İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Modernleşen Türkiye’nin Tarihi

“Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” adlı bu çalışma Erik Jan Zürcher tarafından kaleme alınmıştır. Zürcher, 19. Yüzyıldan bu yana gerçekleşen Türk modernleşmesinin siyasi, toplumsal ve ekonomik boyutlarını tarihsel bir süreç içerisinde anlatmıştır. Kitapta Türk modernleşme tarihi, Türklerin kapitalist dünyaya 19. yüzyıldan itibaren kesintisiz bir eklenme çabası olarak ele alınmış, bunu toplumun ve devletin modernleşmesi şeklinde yorumlanmıştır.

Zürcher, Modern Türk tarihini üç ana bölümde incelemiştir. Bunlardan ilki 19. yüzyıldaki modernleşme çabalarını içermekte ve Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde artan nüfuzundan, bunun Osmanlı Devleti ve toplumunda yarattığı tepkilerden bahsetmektedir. Burada vurgulanan önemli noktalar, Avrupa’nın artan nüfuzu ile birlikte Osmanlı ekonomisinin kapitalist sisteme adapte olmaya başlaması; siyasal olarak etkisi artan Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek amacıyla siyasi ve askeri olarak çabalaması, aynı zamanda da ayrı siyasal bir varlık olarak onu muhafaza etmeye çalışması, son olarak da Fransız İhtilali etkisi ile ortaya çıkan milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi ideolojilerin Osmanlı’da hızla yayılması başlamasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ise bu etkilere karşı olarak merkezi yönetimin ve onun hizmetindekilerin merkezi yönetimi kuvvetlendirme çabaları ile halkın çeşitli kesimlerinin merkezi otoritenin siyasi baskılarına karşı çıkışını görmekteyiz. Güçlenen milliyetçilik hareketi ve emperyalizm karşısında Osmanlı yönetimi çok geniş alanlarda çeşitli reformlara gitmiş ve modernleşme çabaları ile merkezi yönetimin gücünü hem içte hem de dışta artırmayı planlamıştır. Yazar, bu dönem içinde sultan 3.Selim, sultan 2. Mahmut ve sultan 2. Abdülhamit döneminde yapılan reformlardan ve Tanzimat Fermanı’ndan bahsetmektedir. Özellikle 2. Abdülhamit dönemini Tanzimat’ın hem devamı hem de Tanzimat’tan kopuş olarak ele alması önemli bir nokta olarak gösterilmiştir. Ulaşım, haberleşme gibi teknik konularda sağlanan gelişmeler, vergi toplanmasında, asker yazımında ve kamu düzenine dair konularda yönetimin artan başarısı, eğitim alanında ilerleme ve genişleyen Osmanlı basını ile 2. Abdülhamit döneminin aslında Tanzimat’ın bir devamı olduğu, ancak sert sansür uygulamaları, padişahın liberalizme, milliyetçiliğe ve meşrutiyetçiliğe tamamen karşı çıkması, devlet ideolojisinde İslam’a ve geleneğe yapılan vurgunun artmasının ise Tanzimat’tan bir kopuş olduğuna yönelik gelişmeler olarak gösterilmektedir.
Tarihsel olarak kitabın ikinci bölümü ise Jön Türk hareketini temel almakta ve Türklerin modernleşme tarihinde Jön Türklerin etkili olduğu dönem, 1908 Devrimi’nden 1950 genel seçimlere kadar kesintisiz bir dönem olarak kabul edilmektedir. Jön Türkler milli kültür ve ekonominin gelişmesinin hedeflendiği, modernleşme ve laikleşme yönünde adımların atıldığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde baskın olan iki unsurdan ilki İttihat ve Terakki Cemiyeti (1908-1918), diğeri ise kurtuluş savaşı sırasında ve sonrasında cemiyetin yerini alan Kemalistlerdir (1919-1925). Bu noktada, Jön Türklerin iktidarı sırasında Türklerin aynı siyasi dönemden iki kere geçtiği, her iki dönem içinde de liberal ve çoğulcu bir aşamadan sonra tek parti sistemi altında otoriter bir baskı aşamasının geldiği vurgulanmaktadır. Yazar ayrıca Jön Türk hareketinin ve 1908 Devrimi’nin geniş tabana yayılmış bir halk hareketi olmadığını, bu durumun 2. Abdülhamit’in Osmanlı aydın zümresine sadakat aşılayamamış olmasından ve bu zümre içinden çıkan genç bürokratlar ile subayların liberal, milliyetçi ve anayasal düşüncelerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce temel alınmasından kaynaklandığı belirtmiştir.
