İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6/7 Eylül Yağmasının 59. Yıldönümünde Cumhuriyet’in Azınlık Raporu

Ayşe Hür
Bir acıyı dindirmenin en önemli yolu da geçmişe mağdyrların ve kurbanların gözüyle bakmaya çalışmak, onların bakış açısını kavramaya çalışmak, onlarla birlikte yas tutabilmek.
6/7 Eylül 1955 yağmasının 59. yıldönümünde, unutma ve hatırlama konuları üzerine tekrar düşündüm. (Olayı şu yazımda anlatmıştım: (“http://www.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/6-7-eylulde-devletin-muhtesem-orgutlenmesi/1821/) Bu konuda başucu kitabım değerli bilim insanı ve insan hakları eylemcisi Mithat Sancar’ın Geçmişle Hesaplaşma, Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne (İletişim, 2008) adlı kitabı oldu. Yazının ikinci bölümünü oluşturan, azınlıklara yönelik politikaların, saldırıların kronolojisini ise başta Rıfat N. Bali’nin kitapları olmak üzere değişik kaynaklardan derledim. Kaynakta da adlarını vermeyi unuttuğum kişiler mutlaka olmuştur, onlardan özür dilerim. Aslında her iki bölümün ayrı yazılar olması daha doğru olurdu ama öyle günlerde yaşıyoruz ki, bir sonraki hafta yazma olanağı bulup bulamayacağımızı bilemiyoruz…

UNUTMAK MI HATIRLAMAK MI?
Antik Yunanda, Peleponnes Savaşlarının ardından geçmişteki kötü olayları hatırlamayı yasaklayan bir yasa çıkarılmıştı. Roma’da Sezar’ın öldürülmesinden sonra Senatoda konuşan büyük hatip Cicero ‘bu cinayete dair bütün anılar ebedi unutuşa havale edilmelidir’ demişti. Avrupa’yı kana boyayan 30 Yıl Savaşlarını sonlandıran 1648 tarihli Westphalia Barışının şartlarından biri, savaş boyunca işlenen suları unutmakla ilgiliydi. Fransız Devriminden sonra önce Napolyon, onun sürgüne gönderilmesinden sonra da tahta geçen 18. Louis’e, Fransız Devriminin hatırlanmasını kanunla yasaklamıştı. ‘Modern’ ve ‘ilkel’ toplum demek, yerine sırasıyla ‘sıcak’ ve ‘soğuk’ toplum tanımlarını öneren antropolog Claude Levi-Straussa göre ‘soğuk’  toplumlar (örneğin Amazon yerlileri), yaşadıkları tarihsel olayların toplumsal denge ve devamlılık üzerine yapabileceği olumsuz etkileri yok etmek için onları mitler yoluyla kolektif hafızalarına başarıyla dahil ediyorlardı. Bizim de dahil olduğumuz ‘modern’ ya da ‘sıcak’ toplumlar ise, neredeyse İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar, geçmişin kötü olaylarını unutma ve affetmeyi bir kural haline getirmişlerdi.
GEMİŞLE YÜZLEŞME POLİTİKALARI
İlk kez Federal Almanya’nın savaş sonrası ilk cumhurbaşkanı Theodor Heussun ağzından duyduğumuz ‘Vergangenheitsbewaltigung’ kavramının başka dillere çevrilmesi çok zor olmuştu. ‘üstesinden gelinmemiş bir gemişin gölgesiyle hesaplaşma diye evrilebilecek bu Almanca terim bazı dillere ‘gemişle hesaplaşma, bazılarına ‘gemişle baş etme, bazılarına ‘gemişin üstesinden gelme, ‘tarihle yüzleşme, ‘tarihle hesaplaşma diye evrildi. Bu ifadelerdeki negatif tonlamadan kaınmak isteyenler ise ‘gemişle ilişki, ‘gemiş politikası, ‘gemişin işlenmesi, ‘hatırlama kültürü, gibi daha yansız terimleri kullanmaya alıştılar.
Hafızanın nasıl işlediği konusunda bilgilerimiz arttıka daha iyi anlıyoruz ki, hafıza, tarihsel gerekliği birebir yansıtan bir ayna değil. Hafızanın alt başlıklarına hızlıca göz atarsak; ‘İletişimsel hafıza’yakın gemişe ilişkin anıları kapsar. Bazıları daha az, bazıları daha fazla iletişimsel hafızaya sahip olur. 40 yıl gibi bir süreden sonra iletişimsel hafıza nitelik değiştirir ve gündelik olmayan olayların kaydedildiği ‘kültürel
Hafıza’ devreye girer. Kültürel hafızanın temel unsurları, sembolleştirme, efsaneleştirme, törenselleştirme gibi süreler. Bu hafızayı şamanlar rahipler, öğretmenler, yazarlar, filozoflar ve diğer toplumsal önderler; anıtlar, heykeller, tarih kitapları, yer isimleri, anma günleri, marşlar, şarkılar gibi eşitli aralar kuşaktan kuşağa aktarırlar. Bu iki hafıza, etkileşim içinde faaliyet gösterir.
