İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sevan Nişanyan’dan mektup var: ‘Ütopya inşa etmek’

Hrant Kasparyan / Demokrat Haber
Sevan Nişanyan, kurmaya çalıştıkları yapıyı ve yaşam alanlarını bir mektupla dile getirdi… Dilbilimci, mimar, turizmci ve muhalif yazar Sevan Nişanyan’ın, İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyünde yaptığı yenileme çalışmalarıyla inşa etmek istediği ütopya, İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen iki günlük sergi ve dün yapılan bir panelle ele alındı… Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Hizmetler Kulübü’nün (BÜSOS) girişimleriyle düzenlenen panelde BÜSOS’tan Ozan Erkovan ve Batuhan Avakado, Boğaziçi mezunlarından biri olan Sevan Nişanyan’ı tanıtan konuşmalar yaptı. 

***

Sevan Nişanyan, kurmaya çalıştıkları yapıyı ve yaşam alanlarını bir mektupla dile getirdi… Dilbilimci, mimar, turizmci ve muhalif yazar Sevan Nişanyan’ın, İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyünde yaptığı yenileme çalışmalarıyla inşa etmek istediği ütopya, İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen iki günlük sergi ve dün yapılan bir panelle ele alındı.
Şirince’deki kendi arazisi üzerine inşa ettiği 40 metrekarelik bir yapının “imara aykırı” ve “kaçak inşaat” olduğu iddiasıyla tutuklanan ve 2 Ocak 2014’ten bu yana cezaevinde bulunan Sevan Nişanyan’ın yargılanmasına gerekçe gösterilen Şirince’deki restorasyon çalışmaları ve inşa etmek istediği ütopyanın anlatıldığı panele konuşmacı olarak yakınları ve dostları katıldı. Panele katılan Arsen Nişanyan, 7 Temmuz 2014’te Aydın Yenipazar K1 tipi kapalı cezaevine nakledilen babası Sevan Nişanyan’ın kaleme aldığı ve kurmaya çalıştıkları yapıyı, yaşam alanlarını anlattığı mektubu okuyarak katılımcılarla paylaştı.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Hizmetler Kulübü’nün (BÜSOS) girişimleriyle düzenlenen panelde BÜSOS’tan Ozan Erkovan ve Batuhan Avakado, Boğaziçi mezunlarından biri olan Sevan Nişanyan’ı tanıtan konuşmalar yaptı. Panelde, Nişanyan’ın Şirince’de yürüttüğü yenileme çalışmalarıyla yok olmaktan kurtulan bölgedeki geleneksel Rum mimari yapılarının örneklerinin yer aldığı ve Nişanyan’ın kurduğu yaşam alanlarının tanıtıldığı film gösterimi de yapıldı.
ÇETİNOĞLU, TÜRKİYE PEN’İ ELEŞTİRDİ
Uluslararası Sevan Nişanyan’a Özgürlük ve Adalet Komitesi üyesi Sait Çetinoğlu, Nişayan’ın mezun olduğu okullardan biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin ve öğrencilerinin etkinlik düzenleyerek unutturulmaya ve gündemden düşürülmeye çalışılan Sevan Nişanyan’a sahip çıktıklarını belirterek teşekkür etti. Çetinoğlu, Nişanyan’ın inşa ettiği yaşam alanlarını tanıtan ve görsel malzemeleri Kenan Yenice tarafından hazırlanan serginin başka bir üniversitede düzenlenmesinin engellendiğini söyledi. Çetinoğlu, adını açıklamadığı, fakat Nişanyan’ın daha önce emek vermiş olduğu başka özel bir üniversite yetkilisi tarafından, “Sevan’ın entelektüel birikiminden faydalandık, ama yaptıklarının arkasında durmuyoruz” dediğini ve serginin üniversitede düzenlenmesine izin verilmediğini söyledi.
Sevan Nişanyan’ın haksızlığa maruz kaldığını belirten Çetinoğlu, Dünya Yazarlar Birliği PEN’in Türkiye şubesi yetkililerinin, Nişanyan’ın mevcut durumuna kayıtsız kaldığını söyledi ve Türkiye PEN’in tutumunu eleştirdi.
“HAPİS CEZASI ALAN BAŞKA KİMSE YOK”
Panelde konuşan Müjde Tönbekici, Sevan Nişanyan ile birlikte Şirince’deki köy evinin restore edilmesiyle başlayan süreci ve Nişanyan’ın ütopyası hakkındaki görüşlerini ifade etti. Tönbekici, Nişanyan’ın düşüncelerinden ötürü mahkûm edildiğine inandığını belirtti. Nişanyan’ın yargılanmasına gerekçe gösterilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında şu ana dek Sevan Nişanyan dışında hiç kimseye hapis cezası verildiğine rastlamadıklarını kaydeden Tönbekici, Nişanyan’ın özgürlükten men edilerek inşa etmek istediği ütopyasının bu yolla kesintiye uğratıldığını vurguladı.
