İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Etyen ‘anti azınlık’ mı? (Hrant da öyle miydi?)

Halil Berktay
Son gelişme şöyle: Şimdi o arkadaşım maalesef Etyen Mahçupyan konusunda da, düşmanlık, küfür ve hakaret korosunun gösterdiği yere intikal etmiş bulunuyor… Ona da, — sözde/sahici Ermeniler ayırımı ve Ermeniliğe/ırkına ihanet suçlamalarıyla aynı doğrultuda — “Etyen artık kim olduğuna karar vermeli” demiş… Hayır, değerli ve sevgili kardeşim, durum bu değil. Sizin yazdıklarınızın gerçekle bağdaşmıyor. Uzaktan durumu hiç doğru okuyamıyor; en patırtıcının, en keskinin, en şirretin, en saldırganın “mücadelecilik” adına “en iyi” olduğunu sanmakla çok büyük bir hatâ işliyorsunuz. Bu sürüklenişte, tam da Etyen’in parmak bastığı türden bir çelişkili ruh halinin ve İslâmiyet korkusunun önemli payı olduğunu sanıyorum. Başlıca iki nokta üzerinde duracağım. (1) Ermeni sorununda doğru tutum ve çizgi, şu anda Etyen Mahçupyan’a saldırmakta birleşen müzahrefâtın çekmek istediği nokta değildir. Tam tersine! Öyle bir saf Ermeni (veya daha genel olarak gayrimüslim) ultra-radikalizmi icat edilmek isteniyor ki, bu çığırtkan ekstremizm, tarihsel bir haklılığın tanınmasının önünde engel oluşturmaya ve o haklılığa zarar vermeye başlıyor. Nedenleri de basit: (a) olabilecek en kötü anlamda sola, Türk solunun o baştan aşağı başarısızlık hıncı üzerine kurulu, nafile kültürüne bulaştılar; (b) bu doğrultuda, habire bağırmak ve daha fazla bağırmak şeklinde tezahür eden “ultra”lık yarışlarına girdiler; (c) bir de üzerine, gene o Türk solunun istediği şekilde, körü körüne AKP düşmanlığı bindi; (d) sonuçta ortaya, solculuk veya devrimcilik adına, ne yapmak ve nereye gitmek istediğini bilmeyen, belirsiz hedefi giderek AKP devirmeciliğine dönüşen (ama bu da tabii sadece lâfta kalan), hayli maksimalist ve gerçekçilikten uzak, çoğalan kalitesizlik unsurları yüzünden saygınlığını yitirmeye teşne bir tür Ermeni neo-nasyonalizmi çıkıyor. (Bizim aslanlar Halil Hocayı da hain ilan edebilirler. HYETERT)

***
[30-31 Ağustos 2014] Geçmişte, Amerika’da yaşayan eski bir lise arkadaşımdan söz etmiştim. AKP’yi kapkara görme ve baş düşman olarak alma; dolayısıyla gerek hükümet, gerek tabanı (yani dindar, İslâmî kesim), gerekse onu destekleyen veya desteklediği düşünülenler hakkında olabilecek en kötü, en uydurma şeylere inanma; anlamama ve hattâ anlamaya çalışmama noktasına kayması veya itilmesini, “dış kuşatma” bombardımanının nasıl çalıştığına ve etkisine bir örnek olarak zikretmiştim (Ruhunuzun aynası, 22-23 Mart; Hayal ve gerçek hakkında 11 paragraf, 4-5 Nisan 2014).
Artık hiçbir öğretim üyesi hiçbir konuda konuşamayacak, yazamayacak. İnternet tamamen susturulmuş. E-mail almak ve yollamak suç. Basın özgürlüğünün zerresi kalmadı. Ekonomi ha çöktü, ha çökecek. Tahliyeler eşittir yeni Türk Gladio’su. İslâmî terörün ardında da bu hükümet var. AKP, El Kaide’yi ve diğer cihadist örgütleri bile finanse etmekte. Buna karşılık, bütün protestolar yüzde yüz barışçı. Halk neredeyse toptan muhalif. Erdoğan’ın sonu çok yakın. Böyle özetlemişim, arkadaşımdan gelen, onun da başka yerlerden alıp, benimseyip çoğaltarak aktardığı e-mail yağmurunun içeriğini, Mart sonunda. Yerel seçimler geçtikten sonra bunlara, “AKP kendi yaptırdığı ankette tepetaklak” masalına kapılıvermesini de eklemişim (“AKP’nin gizli anketi” (nelere inanıyorlar), 28 Mart ve tekrar bkz 11 paragraf, 4-5 Nisan).