GEMİŞ NEDEN HATIRLANIR?
Temel olarak iki nedenle: Birincisi geçmişin çizgisinden ayrılmamak için, ikincisi ayrılmak için.’Birinci durumda geçmişi, bugünkü ihtiyaçlar doğrultusunda ‘yeniden kurma abası ağırlık kazanır. Geçmişin gurur verici yönleri öne çıkarılırken, kötü yanları gözden kaçırılmaya alışılır. Özellikle yeni bir başlangıç yapma iddiasında olan toplumlar ‘geçmişe kalın bir çizgi çekme ve ‘bir sıfır noktası tespit ederek geleceğe yönelme politikalarını yaşama geçirirken eşitli ‘bastırma stratejileri kullanırlar. Bastırma bazı durumlarda ‘kamusal suskunluk, bazı durumlarda ‘resmi hatırlama yasağı şeklinde tezahür eder. Böylece Adorno’nun dediği gibi kurbanlar ikinci kez, üçüncü kez, bazen de sonsuza dek kurban edilirler.
Ancak, bu politikaların tam başarı sağlaması mümkün değildir çünkü Nietzsche’nin dediği gibi “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar ileri yürüsün, zinciri ile birlikte yürür.”Hele dünyanın küresel köye dönüştüğü, iletişim teknolojileri ile herkesin herkesi gözlediği, hiçbir suçun, kabahatin gizli kalmadığı günümüzde unutmak çok daha güç. Bu da dünya yüzünde eşitli düzlemlerde ‘özür politikalarının’ yaygınlaşmasına yardımcı oluyor. (Bazı ‘özür pratiklerine ilişkin şu yazıma bakabilirsiniz:  http://www.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/ozur-literaturunde-almanya-ve-japonya-ornegi/18793/)
Dünya pratiğinden öğrendiğimize göre eğer geçmişle sağlıklı biçimde hesaplaşmak mümkün olmazsa, geçmişte o grubu ‘fail haline getiren kin, öfke, dışlama gerekçeleri, biçimleri sürekli yeniden üretiliyor, yara adeta irin torbasına dönüyor. Bu da, geçmişin kötülüklerinin her an hortlaması tehlikesi demek. Eski Yugoslavya’da, Ruanda’da yaşananlar bunun kanıtı.
HEDEF TOPLUMSAL BARIŞ
Bu noktada, geçmişle hesaplaşma deyince akıllarına ilk olarak Almanya örneğinde olduğu gibi mahkemeler, cezalar gelenlere bir hatırlatma yapmak istiyorum. Asıl olan, birilerini sulu ilan etmek ya da yargılamak değil, bir insani acının ya da mağduriyetin giderilmesi, dindirilmesi. Bir acıyı dindirmenin en önemli yolu da geçmişe mağdurların ve kurbanların gözüyle bakmaya alışmak, onların bakış açısını kavramaya alışmak, onlarla birlikte yas tutabilmek. Böylece, kurbanların failler tarafından ayaklar altına alınan haysiyetlerini biraz olsun onarılır.’Artık konuşmaya hazır hale gelen bireyler, kuşaklar, toplumlar arasındaki güven ve dayanışma duyguları güçlenir. Birbirine güvenen insanların toplumsal barış ve uzlaşmayı sağlaması kolaylaşır. Ayrıca, geçmişin tecrübelerinden hareket ederek, aynı kötülüklerin gelecekte tekrar edilmesinin önü daha kolay alınır.
Bu uzun girişten sonra, daha bir kez daha yayımladığım ‘Cumhuriyetin azınlık raporunu (bazı açılardan geliştirerek, bazı açılardan daraltarak, ama yine eksiklerle) hatırlatacağım. Gerisi size kalmış…
AZINLIK KARŞITI POLİTİKALARIN KRONOLOJİSİ‘
Ocak 1923te’İzmirde yayımlanan Türk Sesi ve Yanık Yurt gazeteleri, Türk tüccarların aralarında birleşerek ‘ahlaksız ve çıkarcı Yahudi tehlikesine karşı mücadele etmesini istiyordu. Edirne’deki Paşaeli gazetesinde yayımlanan bir dizi yazı sonucu galeyana gelen Edirneliler şehir meydanında toplanarak “bu ülkeden gitme sırası size de gelecek! Yahudiler defolun!”diye bağırdı. Polis Yahudilere ait dükkânlara saldırılmasını zorlukla önledi. Babaeski gibi küçük kentlerde yaşayan Yahudiler İstanbul gibi büyük kentlere göç ettiler. Trakya’daki Alyans okulları kapatıldı.