“NİŞANYAN’IN ÜTOPYASI ÖZGÜRLÜKTÜR”
Taraf gazetesi yazarı, mimar Korhan Gümüş, ütopya adalet ilişkisini ele aldığı konuşmasında, ütopyanın önündeki engelleri, bürokratik yozlaşmayı ve bu yozlaşma ve engellerin nasıl bir adaletsizliğin kaynağı olduğunu örnekledi. Gümüş, Nişanyan’ın bu adaletsizlik tarafından kurban seçildiğini söyledi.
Hukukçu ve yazar Ercan Kanar, ütopya ile özgürlük ilişkisi, hak, adalet ile hukuk arasındaki ilişkiden hareketle Nişanyan’ın ütopyasının bir hak arayışı çerçevesinde ele alınması gerektiğini ifade etti. Hak arayışı ve ütopyanın hukukun gelişiminde önemli bir itici güç olduğunu belirten Kanar, Nişanyan’ın mücadelesinin bir özgürlük mücadelesi olduğunu vurguladı.
Agos gazetesi yazarı, mimar Zakarya Mildanoğlu, mimari ütopya örnekleri olan deneysel mimarinin Türkiye’deki örneklerinden Nail Çakırhan’ın çalışmaları, Avusturya’dan Hundertwasser’in çalışmalarından örnekler vererek Nişanyan’ın Şirince’de gerçekleştirdiği ender rastlanan yenileme tekniklerine dikkat çekti.
SEVAN NİŞANYAN’IN KALEMİNDEN “ÜTOPYA İNŞA ETMEK”
Panele katılan Arsen Nişanyan, 7 Temmuz 2014’te Aydın Yenipazar K1 tipi kapalı cezaevine nakledilen babası Sevan Nişanyan’ın kaleme aldığı mektubu okuyarak katılımcılarla paylaştı. Sevan Nişanyan’ın Şirince’deki bir köy evini yenileme çalışmasıyla başlayan ve kendi ifadesiyle kusursuz bir ütopya mekanının nasıl bir yer olacağını keşfetme serüvenini anlattığı, “Ütopya inşa etmek” başlıklı mektupta şu ifadeler yer aldı:
“Şirince’de, vaktiyle Müjde’nin satın aldığı bir köy evimiz vardı. Yaklaşık 150 yıllıktı. Duvarları çamur dolgulu taştan, yer yer bir metre kalınlığında ve biraz yamuktu. Banyonun içinde büyük kayalar vardı, yağmur yağdığında içlerinden su çıkardı. Mutfağın tavanını bir kestane tomruğu tutardı. Bahçe duvarından incir ağacı çıkmıştı, çok güzeldi. O eve aşıktık.
Dokuları gözünüzün önüne getirin. Üstünde kertenkelelerin güneşlendiği yığma taştan bahçe duvarı. Ot bürümüş kiremit çatı. Aşındıkça insan teni dokusunu almış taş zemin. Kuşaklar boyu ellendikçe fildişi kıvamını kazanmış ahşap trabzan. Ege’nin kayasına bin yıl önce oyulmuş bir niş.
Bunları sevmeyen yoktur. Zannederim insanda içgüdüsel olan bir şeyi tatmin ederler. Nedense hiçbir mimarda, bu dokuları üretecek vizyon yahut cesaret yahut teknik bilgi yoktur. Belki vardır, ben denk gelmedim. Türkiye’de hiç denk gelmedim. Viyana’da Hundertwasser bir yere kadar denedi belki, ama o da kendine anti-mimar, anti-arkitekt diyordu.
Yapı maceramız Şirince’de o evi onarmaya çalışmakla başladı. İhtiyar bir evi, kişiliğini bozmadan nasıl yenileyebilirsin? Ustaların ve mimarların her müdahalesi, evin kendinden bir şey kaybetmesiyle sonuçlanıyordu. Onlara kulak asmamayı öğrendik. Yerel malzemeyi öğrendik. Taş duvarı, çamur sıvayı, kestane ağacını, çit tekniğini, eski kiremidi öğrendik. Köydeki eski binaları didik didik edip, eski Rum ustalarının usullerini anlamaya çalıştık.
Bahçeye, orada “sundurma” dedikleri bir açık oturma yeri yapmamız gerekiyordu. Öyle bir şey yapalım ki, sanki hep varmış, 150 yıllık evin uzantısıymış gibi dursun dedik. Köydeki ve komşu köylerdeki emsalleri etüt ettik, onların dilini öğrendik. Çoğu harabeydi. Biz de yaptığımız sundurmayı kısmen harap ettik, ucuzundan, yüz yıllık tarih ekledik.
Odunluk gerekiyordu. Odunluğu kimse mimari projenin parçası olarak düşünmez. İş bittikten sonar, biraz briket ve tel örgüyle bir şeyler çırpıştırılır. Neden öyle olsun dedik. Neden odunluğumuz bir şaheser olmasın, baktıkça “İyi ki varız ve iyi ki yaşıyoruz” demeyelim? Eski evlerin bitişiğindeki kubbeli fırınları andıran bir taş yapı ekledik. Kapısını komşu kasabada yıkılan bir konaktan söküp getirdik.