Son gelişme şöyle: Şimdi o arkadaşım maalesef Etyen Mahçupyan konusunda da, düşmanlık, küfür ve hakaret korosunun gösterdiği yere intikal etmiş bulunuyor. Tutmuş, Etyen Mahçupyan’a yönelik son birkaç saldırı yazısının link’lerini vermiş. Bu temelde, Etyen’in yazılarını “anti-azınlık” olarak gördüğünü belirtmiş. Altına, Etyen Mahçupyan’ınBir Ermeni olarak yazısını eklemiş (Akşam, 28 Ağustos). Ona da, — sözde/sahici Ermeniler ayırımı ve Ermeniliğe/ırkına ihanet suçlamalarıyla aynı doğrultuda — “Etyen artık kim olduğuna karar vermeli” demiş.
Bunlar o kadar tipik, o kadar harcıâlem düşünce ve vargı yanlışları ki, burada kapsamlı bir cevap vermek ihtiyacını duyuyorum.
Hayır , değerli ve sevgili kardeşim, durum bu değil. Sizin yazdıklarınızın gerçekle bağdaşmıyor. Uzaktan durumu hiç doğru okuyamıyor; en patırtıcının, en keskinin, en şirretin, en saldırganın “mücadelecilik” adına “en iyi” olduğunu sanmakla çok büyük bir hatâ işliyorsunuz. Bu sürüklenişte, tam da Etyen’in parmak bastığı türden bir çelişkili ruh halinin ve İslâmiyet korkusunun önemli payı olduğunu sanıyorum.
Başlıca iki nokta üzerinde duracağım. (1) Ermeni sorununda doğru tutum ve çizgi, şu anda Etyen Mahçupyan’a saldırmakta birleşen müzahrefâtın çekmek istediği nokta değildir. Tam tersine! Öyle bir saf Ermeni (veya daha genel olarak gayrimüslim) ultra-radikalizmi icat edilmek isteniyor ki, bu çığırtkan ekstremizm, tarihsel bir haklılığın tanınmasının önünde engel oluşturmaya ve o haklılığa zarar vermeye başlıyor. Nedenleri de basit: (a) olabilecek en kötü anlamda sola, Türk solunun o baştan aşağı başarısızlık hıncı üzerine kurulu, nafile kültürüne bulaştılar; (b) bu doğrultuda, habire bağırmak ve daha fazla bağırmak şeklinde tezahür eden “ultra”lık yarışlarına girdiler; (c) bir de üzerine, gene o Türk solunun istediği şekilde, körü körüne AKP düşmanlığı bindi; (d) sonuçta ortaya, solculuk veya devrimcilik adına, ne yapmak ve nereye gitmek istediğini bilmeyen, belirsiz hedefi giderek AKP devirmeciliğine dönüşen (ama bu da tabii sadece lâfta kalan), hayli maksimalist ve gerçekçilikten uzak, çoğalan kalitesizlik unsurları yüzünden saygınlığını yitirmeye teşne bir tür Ermeni neo-nasyonalizmi çıkıyor.