2 Mart 1923te’Dr. Rıza Nur, Türk tarafının Lozan barış görüşmelerinde izlediği politikayı Meclisteki gizli celsede anlatırken şöyle demişti: “Akalliyetler [azınlıklar] kalmayacaktır. Yalnız İstanbul müstesna olmak üzere (Peki Ermeniler? nidaları) Fakat arkadaşlar, kaç Ermeni vardır? (Yahudiler? sesleri) İstanbul da otuz bin Yahudi vardır. Şimdiye kadar mazarrat [arıza/sorun] çıkarmayan insanlardır. (Gürültüler) Museviler malum, nereye ekilirse oraya giderler. Tabii, olmasalardı daha iyi olurdu derim…”
16 Mart 1923te’Mustafa Kemal Adana Türk Ocağı Esnaf Cemiyetinin ayında Adanalı esnaflara şöyle seslendi: “Arkadaşlarımız söylevlerinde demişlerdir ki, Adana’mıza hâkim olan diğer unsurlar, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir durum almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır…”
Haziran 1923te’Yahudi, Rum ve Ermeni memurlar işlerinden çıkartılarak yerlerine Müslümanlar alınmaya başladı. Yahudilerin ve diğer azınlıkların Anadolu’da serbeste dolaşımları kısıtlandı. Karar öyle ani olmuştu ki, pek ok kişi kısıtlamalar yüzünden memleketine dönemedi, gittiği yerde mahsur kaldı. Bu yetmezmiş gibi Yahudilerin Filistin’e göçmelerine de engeller konulmuştu.
24 Temmuz 1923’tarihli Lozan Barış Antlaşmasının bir parası olan ve ondan 6 ay önce imzalanan Türk ve Rum Nüfus Değişimine İlişkin Sözleşme ve Protokolüne göre, Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukları (190 bin kadardı) zorunlu değişime (mübadele) tabi tutuldu.
Aralık 1923te’orluda yaşayan birkaç yüz kişilik Yahudi cemaatine şehri 48 saat içinde terk etmesi emredildi. Hahambaşılığın müracaatı üzerine karar ertelendi ancak benzer bir karar Çatalca için alındı ve hemen uygulandı.
1924 yılı boyunca, Lozan Barış Antlaşmasının gereği olarak
24 Ocak 1924’tarihli Eczacılar Hakkındaki Kanunla eczane ama yetkisi ‘Türk bulunma meselesine bağlandı.
3 Mart 1924’tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca 40 kadar Fransız ve İtalyan Okulu kapatıldıktan sonra sıra azınlık okullarının binalarının onarımında, genişletilmelerinde, yeni binalar yapmalarında kısıtlamalara geldi. Okul programları ve sınavlar MEB tarafından denetlenmeye başladı.
3 Nisan 1924te,’kabul edilen Avukatlık Kanunu uyarınca 960 avukat iyi ahlaklı olup olmadığı açısından değerlendirildi ve sonuçta 460 avukatın alışma izni iptal edildi. Böylece Yahudi avukatların yüzde 57si, Rum ve Ermeni avukatların dörtte üçü işsiz kaldı.
4 Mayıs 1924te’Mustafa Kemal New York Herald gazetesine şu beyanatı verdi: “Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır…”
29 Ocak 1925’gecesi, Fener Rum Patrikliğine seçilen Araboğlu Konstantinos bir trene bindirilerek Selanik’e gönderildi. Suçu, hükümetin hoşuna gitmeyen biri olmasıydı.
Şubat 1925te’gazetelerde Türkiye’den 300 kadar Yahudi’nin Kristof Kolombun Amerika’yı keşfinin 435. yıldönümü kutlamalarına bir telgraf gönderdiği söylentileri boy göstermesi üzerine şiddetli bir Yahudi düşmanı kampanya başladı. Yazılarda Yahudilerden ‘nankörler, ‘ülkenin sırtına yapışmış sülükler diye söz ediliyordu. Çözüm olarak ülkeden sürülmeleri öneriliyordu. Bu yazıların tahrik ettiği bazı kişiler bir Yahudi gencini öldürdüler, Kuzguncuk Sinagoguna saldırdılar. Böyle bir telgraf olup olmadığı hiçbir zaman ortaya çıkmadı.
22 Nisan 1926da,’ticari yazışmalarda sadece Türkçe kullanılmasını mecburi kılan kanundan sonra idari kadrolarda alışan ve Türkçe yazı diline hâkim olmayan gayrimüslimler işten çıkarılmaya başlandı.
1 Ağustos 1926da,’Yahudilere yönelik ‘sadakatsizlik, ‘nankörlük gibi ithamlardan bunalan Yahudi cemaatinin önderleri Lozan Antlaşmasının yeni çıkan Medeni Kanunla uyumlu olmayan 42. maddesinden feragat ettiklerini beyan eden mazbatayı Başvekâlete gönderdiler. Karar kamuoyuna, sadece 42. maddeden değil, tüm azınlık haklarından vazgeçtikleri şekilde yansıdı.
17 Ağustos 1927de’Elza Niyego adlı 22 yaşındaki Yahudi kızı, kendisine âşık olan ve uzun süredir taciz eden evli ve torun Osman Ratıp Bey tarafından öldürüldü. Gen kızın cansız bedeninin saatlerce sokakta üstü bile örtülmeden tutulması yetmezmiş gibi, Osman Ratıp’ın mahkeme yerine akıl hastanesine gönderilmesi Yahudi cemaatinde büyük tepkiye neden oldu. Yahudi cemaatinin geleneksel çekingenliğini ilk kez bir yana bırakarak, 18 Ağustostaki cenaze törenine kitlesel biçimde katılması ve “adalet istiyoruz”diye haykırması, gazetelerde yoğun bir Yahudi düşmanı kampanyanın başlatılmasına neden oldu. Ayrıca bazı Yahudiler ‘Türklüğe hakaret ettikleri gerekesiyle mahkemeye verildiler, hapis cezası aldılar.
