
Kamer, 30-35 yaşlarında. IŞİD’in köylere girip saldırması sonucu dağlara doğru koşmaya başlıyor. 6 çocuğu varmış ama olaydan 5 gün sonra biri 9 yaşında olan, diğeri 10 yaşında olan iki çocuğu açlıktan ve susuzluktan ölüyor. “Çocuklarımın ölüsünü taşlara teslim ettim” derken gözyaşları sel olup aktı, daha sonra diğer çocukları ile Roboskî’ye ulaşıyor. Elinde ölen çocuklarından geriye kalan çocuklarına ait sadece iki kimlik vardı. Bir annenin yaşayacağı en büyük acıyı yaşamıştı, iki evladını kaybetmiş ve onları ziyaret edeceği bir mezarları dahi yoktu. Kamer’in dediği gibi iki minicik yavrusunu taşlara teslim etmişti. Ayşe Hesen, 28-30 yaşlarında. Kaçarken bindikleri araç IŞİD tarafından saldırıya uğruyor. O saldırıda eşini ve akrabalarını kaybediyor. Hala inanmıyordu kendisinin kurtulduğuna.
Şengal’den gelen başka bir tanık, “yolda bir kadının 2 çocuğu açlık ve susuzluktan öldü. Kadın da dayanamayıp kendini uçurumlardan aşağı attı” dedi.
Şengal saldırısında hamile olan kadınlar da varmış. Bunların bazıları o saldırıda karınlarında bebekleriyle birlikte öldürülüyorlar. Bazıları da hamile olmalarına rağmen düşüyor yollara… Yolculuk boyunca doğum yapan kadınlar da oluyor. Çölün ortasında hiçbir tıbbi yardım almadan, hiçbir hijyen koşulları olmadan tek başlarına doğuruyorlar bebeklerini.
Gelen Êzîdîler arasında yolda dünyaya gelen on beş günlük bir bebek ile karşılaştım. Dünyaya geldiği ilk on beş gün boyunca, annesinin kucağında yaşam mücadelesi veren bir bebek. İsmini sorduğumda annesi “henüz bir isim koymadık” dedi. Devamla da bana dönüp “ismini sen koy” dedi. Bende “Hevî olsun. Hevî  ‘umut’ anlamında ve Hevî bebek hem Êzîdîlerin, hem de hepimizin umudu olsun” dedim.
Êzîdîler: İhanete uğradık
Şırnak’a gelen ve çevresinde konumlandırılan en az 100 Êzîdî vatandaşla görüştüm. Hepsinin ortak söylemi, Kürdistan hükümeti tarafından ihanete uğradıklarını düşünüyorlar. IŞİD daha Şengal’e saldırmadan, IŞİD haberini alan Arap ve Müslüman Kürtler IŞİD’den önce Êzîdîlere saldırmışlar. Altın borsasını düşürmüşler, çünkü Êzîdîlerin altınlarını satacaklarını düşünmüşler. Bir kısmı çatışma başlamadan saldırı haberini almış. Bir kısmını Kandil’deki akrabaları uyarıyor. KDP kaçmalarına izin vermemiş, ellerinden silahlarını almışlar. Bir kısmı olaydan önce kaçmaya çalışmış onları da peşmergeler geri göndermiş. Êzîdî erkeklerin çoğu da peşmerge, onların dahi ellerinden silahları alınmış. Saldırı sabaha doğru 03.00 civarında başlıyor.
Konuşan Êzîdî peşmergelerden biri, “bizim epey bir gücümüz vardı ama bu saldırının planlı olduğunu, KDP permergelerinden bağımsız olduğunu düşünmüyoruz” dedi. Tanıkların anlatımına göre, Permerge ya da Bağdat’a bağlı askerler saldırıya uğrayan köylerine gelmişler, ailelerini kurtarmak için savaşmışlar. Koco köyünde hiç savunma olmamış.
Yine tanıkların anlatımına göre, Serbest Bapîrî, Şengal bölgesi peşmerge sorumlusu. Peşmergelerin saldırı esnasında sahayı terk etmelerinin baş sorumlusu olarak görülüyor. Mesud Barzani’nin sahayı terk edenlerle ilgili “gereken yapılacaktır” açıklaması onları ikna etmemiş.
Qasim Şeşo direnişi seçiyor
Êzîdîlerin Miri Tahsin Bey, bütün Êzîdî aşiretlerinin lideriymiş, Almanya’da yaşıyormuş. Şengal’de yaşayan Êzîdîler saldırı haberini önceden Tahsin Beye bildiriyorlar. Tahsin Bey 50 kişilik ailesiyle birlikte Hewlerl’e gidiyor. KDP ile görüşüyor ve konuşmanın ardından KDP, böyle bir saldırı olmayacağına ve Êzîdîleri koruyacağına dair teminat veriyor, bunun üzerine Tahsin Bey geri gidiyor.
Bu görüşmeden yani KDP ve Tahsin Beyin görüşmesinden ikna olmayan bir kişi var o da Qasim Şeşo. Olay başlamadan Şengal’e geliyor ve mücadele ediyor, özellikle Laleş bölgesine geliyor. Diğer bölgelerde askeri güç olmadığı için ve silahlar alındığı için Laleş’i tercih ediyor. Qasim Şeşo şimdi Êzîdîlerin kahramanı. Şeşo’yu mücadele ettiği için, savaştığı için Êzîdîler kıymetli buluyorlar. Qasim Şeşo salt Laleş’i korumakla da kalmıyor, birçok mahsur kalmış Êzîdîyi’de kurtarıyor.