Şaşırtıcı değildir bir bakıma; her ferahlamadan sonra, katedilen yolun, geçmiş mücadelenin, kazanımların kıymetini bilmeyen bu tür aşırılık yarışları baş gösterir; hele bir önderlik boşluğu varsa, olgun bir öndelik oluşmamış veya kalmamışsa, bir takım kısa pantalonlu, kendini gösterme peşindeki yeniyetmeler sahneye fırlar; geçmişe burun kıvıran azamicilikler, çatışma ve boyölçüşme zorlamaları, üç adım ötesini hesap edemeyen kavga aranmalar alır yürür; ortalığı toz duman kaplar. 1960’lar ve 70’lerin, benim de dahil olduğum sol kuşakları bunu aynen yaşadı. Gerek TİP’i kapattırmamanın üzerine titreyen Aybar önderliğine, gerekse bütün diğer yanlışlarına (daha o gün çağın gerisinde kaldığını fark edemediğimiz, Komintern Marksizminden beslenen Leninizm-Kemalizm kırması, darbeciliğe yatkın “millî-demokratik devrim”ciliklerine) karşın, gene de çoğu bizlerden daha fazla dirayet ve itidal sahibi olan (çünkü devleti daha fazla tanıyan) Eski Tüfeklerin “ürkek”liğine burun kıvırdık, hattâ onları da radikalizm tırmanışlarına sürükledik.Düpedüz şımardık, 1960’ların görece demokratik ortamında. Her şeyi kendimizle başlıyor sandık ve aynı zamanda geleceği de zerrece düşünmeksizin “bizden sonra tufan” mentalitesine girdik. Legalitenin değerini bilmez ve yaşlı kuşaklara saygı göstermezken, aslında her bakımdan kendi saygınlığımızı aşındırıp giderek toplumdan tecrit olduk. Yiğitliğimize toz kondurmayan afur tafurumuz içinde, her adımda kendimizi haklı bula bula, hiç farkına varmadan 1971 ve 1980 felâketlerine savrulduk.
Küçüklüğünü bir yana bırakalım. Yeni bir baskı rejimi kâbusunun muhtemelen üzerine (üzerimize) çökmeyeceğini — çünkü aslında Türkiye’nin bal gibi iyileşmekte olduğunu ve bunu da içten içe pekâlâ bildiğinizi (bildiğimizi) — de bir yana bırakalım. Bu kayıtlarla, bugün Ermeni sorunu ve/ya solu ve/ya cemaati benzer bir tehlikeyle yüz yüze. Kötümserlik palavra; öfke patlamaları yapmacık; ardında, başarıyla, özgürleşmeyle ve (Etyen’in sözünü ettiği) özel “ilgi”yle neredeyse sarhoş olmuşluk hali yatıyor. Aşırı-politizasyon bu coşkudan beslenmekte. Şöyle anlatmaya çalışayım: Ermeni sorununda (Türkü, Ermenisi ve başka herkesiyle) bu toplumun mantıkî hedefleri neler olabilir? (i) Konunun tartışılmasına tam ve mutlak özgürlük (ki önemli ölçüde gerçekleşti, gerçekleşiyor). (ii) Resmî söylemin eski klişelerinin hem iktidarın dilinden çıkması, hem de aynı zamanda medyadan silinmesi (ki bunun için de aynı şey söylenebilir). (iii) Devletin 1915’te tam ne olduğunu ve nasıl olduğunu kabul etmek, bu anlamda inkârcılığın esasına son vermek açısından daha net adımlar atması (illâ soykırım sözcüğünü kullanmasa bile). (iv) daha genel olarak, TC tarihi boyunca da süren, azınlıklar üzerindeki baskıların ve ayırımcılığın son bulması; açık-gizli ırkçılığın silinmesi; eşit vatandaşlığın ve birlikte gönül rahatlığıyla yaşama hoşluğunun bir norm ve normalite halini alması.
Bu da beni, Geleceğe bakış (1) ile başladığım siyaset ve muhalefet tarzı problemine geri getiriyor (Serbestiyet, 14 Ağustos). Açık konuşalım: “tek yol devrim” değil “tek yol reform”dur, günümüzün dünya ve Türkiye gerçekliği. Ve daha bir yığın mesele gibi, olabilecek hemen bütün meseleler gibi, yukarıdaki (i-iv) maddelerinin de hepsi, tek tek ve birlikte, reformların konusudur; uzun bir reform mücadelesi ve sürecinin amaçlarına girer.