13 Ocak 1928de’Darülfünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyetinin yıllık kongresinde tarihe “Vatandaş Türke Konuş!”sloganıyla geen azınlıkları Türke konuşmaya mecbur eden kampanya başlatıldı. Bütün ülke afişlerle donatıldı, genler Türke konuşmayan azınlıkları uyarmaya başladılar, uyarılara uymayanlar tehdit edildi, dövüldü, yargılandı. Aynı yıl ülkedeki yabancı okullarla birlikte Yahudi okullarının da önemli bölümü kapandı.
Ocak 1928de’basında, Bursa’daki Amerikan Kolejinde okuyan üç Müslüman Türk kızının okuldaki bazı öğretmenlerin yönlendirmesiyle Hıristiyan olduğu haberlerinin çıkmasının ardından, ateşli bir Hıristiyan karşıtlığı kampanyası başlatıldı. Önce okul kapatıldı, ardından okulun müdürü ve bazı öğretmenler mahkemeye verildi, ardından gayrimüslim okulları ağır teftişten geçirildi, ardından gazeteciler Misyonerleri Kovma Cemiyetini kurdular.
11 Nisan 1928’tarihli Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanunla doktorluk ‘Türk olma şartına bağlandı. Böylece gayrimüslimler doktorluk yapamaz oldular.
10 Temmuz 1929da’”milliyeti bir Türk öğrenci grubu” Rum Xpovıka gazetesinin basımevini tahrip etti. Tahrip edenler değil, gazetenin sahibesi tutuklandı ve gazete hakkında Türklüğü tahkir sulaması ile dava açıldı. Gazete kısa süre sonra kapatıldı…
Eylül 1929’da Defterdarlık, Yahudi okullarını, Or Ahayim Hastanesini, Ortaköy Yetimhanesini ve sinagogları, ticari müessese sayarak bunlara yapılan bağışları ve intikalleri vergilendirmeye karar verdi. Uygulama geriye doğru, 1925 yılından başlatıldı. Bu yüksek vergileri ödeyemeyen Hahambaşılığa haciz geldi. Hükümetin baskıları sürdü ve bağışlar sıkı takibe alındı.
18 Eylül 1930da,’Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt, ödemiş Yaylasında “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmeti olmak, köle olmaktır” şeklindeki ünlü vecizesini söyledi.
11 Haziran 1932de,’yürürlüğe konan Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkındaki Kanunla yabancıların bazı mesleklerde alışmaları yasaklandı. Bu durum özellikle Yunan uyruklu serbest meslek erbabını, küçük esnaf ve sokak satıcılarını kapsıyordu.
Kasım 1932de’İzmirli her Yahudi’ye “Türk kültürünü benimsemeye ve Türk diliyle konuşmaya” söz veren birer taahhütname imzalatıldı. İzmir Yahudilerini Bursa, Kırklareli, Edirne, Adana, Diyarbakır, Ankara Yahudileri izledi. Gazetelerde, gruplar halinde ihtida eden Yahudi (ve Ermeni) kızlarının haberleri çıkıyordu.
25 Şubat 1933’günü Darülfünun ve Milli Türk Talebe Birliği öğrencileri, ceplerine irili ufaklı taşlar, ellerinde Türk bayrakları, dillerinde “vatandaş Türk’e konuş!”sloganlarıyla Vagon-Li Şirketinin Karaköy bürosunu tahrip ettiler. Gereke, şirketin Beyoğlu Acentesinin Belçikalı Müdürü Jannoni’nin telefonda Türkçe konuşan memur Naci Beye şirkette resmi dilin Fransızca olduğunu belirterek, 25 kuruş para cezası ve 15 gün işten uzaklaştırma cezası vermesiydi. (Olayı şu yazımda anlatmıştım: http://www.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/vagon-li-olayi-ve-oz-dil-zorbaligi/20131/Okumak için tıklayın

 (Vagon-Li’yi protesto eden genler Taksimde atlı polisle karşı karşıya)
1933te’bir gün, Mardin’deki Süryani Patrikliği, gizli ve açık baskılara dayanamayarak “cemaatin arzusu doğrultusunda”, “görülen lüzum üzerine” “muvakkaten”(geçici olarak) Mardin’den Suriye’deki Humus’a taşındı, bir daha da geri dönemedi.
14 Haziran 1934te’ülkeyi “Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşanlar”(has Türkler), “Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşmayanlar”(Kürtler) ve “Türk kültüründen olmayan ve Türkçe konuşmayanlar”(gayrimüslimler ve diğerleri) olarak üçe bölen İskân Kanunu kabul edildi. Ardından Anadolu’nun eşitli yerlerindeki Kürtler, Rumlar ve Ermeniler, kendileri için uygun görülen bölgelere sürüldüler.