Şengal’den kaçanlar Sünni Araplar ve Kürt Müslümanlar tarafından saldırıya uğruyorlar. Tanıklar, Alevilerin kendilerine yardım ettiğini de söylediler.
Gelen Êzîdîlerin efsaneleştirdiği özellikle 5 kadın gerilla var. Bu beş kadın gerilla, saldırı sonrası Êzîdîlerin ilk karşılaştıkları gerilla grubu. Kadın gerillalardan biri Doçka kullanıyor, biri yolu açıyor, diğer üç kadın gerilla ise mücadele ediyor. Hiç biri kadın gerillaların isimlerini bilmiyorlardı, ama onlara duydukları minnet duygusunu sürekli dile getiriyorlardı.
Gelen Êzîdîlerin büyük bir kısmı PKK, YPG ve YJA Star gerillalarının Rojava’ya doğru açtığı yolu kullanmışlar. Yüz elli bin insan gerillalar tarafından ilk elden kurtarılmış. Kuzey Kürdistan’a gelenlerin çoğu Zaxo ve Rojava’dan geliyor ve tabi ki gerilla koruması altında geliyorlar.
Barzani’den hiçbir beklentileri yok. “İhanet eden bir adamdan hiçbir beklentimiz yok ve hiçbir şey istemiyoruz” diyorlar. Türkiye’den ise güvenli bir bölge tesis etmelerini ve birçoğu Avrupa’daki yakınlarının yanına gitmek ve Batı ülkelerinin de gidişlerde yardım etmesini istiyorlar.
Êzîdîlerin büyük bir kısmı, PKK ve YPG gerillalarının erzak getirdiklerini ve onları kurtardıklarını söylediler. Yine tanıkların anlatımı, gerillaların Rojava’da Êzîdîler için “Newroz” isimli bir kamp kurduklarını ve isterlerse o kamplarda kalacaklarını söylemişler. Özellikle Rojava halkının merhametinden ve onlara sahip çıkmasından çok memnundular.
Tanıkların bir kısmı, “IŞID’in saldıracağını duymuştuk, çıkmak istiyorduk. Irak Federal Kürdistan Hükümeti buna izin vermedi. Bizde dinlemedik, gündüz yola çıkmıştık aynı gece de saldırı oldu. Merkezi hükümet bizi savunacağını söylemişti ama savunmadılar, bizimde savunacak silahımız olmadığından Duhok’a gittik. Peşmergeler yüzümüze dahi bakmadı, oradan Zaxo’ya geçtik. Günlerdir açtık kimse bize bir parça yemek vermedi, bizde bunun üzerine yürüyüş yaptık, peşmergeler bize saldırdı, dövdü. ‘Yürüyüş yapacağınıza gidin namusunuzu kurtarın’ dediler. Daha sonra 10 saat yürüyerek buraya geldik.” dediler. 
 Êzîdî bir kadın, “erkeklerimiz siz gidin biz onları oyalarız dediler. Ellerinde sadece tüfekleri vardı ve onlarla savaştılar. Köyün birçok erkeği kendini feda etti” dedi.
Kadınlar savaş ganimeti…
Bütün savaşlarda kadınlar savaş ganimeti olarak görülür. Savaşlarda toprak, tecavüzde ise kadın işgal ediliyor, talan ediliyor. Savaş dediğimizde akla ilk gelenler, savaşan erkekler, patlayan bombalar, parçalanmış cesetler ve elbet saldırganlar veya egemenler tarafından tecavüze uğrayan kadınlar… Kadına uygulanan şiddetin tarihsel kökleri çok uzun bir geçmişe dayanıyor. Ve tecavüz, erkeğin savaş meydanında kazandığı zaferin bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.
Savaşlarda tecavüz, toplumdaki geri namus anlayışla iç içe geçerek, “düşmanın onuruyla oynamanın” en önemli silahı haline geliyor. Bu bir güç göstergesi halini alıyor. Tecavüz kadınlarda onarılmaz yaralar bırakıyor. Bu yaralar bazen ruhu, bazen bedeni ama çoğu zamanda her ikisini de acıtıyor. Kadınların uğradığı şiddeti uzun uzadiye yazabiliriz ama tamda bu noktada, gelen Êzîdîlerin anlatımı yeniden erkeklerin savaşında, kadınlara yapılanları bir kere daha göz önüne getiriyor.
Göç eden Êzîdîler, eşleri ve kızları IŞİD tarafından tecavüze uğramalarından dolayı, Arap pazarlarında satılmalarından dolayı, “başımız yerde geziyoruz, namusumuz kirlendi, şerefimiz yok oldu, biz artık kimsenin yüzüne bakamayız” dediler.
Sormak lazım, namusu kirlenen, şerefi yok olan tecavüze uğrayıp, Arap pazarlarında satılan mağdur olan kadınlar veya onların aileleri mi, yoksa onlara bu muameleyi reva gören saldırganlar veya egemen güçler mi? Elbette ki o kadınlar benim gözümde onurlarından, şereflerinden, kadınlıklarından zerre kadar bir şey kaybetmemişlerdir ama onlara bu zulmü yaşatan iğrenç mahlûkatlar her şeyden önce insanlığını kaybetmiş ve insanlığın yüreğinde mahkûm olmuşlardır…
ESRA ÇİFTÇİ

http://yeniozgurpolitika.info/index.php?rupel=nuce&id=34108

Yorumlar kapatıldı.