İyi de, bunlar için gerekli tavır, söylem, ses tonu, siyaset yapış tarzı nasıl bir şeydir? Son tahlilde kime dert anlatılır? Hangi diyaloglar kurulur, ne gibi ittifaklar gözetilir? Kendilerini “sahici Ermeni” sayanlarda somutlanan yeni Ermeni milliyetçiliği — evet, milliyetçiliği, çünkü özcü; çünkü sözde/sahici ayırımı yapıyor; çünkü Ermeniliğe başlı başına bir içerik, bağlayıcı bir çizgi, bir değer atfediyor; hattâ bunu Ermeniliğe ihanetten, bir adım ötede “ırkına ihanet”dem dem vurmaya vardırıyor — bu sorulara berrak bir amaç ve amaca uygun yöntemler çerçevesinde cevap verebilmekten binlerce ışık yılı uzak.Niyetleri üzüm yemek değil bağcıyı dövmek; bu halk deyişinin bu kadar cuk oturduğu durum az bulunur. Aynen Yaprak Zihnioğlu’nun Kategorik retçi muhalefete reddiye yazısında tarif ettiği gibi, “[b]ir kodlar sistemiyle… iktidarın en küçük bir yanlışını yakaladığında ya da yoruma açık bir pozisyon bulduğunda en ağır saldırıları” gerçekleştiriyor; “2007’den beri ortama hâkim olan yüksek dozlu siyasal şiddet”i habire tırmandırıyor; İslâma karşı duyulan korku ve nefretleri sermayeleştirmeye çalışıyorlar (Serbestiyet, 30 Ağustos). Etyen Mahçupyan işte buna karşı “[o]lumsuzluk üzerine oturan her kimlik onu taşıyanı kurutur” uyarısını yapıyor; böyle bir “Ermeni kimliği”ne dâvet edilmesi veya raptedilmek istenmesini reddediyor; bu anlamda, “şu anki Ermenilikten çok sıkıldım” demek ihtiyacını duyuyor (Akşam, 28 Ağustos 2014).
(2) Öte yandan bu nihilist negasyonizmi, sol/liberal havalardaki bir kısım Beyaz Türkler var güçleriyle alkışlıyor ve destekliyor. Bunda da, solun 1960’lar ve 70’ler serüvenini hatırlatan bir taraf var. O yıllarda bize de yaşa, varol diyenler vardı (ve tabii, aynı zamanda MHP’ye, Ülkü Ocakları’na da) — asıl darbeciler, darbe pususuna yatmış olanlar; solda Doğan Avcıoğlu ve ekibi dahil 9 Martçılar, sağda Memduh Tağmaç’tan aşağı emir-kumanda hiyerarşisi içindeki 12 Martçılar; ha, bir de, son anda birinden diğerine transfer oluveren Faruk Gürler’ler, Muhsin Batur’lar. 2000’lerin ortalarında “AB’ye girelim ama onurumuzla girelim” diye bir terane vardı, ulusalcıların dilinden düşmeyen. Daha yakın zamana gelelim; iki yıldır hemen aynı sol/liberal kılıklı Beyaz Türkler, sırf AKP’ye puan kazandırmasın diye çözüm sürecini sabote etmek uğruna, Kürtlere dik durup onurlarını korumalarını ve aldatıcı bir barışa razı olmamalarını (yani savaşmaya devam etmelerini) telkin ediyor. Aşağı yukarı aynı Beyaz Türk ayaklanmacılığı, Gezi öncesi, sırası ve sonrasında Alevilere de bel bağladı, potansiyel bir AKP karşıtı kalkışma unsuru olarak. Ve şimdi, hep aynı Beyaz Türk solcuları, Ermeni cemaatini sadece ve sadece AKP’ye düşmanlık açısından “sözde ve sahici Ermeniler” ya da “biat etmiş ve direnen Ermeniler” diye kesip biçiyor; hangi yeni Ermeni düşmanı baskı ve zulüm dalgasına karşı “direndikleri” (?) belli olmasa da, en azından retorikte aşırılık mecrasına girmiş bulunan solcu Ermeni gençlerini “sahici”likle ödüllendirirken, Etyen Mahçupyan veya Markar Esayan gibi, “ırklarına ihanet” eden  “sözde Ermeni”lerle savaşmaya sevkediyor.