21 Haziran-4 Temmuz 1934te,’Irkı Cevat Rıfat Atilhan ve Nihal Atsız gibi ırkı yazarların Yahudi aleyhtarı ve ırkı yazılarla galeyana gelen kitleler, Çanakkale, Gelibolu, Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski’de Yahudilere saldırdılar. Olaylarda Yahudilere ait evler ve mağazalar yağmalandı, kadınlara tecavüz edildi, bir haham öldürüldü. CHF Trakya teşkilatının örgütlediği anlaşılan olaylar sonucu 15 bin Yahudi, mal ve mülklerini geride bırakıp can havliyle başka şehirlere, ülkelere kaçmak zorunda kaldı.
Ağustos 1938de,’hükümet “Tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tabi tutulan Musevilerin bugünkü dinleri ne olursa olsun Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır” diyen 2/9498 numaralı kararnameyi çıkardı. Ülkenin tek resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansında alışan 26 Musevi personelin işine son verildi. Gazete ve dergilerde genel olarak azınlıkları, özel olarak da Yahudileri ülkenin ektiği sıkıntıların sorumlusu gösteren yazı ve karikatürlerde patlama oldu.
1938-1939da,’yaklaşan savaşta milli güvenliği tehdit edecekleri gerekçesiyle, Anadolu’nun kırsal bölgelerinde yaşayan gayrimüslimler büyük şehir merkezlerine nakledildiler. Büyük şehirlerin yaşam koşullarına ayak uyduramayanlar ülkeden göç etmek zorunda kaldı.
8 Ağustos 1939da’Avrupanın eşitli yerlerinden topladığı 860 Yahudi mülteciyi Filistin’e taşırken, yolda karşılaştığı bazı sorunlar yüzünden İzmir’e sığınmak zorunda kalan Parita gemisi, yolcuların “Bizi öldürün ama geri göndermeyin” haykırışlarına rağmen 14 Ağustosta iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarıldı. Gemi çıkarılırken yarı resmi Ulus gazetesi “Serseri Yahudiler İzmir’den gitti” diye başlık atmıştı.
(Parita İzmir limanında)’
28 Aralık 1939da’Erzincanda büyük bir deprem oldu ve on binlerce kişi öldü. Bunu duyan Tel-Aviv, Hayfa, Buenos Aries, New York, Cenevre, Kahire ve İskenderiye’deki Yahudi cemaatleri aralarında topladıkları paraları, giyim eşyalarını Türkiye ye yolladılar. Ancak bu hareketin takdir edilmesi bir yana, gazetelerde Yahudilerin bu tavrını alaya alan, altında kötü niyet arayan yazılar, karikatürler boy gösterdi.
12 Aralık 1940ta’Romanyanın Köstence limanından aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’a varan ‘yüzen tabut namlı Salvadorun (aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir mil bile gidecek hali olmadığı açık olduğu halde Türk makamları, gemiyi yoluna devam etmesi için zorladı. Sonu hazindi: 13 Aralık günü Silivri açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan Salvador’un parçalarından tam 219 ölü toplandı.
22 Nisan 1941de’kapılarında beliren jandarmalar tarafından 12 bin gayrimüslim erkek, sivrisinek kaynayan ve sıtma yayan bataklığın, rutubet, çamur ve aşırı sıcağın bunalttığı, su darlığı ekilen altyapısız kamplara gönderildiler. ‘20 Kura İhtiyatlar denilen bu ‘askerler, Zonguldak’ta tünel inşaatlarında, Ankara’da Genlik Parkının yapımında, Afyon, Karabük, Konya, Kütahya illerinde taş kırma, yol yapma gibi ağır işlerde alıştırıldılar. 20 Kura İhtiyatlar, 27 Temmuz 1942 günü terhis edildiler. Ancak “İstanbul’u unutunuz!”diye bağıran çavuşların ve subayların sesi, o dönemi yaşamış tüm azınlıkların belleğine yerleşti.
15 Aralık 1941de’Köstence limanından aldığı 769 Romen Yahudi’sini Nazi zulmünden kaçırıp Filistin’e götürmek isteyen Struma gemisi İstanbul’a geldi. Türkiye’nin izin vermemesi yüzünden 2,5 ay Sarayburnu açıklarında hastalıkla ve ölümle pençeleştikten sonra geminin çıpası kesildi, dev bir kılavuz gemisine bağlanarak Karadeniz’e çekildi. Struma, 23 mil açıkta, motorsuz, yakıtsız, yiyeceksiz, susuz, ilaçsız kaderine terk edildi. 24 Şubat 1942 günü, saat 02.00de bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı. Faciadan sadece bir kişi kurtuldu. Olaydan sonra başbakan Refik Saydam şöyle demişti: “Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz!”
11 Kasım 1942de, Şükrü Saracoğlu Hükümeti, savaş sırasında ortaya çıkan mali sorunları aşmak gerekçesiyle Varlık Vergisini çıkardı. Vergi mükelleflerinin yüzde 87si gayrimüslimdi. Ermeni tüccarlar kapital gülerinin yüzde 232si, Yahudi tüccarlar, yüzde 179u, Rum tüccarlar yüzde 156sı, Müslüman-Türk tüccarların ise sadece yüzde 4,94ü oranında vergilendirilmişlerdi. Vergilerini ödeyemeyenler Aşkale, Sivrihisar, Karanlıkdere kamplarına gönderildiler. Mart 1944e kadar süren ‘Varlık Vergisi Faciası sırasında kimi malını, kimi canını, kimi onurunu, kimi Türkiye’ye inancını yitirdi.
