İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Herkes kendi Ermeni’sini öldürsün

1914 yılı Kürdistan için zulmün daha da katmanlandığı, halkların birbirine düşürüldüğü bir yıl olarak tarihteki yerini aldı. Padişah, Kürt illerine gönderdiği talimatla Ermeni halkının öldürülmesini, hiçbir Ermeni’nin sağ kalmamasını,’herkesin kendi Ermeni’sini öldürmesini’ istiyor.
Herkesin kendi Ermeni’sini öldürdüğü topraklar!
Ermeni’yi bir mal olarak görmenin, hatta hiç görmemenin en güzel ifadesi!
Bir devlet talimatı!

***
Kelimelerin hep yarım kaldığı zamanlar vardır. Hep bir eksik olur sözcükler, ne anlatmak istesek, ne söylemek istesek bir eksiklik kalır bazı zamanlar. Böyle zamanlar susmak değil, susmadan, kelimelerimiz, kelamlarımız bitene kadar anlatmak gerek. Söylemek.
Ağlamak!
Ağıt yakmak!
Kalbimize saplananı, kalbimizde kalanı az da olsa sokağa dökmek gerek!
Az diyorum çünkü bazen gerçekten ne desek boş kalıyor orta yerde.
İnsan gerçekten hayret edecek kadar güçlü, dirençli bir canlı. Öyle zulümlerden, öyle haksızlıklardan, zorluklardan geçip de ısrarla, inatla ayakta durması bundan zaten. Ruhuna işlemiş bir direnç kültürü var. Arkalarda, kendisinin bile çok zor bulduğu bir yerlerde saklı bu direnci dışarı çıkarttı mı gerçekten kendini bile şaşırtacak bir direnişin içinde buluyor kendini.
Bir düşünün!
İnsanlık tarihi boyunca yaşanılanları, zulümleri, işkenceleri, kişilerin yaşadığı yoklukları, açlıkları, sefaleti!
Aslında çok uzağa da gitmeye gerek yok; Şengal’e dönün yüzünüzü, orada yaşayan gözlerin gördüklerini bir düşünün, acılarını düşünün. O dağa çıkmak için harcadıkları çabayı, o zulmü, o açlığı, o açlığa karşı gösterilen direnci!
Ama biz biraz geriye, 1915 yılına çevireceğiz gözlerimizi. ASALA eylemleri olmasaydı dünya da uzun bir süre duyulmayacak olan Ermeni Soykırımına. Oradaki tanıklıklara, anlatılanlara, anlatanların tükenen sözcüklerine.
Mesela ben kendi köyümün eskiden bir Ermeni köyü olduğunu daha bu yıl öğrendim. Bundan beş yıl önce Maraş’ın aslında Zeytun Ermenileri adından bir Ermeni topluluğun yurdu olduğunu öğrendiğimde nasıl şaşırmıştım. Ama kafamdaki bazı soru işaretleri de çözülmeye başlamıştı. Misal bizim köyün tam karşısında bulunan bir tepe de bir Ermeni’nin mezarının ne işi olduğunu anlamıştım. Bu yıl ise, sadece o değil, onlarca Ermeni mezarının olduğunu gördüm. Onlara bakılmadığını, neredeyse yok olduğunu da.
Bu toprakların uzun bir zaman hiç olmayan, hiç olmayacak evlatları arasında yer alıyordu Ermeniler. Devlet saldırdı, Kürtler saldırdı, Türkler saldırdı. Soykırım Kürdistan’da, 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi Türkiye’de oldu.
Nereden tutarsak tutalım, ne yaparsak yapalım tarih peşimizi bırakmaz. Hep bir yerden bizi tutar, bize gerçeği gösterir. Bugün soykırım bu toprakların en büyük lanetlerinden biri olarak her daim karşımızda duracak. Durmalı da!