Kürt siyaseti bu rolü reddetti, ama ultra-sol gözüken bazı Ermeni gençleri sürdürmeye hevesli gibi. Şimdi gelelim Etyen Mahcupyan’a. Etyen’in yaptığı, işte bu yönelim ve mevzilenmeleri eleştirmek oldu, hem de içeriden, bilerek, yaşayarak; kimsenin “dışarıdan suçlama” diyemeyeceği biçimde. Bunu yapabildi, çünkü kendini öncelikle Ermeni değil, ya da Ermeni (kökenli) olmaktan gelen bir bağlayıcılıkla değil, öncelikle bir Anadolulu, bir Türkiye vatandaşı, bir demokrat ve bir aydın olarak tanımlıyor; Türkiye siyasası içindeki konumunu, bu ilkeleri benimsemiş bir homo politicus (siyasal insan) olarak belirliyor. Dolayısıyla (Amerika’dan yazan eski arkadaşıma dönüyorum), yanılıyorsun kardeşim, hiçbir kimlik veya “ne olduğuna karar verme” sorunu yok Etyen’in; adam gayet onurlu, gayet sakin, gayet telaşsız, konumunu öncelikle etnik-dinî kökeni ve mahallesiyle değil,sahici bir entellektüel olarak düşünceleriyle belirleyen bir yerde duruyor.
Bu tavrıyla Etyen Mahçupyan’ı “anti-azınlık”çılık, “sözde Ermeni”lik veya “ırkına ihanet”le suçlamanın ne kadar saçma olduğunu; bu tür suçlamalara yeltenenler açısından, neden düpedüz milliyetçiliklerini ele verdiğini; üstelik bir de solculuk iddiaları varsa, nasıl bir bilgisizlik, düşüncesizlik ve tutarsızlığı yansıttığını, kısmen tekrar pahasına, son birkaç mantık egzersiziyle göstermek istiyorum. (A) Diyelim ki Etyen Mahçupyan’ın siyasal tercihini beğenmiyor; sağcı buluyorsunuz. Olabilir; sağcılık açısından eleştirin o zaman. O ayrı bir tartışma. Fakat neden işin içine Ermenilere veya daha genel olarak gayrimüslim azınlıklara karşı olmak gibi şeyler katıyorsunuz — bu kesimlerin “olması gereken” tavırlarına, ancak milliyetçi ideolojinin talep ettiği türden bir yekparelik arayışıyla yaklaşmıyorsanız? (B) Türkiye’de AKP’ye oy veren 21 milyon insan var. Ayrıca, oy vermese bile düşmanlık gütmeyenler de var (benim gibi). Bunların içinde (dindar veya laik) Türkü de var, Kürdü de var, Ermenisi de var, Rumu da var, daha bilemeyeceğim herhalde hemen her kesimden vatandaş var. Ermeni kökenli bir aydın, homo politicusolarak AKP’den yana tavır aldığı için “ırkına ihanet” ediyorsa diğerlerine ne oluyor? Diyelim ki benim tavır ve tercihlerim de Etyen’inkine yakın. Herhalde benimle bir “ırkıma ihanet” tartışması yapmazsınız, bu açıdan. Olsa olsa sağcı dersiniz; dönek dersiniz; bunun gibi şeyler söylersiniz; zaten söyleyen söylüyor da. Vız gelir tırıs gidersiniz; o ayrı. Ama asıl soru ve sorun şu: bir Türk aydını ile bir Ermeni aydını benzer siyasî tercihlerde buluşuyorsa, niçin özellikle birini etnik-dinî “ihanet”le suçluyorsunuz — Ermeni veya gayrimüslim azınlık kimliğinin otomatik olarak tek bir (karşıt) siyasî tercihi gerektirdiğini düşünmüyorsanız?