Ocak-Şubat 1943te’İstanbul Emniyet Müdürü Haluk Pepeyi, yanında azınlıklardan ve yabancılardan sorumlu Dördüncü Şube Müdürü Salahattin Korkud ile 1915 Ermeni Soykırımının asli faili Talat Paşanın kemiklerini getirmek üzere Almanya’ya gitti. İkili gezi sırasında Sachsenhausen Temerküz Kampını ziyaret etti. Nazilerin sembolü gamalı ha bulunan bir trenle Türkiye’ye getirilen Talat Paşanın kemikleri askeri törenle, Abide-i Hürriyet Anıtının 50 metre yakınına defnedildi.
1946’da, CHP’nin 9. Bürosu tarafından yayımlanan ‘Azınlık Raporunda “İstanbul’da özellikle Rumlara karşı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır” deniyordu. Rapora göre bu sorunun çözümüne geçilmeden önce Anadolu’nun geri kalan kısmı da gayrimüslimlerden arındırılmalıydı.
30/31 Ocak 1947de’Urfanın Kendirli mahallesinde yaşayan yedi kişilik Yahudi ailesinin tüm fertleri katledilmiş olarak bulundu. Cinayetten Urfalı Yahudi cemaati sorumlu tutuldu ve şehirdeki tüm Yahudi erkekleri tutuklandı. Urfalılar dava boyunca Yahudilere boykot uyguladılar. Üç yıl sonra tutuklanan tüm Yahudiler salıverildi ancak Urfa’nın Yahudileri de şehirden uzaklaşmak zorunda kaldılar.
1948de,’Yahudiler yeni kurulan İsrail’e, Ermeniler ise Ermenistan Sovyet Cumhuriyetine göç etmeye kalkınca, yıllardın onları kaçırtmak için her şeyi yapan devlet ve devlet güdümlü basın bu sefer de göçmek isteyenleri ‘hain gösteren yayınlara başladılar.
6-7 Eylül 1955 günlerinde,’Kıbrıs’la ilgili olarak Londra’da toplanacak üçlü konferansta Türkiye’nin “elini güçlendirmek” için ağırlıklı olarak İstanbul Rumlarına yönelik büyük bir yağma harekâtı örgütlendi. Ancak olaylar İzmir, Adana, Trabzon gibi merkezlere de yayıldı ve sadece Rumlar değil Ermeniler ve Yahudiler de saldırılardan nasiplerini aldılar. Kimi kaynaklara göre ü, kimine göre 11 kişi öldü, yaklaşık 300 kişi yaralandı, yüzlerce kadına tecavüz edildi. Resmi rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayrı resmi rakamlara göre yedi bine yakın bina saldırıya uğradı. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin bir milyar liraydı.
(6 Eylül 1955 günü yağmacılar İstanbul’da işbaşında)’
1964te,’Kıbrıs’ta yaşanan toplumlararası atışmalar yüzünden Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleştiği günlerde, Atatürk ve Venizelos arasında, 1923 tarihli Mübadele Antlaşmasının aksayan yanlarını düzeltmek üzere 1930 yılında imzalanan ‘Dostluk Antlaşması Türkiye tarafından tek taraflı olarak iptal edildi. Türkiye’deki Yunan uyrukluların tapu müdürlüklerindeki işlemlerini durduruldu, ardından da bankalardaki paralarını bloke edildi. Türkiye’de doğup büyümüş, burada ticaret yapan, esnaflık yapan, emekçilik yapan Yunanistan vatandaşı Rumlar sınırdaşı edildiler. Sürgünlerin yanlarına bir bavul ve 200 lira almalarına izin verilmişti. Türkiye Cumhuriyet yurttaşı Rumlarla, aynı din ve etnik kökten gelen Yunanistan tebaalı Rumların onlarca yıldır İstanbul’da birlikte oluşturdukları aileler de bu sürgünü ok acı şekilde yaşadı.
26 Ocak 1970de’Milli Nizam Partisini kuran Necmettin Erbakan ileriki yıllarda ‘Beynelmilel Yahudilik, ‘Beynelmilel Siyonizm, ‘Nil’den Fırat’a Büyük İsrail, ‘Ortak Pazar Siyonizm’in bir oyunudur ‘Ortak Pazara girmek Türkiye’nin İsrail’e bir vilayet olmasıyla sonuçlanabilir, ‘İsrail Güney Amerika’ya nakledilmelidir, ‘Terörün kökünü ararsak, Tevrat’a kadar gitmek gerekir gibi ifadeleriyle antisemitizm tarihimize önemli katkılar yaptı.