Farkında mısınız bilmiyorum ama bu topraklarda Alevi, Ermeni, Kürt kadınlar uzun zamandır hep siyah giyerler. Hep bir yas halinde, hep bir ağıtın sözcüklerine asılı yaşarlar. Ömürleri hep bekleyişle geçer çünkü ömürlerinde eksik nefes alırlar, sofralarında bir tabak eksik gelir uzun zamandır. Bir parça ekmek, bir kaşık eksiktir hep.
Bu Arop Bacı’nın dediğidir;
“Annem, babam, kardeşlerim, dedem, ninem, halalarım, teyzelerim, amcalarım, dayılarım, komşularım yıkanmadan öldü, gitti. Ne oldukları, nerede oldukları belli değil. Öldüğümde, beni de onlar gibi yıkamadan gömün”
1914 yılı Kürdistan için zulmün daha da katmanlandığı, halkların birbirine düşürüldüğü bir yıl olarak tarihteki yerini aldı. Padişah, Kürt illerine gönderdiği talimatla Ermeni halkının öldürülmesini, hiçbir Ermeni’nin sağ kalmamasını,’herkesin kendi Ermeni’sini öldürmesini’ istiyor.
Herkesin kendi Ermeni’sini öldürdüğü topraklar!
Ermeni’yi bir mal olarak görmenin, hatta hiç görmemenin en güzel ifadesi!
Bir devlet talimatı!
Bu Abdullah Hakan’ın dediğidir;
“Avdel bize diyordu ki; ‘onlar gittikten sonra, biz onların bir gencini derede gördük. Onbeş onaltı yaşlarındaki bu Ermeni genç, yolunu şaşırmış. (..) Mıntıka da Arpet Kerekaz Deresi idi. Onu orada yakaladık. Elbisesini üstünden çıkarttık, o genci çırılçıplak yaptık, ondan sonra taş ve sopalarla bu çocuğu öldürdük.
Çocuk bize dedi ki; ‘Ben Hz.Muhammed’e yalvarıyorum, Hz. İsa’ya yalvarıyorum, bütün peygamberlere yalvarıyorum. Allah hakkı için beni öldürmeyin.”
Bu Mele Aliye Xıyaslı’nın dediğidir;
“Ermeni kadınlar, işte bu sık ağaçlar arasına gelip saklanmak istiyorlar. Kürt milisleri orada bu dört kadını tutup öldürmüşler. Bu kadınların iki tane de erkek çocukları varmış. Bunlar daha annelerini emiyorlarmış, annelerinin kucağındaymış. Anneleri katledilince göğüsleri dışarıya çıkmış. Bu ufak çocuklar gidip annelerin sütünü emiyormuş. Bu katliamı yapanlar, devletin milisleri ve ajanları imiş. (..) Bu milisler, bu çocukları yakalayıp Küp Mezrasının yanındaki uçuruma götürüyorlar. (.) Onları havaya kaldırıyorlar. Elleriyle hava da salladıktan sonra uçurumdan aşağıya atıyorlar.
Bir Müslüman yedi Ermeni’yi öldürürse yedi cehennemin kapısı kapanır. Kim sekiz kişiyi öldürürse ona cennetin kapıları açılacaktır diye fetva verilmişti o zaman.”
Cennet vaadi!
Nasıl da tanıdık aslında değil mi?
Alevileri öldürünce de cennete gidiliyordu!
Kâfirleri öldürünce de gidiliyordu!
Hıristiyanları öldürünce de,
Ermenileri öldürünce de,
Kürtleri öldürünce de.
Kürtler!
Katliamlara uğrayan ama aynı zamanda katliam yapan Kürtler! ‘Kürdün tarihi direnişler ve ihanetler tarihidir” demişti bir yazısında Abdullah Öcalan.
Hem direnişe girip hem ihanet içinde olmak!
Devlet seni köle yaparken, isteyerek köle olmak!