Şirince’nin tarihi kimliği bize ayrı bir sorumluluk yüklüyordu. Başka yerde olsa belki el yordamıyla kendi çözümlerini üretebilirsin. Ama köyün tutarlı bir bütünlüğü varsa ve güzelse, o zaman eklediğin her ayrıntının, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, o bütüne uygun olmasına özen göstermelisin. Şu sonuca vardık: Yüz yıl önceki ustaların yapmayacağı hiçbir şeyi yapmayacağız. Onların kullandığı malzemeden, onların tekniklerinden, oranlarından, süslemelerinden, dokularından şaşmayacağız.
Söylemesi kolay, yapması zordur. Öncelikle, tevazu ister. Kendi aklına değil, ölmüş ustanın aklına uyacaksın. Ayrıca disiplin ve inat ister. Sol omzundaki şeytan durmadan dürter, şuraya da kalebodur yer karosu yapalım, bir kerecikten bir şey olmaz diye. Kanarsın. Kanmamalısın.
Restorasyonun temelindeki teorik çelişki ile tanıştık. Restore ettiğin zaman işlev değişikliği yapıyorsun. İşlev değişince biçimi nereye kadar koruyabilirsin? Korumalı mısın? Bugünkü işleri çözmek için, yüz yıl önceki Yorgo Usta hangi biçimi kullanırdı? Bizim köydeki evlerin alt katı hayvan barınağıdır. Şimdi orayı mutfak, oturma odası ve banyo yapacaksan, rutubet sorununu, ışık sorununu, statik sorununu ona göre çözeceksin. Copy-paste yapmakla iş bitmiyor. Çözüm üreteceksin. Eski mimariyi değerli ve sevimli yapan özü keşfedip, o çerçevede yeni bir şey üreteceksin.
Yorgo Usta müze memuru değildi, Anıtlar Kurulu zaptiyesi de değildi. İhtiyaca göre yeni bir şey yapan ve bunu yaparken bir şekilde eskinin ırzına geçmemeyi başaran bir esnaftı. O yapabiliyorsa biz neden yapamayalım?
Anıtlar Kurulu’nun öküz memuruna tabii bunları anlatamazsın. Zaten kuşku ile bakıyorlar, bunlar her şehirli takımı, üstelik devletin emirlerine saygısız olan cinsten, üstelik de Ermeni. Sen işlev ve gelenek ve estetik diye ağzını açınca onun aklına mevzuat geliyor, hangi maddeden mühürlerim diye hesap yapmaya başlıyor.
1992-2002 yılları arasında Şirince’de 12 tarihi evi onardık; tamamen yıkılmış olanları tarihi dokuya uyum sağlayacak şekilde sıfırdan inşa ettik. Sonra, köyün biraz dışındaki bir arazide, taştan küçük bağ evlerinden oluşan, hayalimizdeki köyü inşa etmeye koyulduk. 2007’de sıra Matematik Köyü’ne geldi.
Matematik Köyü’nde işler yepyeni bir boyuta taşındı. Çözmek zorunda olduğumuz işlevler, köyün tarihi dokusuna yabancı işlevlerdi. Eski ustalara sadık kalacağız ama, eski ustalar konferans salonu ve kütüphane ve 300 kişilik yemekhane çalışmamış ki? Köy havasını, köy dokusunu, köy estetiğini, köyün bin yıldan beri değişmemiş duygusunu veren doğallığını ve spontanlığını koruyarak modern bir eğitim kampüsünü nasıl inşa edersin?
Yedi yıldan beri bu soruların cevabını bulmaya çalışıyoruz. Tiyatro Medresesi ile birlikte, otuz küsur binadan oluşan ufak bir kasaba çıktı ortaya. Yorgo Usta’nın deneyimlerine bütünüyle sadık kalamayacağımızı Kabul etmek zorunda kaldık. Onun yerine, Yorgo Usta’nın kendi yaşadığı çağda, Anadolu’nun Ege ve Akdeniz kıyılarında görse yadırgamayacağı formlarla çalışmanın doğru olacağına kanaat getirdik. Artık eski Şirince’de benzeri olmayan hamamlarımız, medresemiz, kulemiz, kaya mezarımız var. Ama hala post-20. yüzyıl stili bir betonarme gecekondumuz yok, villa tipi konutlarımız yok, İsviçre-Kaliforniya kırması şalemiz -eğer dikkatle bakmazsanız- yok.
Gelenler, Matematik Köyü’ne bayılıyorlar, taparcasına seviyorlar. Doğallığını ve eklektizmini beğeniyorlar. “Sanki kendiliğinden olmuş gibi” diyorlar. “Sanki yüzyıllardan beri buradaymış, siz ortaya çıkarmışsınız” diyorlar. “Tarih kokuyor” diyorlar.
Ali Nesin ile ben ise, yaptığımız her binada hatalarımızı ve eksiklerimizi görüp birbirimizin başının etini yiyoruz. Her seferinde sıfırdan düşünmeye başlayıp, kusursuz ütopya mekanının nasıl bir yer olacağını bulmaya çalışıyoruz.”

http://www.demokrathaber.net/guncel/sevan-nisanyandan-mektup-var-utopya-insa-etmek-h35629.html

Yorumlar kapatıldı.