1974te,’İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu ile Hazine arasındaki bir dava nedeniyle Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun verdiği bir kararda, Türkiye’deki gayrimüslim vatandaşlar ‘Türk olmayanlar olarak değerlendirildi. Ardından, 1936 Beyannamesi denilen eski bir belgede adı geçmeyen tüm gayrimüslim mülklerine devlet el koydu.
6 Eylül 1986 günü’ İstanbul Galata’daki Neve Şalom Sinagoguna Filistinli Abu Nidal örgütüne bağlı teröristler tarafından yapılan bombalı ve makineli tüfekli saldırısında 22 kişi öldü ancak olay büyük tepki yaratmadı, çünkü Filistin davasına kamuoyunda büyük sempati vardı.
1985-1990 arasında’ PKK’ya karşı korucu olmayı reddettikleri için topraklarına el konularak yerlerinden edilen Ezidiler kitlesel olarak Batı ülkelerine göç etmek zorunda kaldı.
12 Aralık 1999da’İsmail Cem için “Dışişleri Bakanlığındaki Salomon” başlığını kullanan Aydınlık gazetesi, Fenerbahçeli futbolcu Revivonun  “Yahudi asıllı dışişleri bakanı İsmail Cem tarafından Türkiye-İsrail détente’ına katkıda bulunmak üzere tezgâhlandığı iddia etti.
Eylül 2000de,’İsrail Başbakanı Ariel Şaro’nun Kudüs’te Mescid-i Aksaya yaptığı kışkırtıcı ziyaretle başlayan İkinci İntifadadan (El Aksa İntifadası) sonra gerek sağ, gerekse sol kesimlerde İsrail eleştirileriyle Yahudilik eleştirileri daha da karışmaya başladı.
15 Kasım 2003te’Şişlideki Beta İsrail Sinagogu ile Galeta’daki Neve Şalom Sinagoguna iki Müslüman Türk teröristi tarafından intihar saldırısı yapıldı, eylemciler de dâhil 25 kişi öldü, 300den fazla kişi yaralandı. Gazetelerde, televizyonlarda, eylemciler değil, “sinagogu oraya kurarak Türkleri tehlikeye atan Yahudiler” suçlandı, sinagogda ajanların saklandığı iddia edilerek, baskınlar adeta meşrulaştırıldı.
17 Ağustos 2004 tarihli’ Vakit gazetesinde Abdurrahim Karako şöyle diyordu: “Dünya kamuoyunda ‘ırkı, sadist, canavar olarak takdim edilen Adolf Hitlerin basiretine hayran olmamak elde değil. Hitler bugünleri görmüş ta o zaman. Dünyanın başına bela olacaklarını bildiği içindir ki, ırkçılığı din gibi algılayan, yeryüzünü kana bulamaktan zevk alan hokkabaz Yahudileri temizlemiş. Uzağı gören ikinci adam ise Usame bin Ladindir.”
31 Aralık 2004te’Milli Gazete yazarı Mahmut Toptaş “Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül beyin, işgalci, eli kanlı, katil, İsrail Başbakanının yanına giderken Kuran-ı Kerimde Yahudiler hakkında haber verilenleri Diyanet İşleri Başkanlığının mealinden okur ümidi ile bazı ayetlerin listesini sunuyorum” dedi ve Kuran’dan ayetleri sıraladı. Ancak Diyanetten de Gülden de tepki gelmedi.
Şubat 2005te,’Adolf Hitlerin Kavgam kitabı tam 13 yayınevi tarafından yüz bini aşkın sayıda basıldı. 1934ten beri 50ye yakın baskısı yapılan kitap MHP’nin ve Gen Partinin tabanı için bir nevi ‘el kitabı haline gelmişti. Yılın diğer best-selleri Siyon Protokolleri adlı Yahudi düşmanı düzmece kitaptı. Bu kitap da Cumhuriyet tarihi boyunca 100den fazla baskı yapmıştı.
Haziran 2005te’Yalçın Küçük’ün yolunu izleyen Soner Yalçın, Efendi, Beyaz Türklerin Büyük Sırrı adlı romanında Sabetaycılık/Selanik/Masonluk/İttihat ve Terakki/Komploculuk izleğini çok etkileyici tarzda işledi. Kısa sürede yüz binden fazla satan kitap sayesinde “dünyayı Yahudiler, Türkiye’yi dönmeler idare eder!”şiarı zihinlere iyice kazındı.
5 Şubat 2006,’Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro 16 yaşında bir gen tarafından öldürüldü.
19 Ocak 2007de,’AGOS’un başyazarı Hrant Dink öldürüldü. Yıllarca süren yargılamalar, insan hakları eylemcilerinin ısrarlı takibi sayesinde sadece görünürdeki faillerin az da olsa hapisle cezalandırılmasıyla biterken, devlet, ‘asli failleri sakladı, korudu, övdü, terfi ettirdi.
18 Nisan 2007de’Malatyada yedi ‘milliyeti gen Hıristiyanlıkla ilgili yayın yapan Zirve Yayınevini basarak ü büro alışanını vahşice öldürdü. Mahkemeye sunulan 32 klasörden sadece 7-8i cinayetle ilgili olup, geri kalanlar misyonerlik faaliyetlerine odaklanmıştı. O günlerde toplanan Milli Güvenlik Kurulunun ilk maddesi ‘misyonerlik faaliyetlerinin yarattığı tehlikeler idi. Bu tür haberlerden etkilenen bir gen İzmir’de bir rahibi yaraladı, Antalya da benzer bir olayın olması ise son anda önlendi.