Kemalist devrim de dahil olmak üzere Türkiye’deki tüm Jön Türk rejimlerinin, ilgisiz bir topluma kendi siyasalarını yukardan zorla dayattıkları ancak hiçbir zaman halkı, halkın kendi amaçları için harekete geçirmediği de kitapta vurgulanmıştır. Zürcher 1908 devrimi gibi Kemalist devrimin de daha yavaş bir demokratik süreçtense, kökten değişimleri gerçekleştirebilecek karaların daha hızlı alınmasını sağlayan otoriter bir rejimi tercih ettiğini, bu nedenle Jön Türkler için bir bütün olarak 1908-1950 döneminde amacın demokrasi değil devletin güçlenmesini ve devamını sağlamak olduğunu, demokrasinin ise sadece bir araç olarak kaldığını belirtmiştir. 1915’teki Ermeni Tehciri’ni ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kürtlerin bastırılışını bu duruma örnek olarak vermiştir.
Zürcher, Ermeni Sorunu’nda 1925-1916’daki tehcirin gerekliliği, ölü sayısı ve olayın kasıtlı olup olmadığı konuları üzerinde durmuştur. Tehcir sırasında Ermeni cemaatindeki ölü sayısının büyük olasılıkla 600.000-800.000 civarında olduğunu belirtmiştir. Olayın Osmanlı hükümetinin politikalarından çok onun denetim zaafına bağlı olduğunu, Osmanlı hükümetinin bir politika olarak soykırım yapmadığını ancak ittihat ve terakki cemiyeti içindeki bir kadronun doğu sorununu Ermenileri yok ederek çözmeyi planladığını, bunun için de tehcirden yararlandığını iddia etmiştir. Yazar ayrıca olayın cemiyet tarafından planlanmış ve merkezden yönetilmiş bir Kırım politikası olduğuna inandığını yazmıştır. Bu tartışmada hem Ermeni hem de Türk tarafın kaynaklarına karşılıklı olarak yer vermiş ancak bu kaynaklarla ilgili herhangi bir referans bilgisi veya dipnot vermemiştir.
Yazar son olarak 1950’den günümüze kadar olan süreyi “huzursuz bir demokrasi” başlığı altında inceleyerek, bir önceki Jön Türk döneminin aksine 1950’den sonra askeri elit tabakanın dışında farklı bir kesimin iktidara geldiğini, bu nedenle dönemin demokratik çoğulculuk olduğunu ve buna bağlı olarak da kitle siyasetinin geliştiğini vurgulamaktadır. Ayrıca bu dönem içinde gerçekleşen üç askeri darbeden, Türkiye’nin Batı ile özelliklede Amerika ile artan ilişkilerinden ve bunun sonucu olarak Türkiye ekonomisinin küresel ekonomiye etkisinden, Avrupa Birliği ile gerçekleşen ikili ilişkilerden, Orta Doğu’daki problemlerden, Kürt sorunundan, İslami hareketten, ekonomik krizlerden ve artan politik istikrarsızlıktan bahsetmektedir.
Yine bu kısımda ele alınan Kemalist reformlar, Tanzimat ve ittihatçı reformların bir uzantısı olarak ele alınmıştır. Laikliğin Jön Türk ideolojisinde 1913’ten beri var olduğunu kaydeden yazar, Kemalist reformların, sultan 2. Mahmut zamanında başlatılarak İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimi sırasında nerdeyse tamamlanmış olan devlet, eğitim ve hukukun laikleştirilmesi sürecine son noktayı koyduğunu belirtilmiştir. 19.yüzyılda yazı dilinin önem kazanmasıyla birlikte, harflerde yeniliğe gitmenin şart olduğunu ilk olarak Tanzimat dönemi devlet adamlarından Münif Paşa’nın 1862’deki bir konuşmasında belirttiğine dikkat çekilmiştir.
Sonuç olarak yazar, Türk modernleşme tarihini, rasyonalist batı sisteminden etkilenen yenilikçiler ile ilerlemeye karşı olan gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak görmekte, bunun hem Osmanlı İmparatorluğu’nda hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde gözlenen kesintisiz bir süreç olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca zaman zaman resmi tarih söylemlerinin dışına çıkarak Türkiye tarihi ile ilgili farklı bir bakış açısı da sunmaktadır.1789’dan başlayıp 1992 yılına kadar ulaşan, kitabın kapsadığı geniş tarih süreci, yazarın sade anlatımı ve kitabın sonunda yer alan kapsamlı biyografiler bölümü de eseri ayrıca önemli kılmaktadır.
Eserin tümünde yazar, sentezlerden yola çıkarak konuları geniş açıdan ve tarihi arka planı ile ele almıştır. Kitap nesnel ve öznelliğin birlikte harmanlandığı çalışma olarak okuyucuya sunulmuştur. Yazar bu eserinde okuyucuyu aynı zamanda düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirdiği gibi aynı konuları farklı bölümlerde ele almaya gerek duymuş, konuların pekiştirilerek öğrenilmesine hizmet etmiştir.
Eda KENDİR
TUİÇ Derneği Stajyeri
Kitabın Adı: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi
Yazar: Erik Jan Zürcher
İletişim Yayınları, İstanbul

Gönderen: Nurhan Becidyan [nurhanbecidyan@gmail.com]

Yorumlar kapatıldı.