Ermeni soykırımda büyük bir rol alan Kürt ağaların, Hamidiye Alaylarının yanında, bu soykırıma karşı duran, inatla, ısrarla Ermeni halkının yanında olanlar da vardı. Soykırımdan sonra Ermeni Fedai’lerinin geri gelip saldırmalarında da bu faktör öyle belli oluyordu ki, Fedai’ler kendine zulmeden Kürtlere ve askere aynı vahşilikte saldırırken, kendilerine saldırmadığını bildikleri Kürtlere dokunmuyorlardı. Ama zulüm her yerde zulümdü. Devlet Ermeni ve Kürt halkının arasında uzun yıllar çözülemeyecek bir bozgun sokmuştu.
Bu Esma Nine’nin dediğidir;
“Bir gün baktım, bizim eve yiyecek istemek için bir bayan(Kürt) geldi. Ben onun çantasına baktım, ‘bir çocuğun kolu pişmiş halde’ bu kadının çantasındaydı.
Ben ona dedim ki; ‘bu nedir, Sraşe?’ dedim. O da ağlamaya başladı. Dedi ki; ‘ben yolda çocuğumla birlikte geliyordum. Açlıktan ölmek üzereydim. Çocuğum açlıktan öldü. Ben onu pişirip yedim. Bu kalan onun koludur”
Bu Mele Aliye Xıyanlı’nın dediğidir;
“Katliamı yapan Müslüman Kürtlere hain gözüyle bakılırdı, onlar lanetlenirdi”
Aslında bütün her şey, bu kan, bu gözyaşı, bu katliam devletin eliyle oluyor. Padişah ferman vermese kimsenin kimseyi öldüreceği yok. Kimsenin kimseye husumeti yok.
Husumeti yaratan da, kanı akıtan da devletten başkası değil, olmayacak da! Belki de bu kadar zulüm, bu kadar kan gördükten sonradır Kürt’lerin devlet değil de ortak yaşama isteği!
Bu toprakların gördüğü zulüm, kan akan dereler, kan kokan topraklar!!
Her gün çamaşır yıkadığı dereden akan kanın kırmızılığının tonuna göre katliama ne kadar kaldığını bilmek!
Bu Makruhi Melkonyan’ın dediğidir;
“O anda ben, kaynanam, oğullarım Gazar ve Hırand ile kızım Manil bir taşın arkasına saklanmıştı. Kürtler bizi fark ederek üzerimize çullandılar. Kaçmaya çalıştık, fakat onlar önümüzü kesip, hiçbir şey demeden kaynanamı vurdular. Gazar’ı elimden aldılar ve bıçakla doğradılar. Hırand’ı ise kolumdan çektiler ve taşa vurarak beynini dağıttılar, kızım Nanik’i elimden aldılar ve ne oldu bilmiyorum. Beni ise keyifleri için tuttular.
Seferberlikten başlayarak her şey değişti, Ermeni Kürt arasındaki yılların dostluğu, bir kere de düşmanlığa dönüştü”
Seferberlik emri 1914 yılında veriliyor. İlk önce eli silah tutan bütün Ermeni erkekler toplanıyor, sonra bunların bazıları serbest bırakılıyor. Daha sonra devlet bütün Ermeni köylerinden seferberlik adı altında ellerindekilerin birçoğunu alıyorlar. Bunları da ‘Amele Taburu’ adı altında yine Ermenilere taşıttırıyorlar. Zaten Seferberlik 1914 Temmuz, Ağustos aylarında oluyor, soykırım da 1915 Şubatında başlıyor. Erkekler alınıyor, kadınlar alınıyor, çocuklar alınıyor. Hiçbir Ermeni’ye acınmıyor. Erkekler katlediliyor, kadınlar tecavüze uğruyor, çocuklar katlediliyor. Öyle bir soykırım yaşanıyor ki bazı Ermeni aileler sırf kızları katledilmesin yaşasın diye köydeki ağalarla kızlarını evlendiriyorlar. Müslüman yapıyorlar.
Zorla Müslüman yapmak!
IŞİD!
Zorla Müslüman yaptığı Ezidi, Hıristiyan halkları yine de katleden IŞİD!