21 Haziran 2007 günü’(o zaman) Türk Tarih Kurumu Başkanı, (şimdi MHP Milletvekili) Yusuf Halaoğlu, devletin 1936-1937 yıllarında Müslümanlığa ihtida eden Ermenileri ev ev tespit ettiğini ve sayıları 100 bine varan bu ‘dönmelerin” listelerinin elinde olduğunu açıkladı. Bu açıklama önce adeta magazin olayı gibi ele alındı, ardından da üzeri kapatıldı.
Eylül 2008de’ABD merkezli PEW Araştırma Merkezinin Eylül 2008de açıkladığı Küresel Tutumlar Araştırmasına göre, 2004’te Türklerin yüzde 49’u, 2006’da yüzde 65i Yahudilere karşı olumsuz görüşlere sahipken, 2008de neredeyse her dört kişiden üçü (yüzde 76) olumsuz duygulara sahip olduğunu ifade ediyor. Tüm yaş ve eğitim gruplarında aynı oranlar söz konusu.
5 Şubat 2009 günü’ AKP Ankara İl Başkanlığının internet sitesinde “Hitlerin Yahudileri fırınladığı, kalabalık kitleler halinde öldürdüğü iddiaları da tarihi gereklere uymamaktadır… Öldürülenler de diğerlerinin Filistin topraklarına göç etmelerinin sağlanması için öldürülmüşlerdir…” yazdığı görüldü. Tepkiler üzerine yazı bir süre sonra kaldırıldı.
27 Haziran 2013 tarihinde’ bir Ermeni anaokuluna ocuğunu kaydetmek isteyen veliyle ilgili olarak Şişli Milli Eğitim Müdürlüğünün yazdığı bir yazı sayesinde, 1923 yılından bu yana ‘vukuatlı nüfus kayıtlarında gizli soy kodunun yer aldığı, bu bağlamda Ermeni vatandaşların soy kodunun 2 olduğu anlaşıldı, ancak bu haber de ciddi tartışmalara neden olmadan unutuldu gitti.
Yıl 2014,’İsrail’in Gazze’ye yönelik haksız ve sert saldırılarını bahane eden evreler, Yahudi düşmanlığına devam ediyor. Taze Cumhurbaşkanı Erdoğan “Af edersin, ok daha irkin şeyler söyleyenler oldu, Ermeni dediler!”diyor.
2015in ‘nefret söylemi açısından fakir, ‘tarihle yüzleşme açısından zengin bir yıl olması dileğiyle…
Özet Kaynakça:’Atatürk’ün Söylev ve Demeleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, 2006; Avner Levi, Türkiye Cumhuriyetinde Yahudiler, İletişim Yayınları, 1998; Mehmet Altun, “Bursa Amerikan Kız Koleji” Toplumsal Tarih, S.113, Mayıs 2003, s.26-32; Rıfat Bali, “Vagon-Li Olayı ve Yeni Bir Türkleştirme Kampanyası;, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 2005; Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Kitabevi, 2008; Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1999; Rıfat N. Bali, Devletin Yahudileri ve “öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, 2004; Musa’nın Evlatları, Cumhuriyetin Yurttaşları, İletişim, 2003; Corrina Guttstadt, “Hakikaten ‘İnanılmaz Bir öykü;, Toplumsal Tarih, S. 168, Aralık 2007, s. 56-65; Selim Deringil, Denge Oyunu: İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000; Haluk Karabatak, “1934 Trakya Olayları ve Yahudiler;, Tarih ve Toplum, Şubat 1996, S. 146, s. 4-16; Avner Levi, “1934 Trakya Yahudileri Olayı: Alınmayan Ders, Tarih ve Toplum, Temmuz 1996, S. 151, s.10-17; Zafer Toprak, “Trakya Olaylarında hükümetin ve CHFnin sorumluluğu;, Toplumsal Tarih, Ekim 1996, S. 34, s. 19-25, Ayhan Aktar, “1934 Trakya Olayları ve Türk Milliyetiliği”, Tarih ve Toplum, Kasım 1996, S.155, s. 45-56; Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005; Ruşen akır, Milli Görüş Hareketi, İletişim, 2005; Hakan Uzun, “Cumhuriyet Genliğinin Misyonu erevesinde 1933 Yılı Vagon-Li ve Razgrad Olayları;, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 6, S. 3 (Eylül 2009), s. 57-81; Ertan ünal, “Wagon-Lits Olayları”, Popüler Tarih Dergisi, S. 30, Şubat 2003, s. 70-75; Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, İletişim Yayınları, 2006; Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları – Varlık Vergisi ve alışma Kampları, İletişim Yayınları, 2009.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/6_7_eylul_yagmasinin_59_yildonumunde_cumhuriyetin_azinlik_raporu-1211344

Yorumlar kapatıldı.