(C) Bu, Ermenilikte (veya gayrimüslim azınlık mensubiyetinde) değişmez bir öz ve bir erdem görmekten başka neyle açıklanabilir? Öyle mi — ve bu mecra açılırsa nereye varır? Ermenilik başlı başına bir üstünlük vasfı ve “sahici Ermenilik” bir paye ise, bir kere, Etyen’in Müslümanları aşağılama tesbitini doğrulamış olmadınız mı? Dahası, o zaman Rumluk ve “sahici Rumluk” nedir? Yahudilik ve “sahici Yahudilik”? Kürtlük ve “sahici Kürtlük”? Tabii nihayet Türklük ve “sahici Türklük”; Müslümanlık ve “sahici Müslümanlık”? Her biri kendi erdemi ve ahlâkî üstünlüğünü savunmuyor mu zaten; benim gibi eleştirel tarihçi ve sosyal bilimciler de hep bununla baş etmeye çalışmıyor muyuz? Nihayet bu “sahicilik” israrının, her millet veya cemaatin kendi milliyetçilerinin homojenlik talebini, “milletçe birlik ve bütünlük içinde olma” (ve farklılık tanımama) vurgusunu yansıttığını hiç mi duymadınız? Faşizmden söz ettiğiniz oluyor zaman zaman; faşizmi AKP, AKP’yi faşizm sanıyorsunuz. Acaba sizin de içinizde farkına varmadığınız faşizan bir damar mevcut olabilir mi; bu ihtimali üzerinde durmaya değer bulur musunuz? Ya da en azından, faşizmin milleti mutlak yekpareliğe zorlaması hakkında ne düşünüyor; yekpare bir Ermenilik özleminizi bununla ilişkilendiriyor musunuz?
(D) Herhangi bir etnik-dinî grubun zaaflarını, hatâlarını, ideolojik deformasyonlarını, milliyetçi yönsemelerini eleştirmek, bir bütün olarak o gruba düşman veya “ihanet” içinde olmak mı demektir? İsterseniz şu örnekler üzerinde bir daha duralım (tam da yeri geldi) – (a) İsrail’i eleştirmek anti-semitizm mi oluyor? (b) Bir ABD vatandaşı nın, Amerika’nın şu veya bu emperyalist müdahalesini, faraza Vietnam savaşını eleştirmesi, anti-Amerikan olması anlamına mı gelmeli? Bunu McCarthyciliğin en koyu döneminde HUAC, House Anti-American Activities Committee, adı üstünde Meclis Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komisyonu (altını ben çizdim), yeterince söyledi zaten. Etyen’i Ermeni aleyhtarlığıyla suçlayan sizlerin, affedersiniz HUAC kafasından ne farkınız var? (c) Dahası, yıllar boyu Türk devletçi-milliyetçiliğini eleştirmenin “Türk düşmanlığı” veya “Türklüğe hakaret” sayıldığı şu ülkede — Türk sözcüğünü çıkarıp Ermeni sözcüğünü koyun — değişmeden önceki haliyle 301. Madde zihniyetinden ne farkınız var? (d) Ya sev ya terk et sloganı kimlere aittir? Sizin Benedict Anderson anlamındaki “hayalî cemaat”inizde (imagined community), mutasavver “sahici Ermenistan”ınızda, Etyen Mahçupyan’lara yer var mı? Yoksa “sözde Ermeni” ve “ırkına ihanet” içinde olduğuna göre, siz de ona ve benzerlerine ya sev ya terk et mi diyeceksiniz? (e) Son olarak, özellikle eski ve yaşlı solcular, hele tarihsel TKP geleneğinden gelenler, sizlerin bilgi, tecrübe ve vicdanınıza sesleniyorum. Nesiller boyu en küçük bir eleştiri yöneltene derhal yapıştırılan (yapıştırdığımız) “anti-parti” ve “anti-Sovyet” yaftalarını hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız, Etyen Mahçupyan’a yönelik şu saldırılara, bir de bu açıdan bakar mısınız?
(E) Etyen Mahçupyan ne yapmış, “anti-azınlık”çılık adına? Azınlıklara karşı Türk ulus-devletinin baskı ve ayırımcılığını mı savunmuş? Ne alâkası var; bütün yaptığı, “kendi” cemaatini ve/ya “kendi” milliyetçiliği ya da potansiyel milliyetçiliğini eleştirmekten ibaret. İyi ama, eğer solculuk konuşacaksak, bu aslında Leninist enternasyonalizmin çok temel bir ilkesi değil mi? Biz, bugün artık eski sayılabilecek, eskilik sırası bize gelen sol kuşaklar, neredeyse gözümüzü dünyaya açtığımızdan beri “herkes önce kendi milliyetçiliğini eleştirsin” düsturuyla yetişmedik, eğitilmedik mi? Tekrar edeyim; milliyetçiler bizlere hep bu yüzden saldırmadılar mı zaten? Ben bir Türk olarak Ermeni sorununda bilim ve ahlâk adına gerçek bildiğim şeyleri bu Marksist geçmişim ve evrenselci namusumdan güç alarak dile getirmedim mi, — ve bunu yaptığımda, “Türk tezleri”ne karşı “Ermeni tarafı”nı savunmak ve dolayısıyla “ihanet”le suçlanmadım mı? Etyen Mahçupyan ben bu tür Ermeni olmaktan sıkıldım diyor; ben de 2000 Ekim’inden itibaren bu tür Türk olmaktan sıkıldığım için konuşmadım mı ve hâlâ da konuşmuyor muyum? Mefhumun muhalifinde, ben “anti-Türk” değilsem Etyen Mahçupyan neden “anti-azınlık” veya “sözde Ermeni” oluyor?