Kadınları ganimet olarak gören, para karşılığı affedeceğini söyleyen ama etmeyen, girdiği her toprakta acımasız bir şekilde kan akıtan IŞİD!
Bu topraklar IŞİD zulmünü farklı isimlerle, farklı suratlarla o kadar çok yaşadı, o kadar çok gördü ki!
Bu Sargis Kaputyan’ın dediğidir;
“Bey, İslam’ı kabul etmemizi önerdi, biz reddettik çünkü muhtar Hovhannes oğullarıyla birlikte Müslümanlığı kabul etmiş ama onu korkunç işkencelerin ardından organlarını hançerle tek tek keserek öldürmüşlerdi”
Bu Garepin hovsepyan’ın dediğidir;
“Biz Van’a doğru kaçmaya başladık. Türkler ve Kürtlerin vahşetinden kurtulabilen 25 erkeği de bu arada Zeven köyünün Kürtleri, Kıcanits vadisinde baltalar ve taşlarla başlarını ezerek öldürmüşlerdi.(..) 9 Berkri üzerinden göç ettik, yolda Zilanlı ve Haydaranlı Kürtlerin saldırılarına uğradık. 100 kadın ve 8-10 yaşları arasında 15 çocuk öldürüldü veya korkudan öldü, 7’si de Bendi-Mahu Nehri’ne düşüp boğuldu”
Bu Tarer Ter-Avetisyan’ın dediğidir;
“Çirkin ve kendilerine para ödemeyen kadınları da öldürdüler. Güzel kadınlara ise tecavüz ettikten sonra ya öldürdüler ya da serbest bırakıyorlardı”
Bu Satenik Parukyan’ın dediğidir;
“Çocuklara dahi aman vermiyorlar, ellerine erkek çocuk geçirdiklerinde hemen acımasızca öldürüyorlardı. Bizde, erkek çocukların perçemi olurdu, çocuğun başına bakıyor ve kakülü varsa hemen elimizden çekip alarak öldürüyorlardı. Biz de dişlerimizle (makasımız yoktu) çocukların kaküllerini yolmaya başladık. (..)
Her gece gelip dört yanımızı kuşatıyor, lambalarla güzelleri arıyor, alıp gidiyor, gündüz serbest bırakıyorlardı.”
Bu Dilbar Mıkırtiçyan’ın dediğidir;
“Parayı aldıktan sonra, tekrar 100 lira talep ettiler. Res söz vermekte zorlandığında onu tutup sırtına ve başına vurmaya başladılar, ardından köyden 60 erkek toplayıp (köyümüzün önde gelen kişileri) hepsini de tek tek hadım etmeye başladılar”
Nasıl da benziyor Kürt katliamlarına, Maraş katliamına, IŞİD katliamlarına. Benzemeyi de bırakalım bir kenara, birebir aynı aslında, hiçbir değişiklik göstermiyor.
Katliamlar, bu topraklar da egemenlerin halkları yönetmek için uyguladığı en bilindik yöntem. Halen de öyle!
Bir gün, katliamları ‘ama’sız ele aldığımız bir gün ne tanrı egemenlerden yana olacak ne de egemenlerin bir gücü olacak. Yıllardır bu topraklarda zulme uğrayan, acı çeken, işkence gören bütün halkların tek bir kurtuluşu var. Birbirlerinin acılarına ‘ama’sız yaklaşabilmek!
Son söz niyetine;
Bu Vazkelyat Azuyan’ın dediğidir;
“Evrenin yazıcısı, biz canlı ölülerin gördüğü o kanlı günlerin olaylarını tarih sayfalarına kaydetsin. En güçlü tanrı çeliğin olduğu yerdedir artık”
Kaynaklar
Beni Yıkamadan Gömün / Kürtler Ermeni Soykırımını Anlatıyor
Kedername / Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Soykırımı
Ermeni Soykırımı / Hayatta Kalan Görgü Tanıklarının Anlattıkları
@hayritunc

Yorumlar kapatıldı.