Buyurun, size bir fikir daha. Diyelim ki uluslar arası bir tarih konferansı düzenleyeceğiz, “karşılaştırmalı milliyetçilikler” konusunda. Türk tarihçiler Türk milliyetçiliğini, Yunanlı tarihçiler Yunan milliyetçiliğini, Ermeni tarihçiler de Ermeni milliyetçiliğini eleştirecek. Haber vereyim; gerçekten var böyle bir projem. Olur veya olmaz; diyelim ki oldu. Bu konferansa kimler, nasıl saldıracak? MHP’nin ne diyeceği malûm; Yunanlı ve Ermeni tarihçiler iyi ve erdemli olur da, biz eleştirel Türk tarihçileri elbet kötü oluruz. Yunanistan’daki Stochos’çuların, Altın Şafak’çıların ya da bizdeki ulusalcılara zihnen çok yakın KKE’cilerin ne diyeceği de malûm; onlara göre, Helenizmi eleştirmeye cüret eden kendi vatandaşları hain olur da biz eleştirel Türk tarihçileri iyi oluruz. Fakat ey bugün Etyen Mahçupyan’a demediğini bırakmayan “sahici Ermeni”ler! Diyelim ki ABD ve Avrupa’dan üç beş Ermeni kökenli, uluslar arası üne sahip, bilimsel otoritesi tartışılmaz tarihçi geldi. Gene üç beş çok saygın Yunan tarihçisiyle birlikte hepsi, geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durum ve Rum-Ermeni cemaatlerinin ideolojik yapısı hakkında, üç aşağı beş yukarı Etyen Mahçupyan’ın (3 Ağustos’ta) söylediklerini tekrarladı, genişletti, teyid etti.  Pekâlâ mümkündür, çünkü bu  literatürü siz bilmiyorsunuz (veya bilinmemesine oynuyorsunuz) ama ben biliyorum, biz profesyonel tarihçiler biliyoruz. O zaman sizler ne dersiniz, nerede durursunuz? Tek başına Etyen’e saldırıp hain ilân etmeye cüret ediyorsunuz. Bunu bütün bir enternasyonal bilim âlemine karşı yapıp kendinizi maskara etmeyi göze alır mıydınız? Alacak mısınız?
(F) Gelelim, belki hiç aklınıza getirmediğiniz, ama sizin için en tehlikeli olabilecek bir kırmızı çizgiye. Etyen Mahcupyan’ı evrensel aydın hüviyetiyle “kendi” milleti ve milliyetçiliğini eleştirdiği için “anti-azınlık” ve “ırkına ihanet”le suçlayacaksanız, aynı mantıkla Hrant Dink’e ne derdiniz acaba? Sahi, siz Hrant’ın yazılarını oturup okudunuz mu hiç? Sırf 1915’teki İttihatçı zulmünü, ya da “Türk tarafı”nı mı eleştiriyordu Hrant? Biz neden çok iyi anlaşırdık sanıyorsunuz? Tam da bana çok benzer şekilde, Maocu fraksiyonculuktan esnek bir yapılabilirlikler reformculuğuna, Marksist-sol düşünce geleneğinin iyi taraflarını özümleyerek geldiğinden, aşağı yukarı aynı etik evrenselcilik perspektifinden, Ermeni milliyetçiliği ve maksimalizmine karşı ne kadar eleştirel bir tavır aldığının farkında mısınız? Lütfen dürüst olalım; tam da bu yüzden “şahin” diyaspora kesimlerinde o kadar da sevilmeyen bir insan değil miydi Hrant? Bırakalım her şeyi; sırf “zehirli kan” yazılarını alalım. Bu yazıların aslında Türkleri ve Türk milliyetçiliğini hedef almadığını o kadar söyledik; yanlış anlaşıldığından, Hürriyet ve Ertuğrul Özkök’ler tarafından çarpıtılıp haksız yere yargılanarak hedef haline getirilmesine yol açtığından yakındık. Peki, şimdi madalyonun diğer yüzüne geçelim; Türk milliyetçiliğin eleştirisi değilse hangi milliyetçiliğin eleştirisiydi o yazılar? Dümdüz söyleyelim; “damarlarınızdaki zehirli kan” yazıları çok ama çok sert, bomba gibi bir Ermeni milliyetçiliği hicvi değil miydi, özellikle Ermenistan’ı hedef alan?
Aslına bakarsanız, Etyen Mahçupyan o yazılardan ve Hrant’ın diğer birçok yazısından çok  daha az ve çok daha yumuşak eleştirdi, Ermeni ve diğer gayrimüslim cemaatlerinin iç dünyasını. Ne ki, Etyen hedef seçildi ve kriminalleştirildi, çünkü yaşıyor ve Hrantsız yaşıyor; Hrant ise dokunulmaz, çünkü öldürüldü ve bir aziz mertebesine yükseldi — aşırı sağcı bir Türk milliyetçisinin alçakça, vahşice katlettiği bir Ermeni aydını; 1915’te gerçekte ne olduğunu canını vererek ispatlayan masum bir güvercin, tam bir kahraman. Ölümle başkalaşırız; öldükten sonra ne olacağımız bize ait değildir artık. W. H. Auden, Yeats’in hastanedeki son saat ve saniyelerini anlatırken “Kendisi olarak geçirdiği son öğle sonrasıydı” der (it was his last afternoon as himself): “Hemşireler ve söylentilerle dolu bir ikindi vakti; / Bedeninin eyaletleri ayaklandı, / Kafasının meydanları tenhalaştı, / Sessizlik kapladı varoşları” (An afternoon of nurses and rumours; / The provinces of his body revolted, / The squares of his mind were empty, / Silence invaded the suburbs). Ve ardından her şey biter, daha doğrusu bitmez: “Cereyan kesildi, bilinci söndü; şair yerini hayranlarına bıraktı” (The current of his feeling failed; he became his admirers). Aynı vurguyu bir sonraki kıtada da sürdürür: “Ölülerin sözleri / yaşayanların bağırsaklarında değişime uğrar” (The words of a dead man / Are modified in the guts of the living). Fakat ah işte, bu “hayranları olup çıkmak” veya “hayranlarına indirgenmek” veya “yerini hayranlarına bırakmak” var ya, tam tercüme edemediğim, ama hepimizin kaderinde olan. Maalesef Hrant’ın da geldi başına. Kuşatıldı, anısına tutunuldu; herkesin her şeyi yükleyebileceği, izafe edebileceği, “kendi Hrantı”nı yazabileceği bir template, boş bir şablon muamelesine tabi kılındı.
Oysa hayatının en olgun doruğunda, ne dar anlamda bir solcuydu Hrant, ne bir AKP düşmanı, ne de bir “sahici Ermenilik” ikonası. Ve zaten en yakın, et ve tırnak gibi ayrılmaz arkadaşı, kafa dengi can yoldaşı da Etyen’di bu yüzden. Kendisine ve mirasına yakınlık iddiasını bir süs gibi taşıyanların, böyle gösterişçiliklerden alabildiğine uzak (ve herhalde bunları telaffuz etmekle acılı bir suskunluğun mahremiyetini zedelediğim için bana çok kızacak olan) hakiki kavga arkadaşına reva gördüğü şu sefil, şu haddini bilmez muameleye tanık olsaydı, ne derdi acaba?

http://www.duzceyerelhaber.com/halil-berktay#.VAyGoKhi_6p.gmail

Yorumlar kapatıldı.