İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Kürtten Ermeni Halkına Özür Mektubu

Hayri Tunç
“Büyükannem dayımın kaçmasına izin vermemiş. Komşuları Tük Mahmut Ağa ona; ‘Sara Hatun, oğlunu ver, karışıklıklar geçene kadar saklayayım’ demiş. Ama büyükannem ona güvenmemiş. Oğluna kız elbisesi giydirmiş. Oğlan koşarak Ermenilerin çoğunlukta olduğu mahalleye varmak için koşmuş. Onun açık bir alandan geçmesi gerekiyormuş. O alanda, kendisini tanıyan Türk çetelerine rastlamış; onu öldürmüşler. 

Büyükannem arkasından yetişmiş; yaralı oğlunu kucaklamış. Kan büyükaannemin önlüğünden aşağıya akıyormuş. Büyükannem üzüntüden aklını yitirmiş; kanlı önlüğü üzerinden çıkarmamaya başlamış. Yere yatmış ki kendisi de ölsün, On iki yaşındaki kızı, babasını ve erkek kardeşini kaybettikten sonra aynı şekilde ruhi sarsıntı geçirmiş. Dili tutulmuş. Dostları bir araya gelip öğüt vermişler: ‘Sara Hatun, aklını başına al; kızın küçük; sana birşey olursa öksüz kalır’ demişler.
Sara büyükannem yavaş yavaş kendine gelmiş; ama kanlı kararmış önlüğünü üzerinden çıkarmıyormuş. Yıllar geçmiş; 1902′de kızı, yani annem, bir öksüzle, yani babamla evlenmiş. Ertesi yıl torunu Andranik doğmuş ve büyükannem mucize eseri olarak iyileşip kanlı önlüğünü tandırın içine atmış.”1
Çocukluğum da her yaz köye giderdim. 13 ya da 14 yaşındayım. Arkadaşlarım köye geldiğim bir yaz bana köyün dışında bir tepe de bir Ermeni mezarından bahsetmişti. Bazı zamanlar o mezardan bir ateşin çıktığını, ağlama seslerinin geldiğini söylemişlerdi. Birgün arkadaşlarımla o mezarı görmek için gitmiştik. Açılmış, içinde mezar dahil ne var, ne yoksa alınmıştı. Ermenilerin mezarlarına değerli eşyalarıyla gömüldüğünü, ondan dolayı da mezar soyguncularının bütün Ermeni mezarlarını böyle kazıp, içindekilerini aldıklarını söylemişlerdi. Köyde olduğum günlerde geceleri mezarı izler, bir ses ya da ateş görmeyi beklerdim.
Hiç görmedim ama, ne ağlama seslerini, ne yanan ateşi, ne de başka şeyleri. Ermenilerin bizim köyümüzde ne işi vardı hiç bilmiyordum o zamanlar. Evde kimse Ermeniler için kötü sözler söylememişti ama okulda, dışarı da hep bir küfür olarak kullanılırdı.
“Ermeni tohumu, Ermeni piçi, Ermeni misin lan sen” gibi bir çok söz dolanıyordu sokaklarda. O zamanlar en çok devrimciler bu tip sözcüklere maruz kalıyordu. Devrimci olmak zulme uğrayan herkes olabilmek, onların nefesi olmaktır zaten.
Hayatımda ilk defa ortaokul yıllarında bir Ermeni ile tanışmıştım. Babamın bir arkadaşıydı, yıllarca içeride kalmış, uzun süre işkence görmüş biriydi. Konuşması, insanlara hitap şekli ile tam bir insan güzeliydi. Ermenilerin de hiçte öyle denildiği gibi olmadığını anlamıştım onu gördükten sonra.
Ezilen ve katledilen insanları birbirlerine çeken, isimlendiremediğimiz bir çok şey vardır. Aynı zorluklardan, itilmişliklerden geçen bir çok insan, nerede olursa olsun hep bulurlar birbirlerini.
“Daha sonra saldırganların yaşlı kadın Cennet ÇİMEN’i evinden çıkardıkları, bu kadının bir gözünün kör, diğer gözünün sağlam olduğu, sanık Cuma YALÇIN’ın cebinden tornavida çıkartarak kadının sağlam olan gözünü de çıkardığı, bilahare ateş edilip kadının öldürüldüğü, otopsi raporuna göre sağ kalça üzerinde kalın bir demir parçası ile açılan yaranın bulunduğu, av tüfeğine ait saçmaların sol kulak arkasından girip  sol gözden çıkarak beyin kanamasına neden olup ölüme yol açtığı;”2
“Öğretmenimiz 20-22 yaşlarında güzel bir Ermeni kızıydı. Bir komutan o kızla evlenmek istemişti; ama o bu teklifi üç defa reddetmiş ve ona ‘Bok olurum Dacik olmam’ demişti. Komutan bu sözleri duyunca kılıcını çekmiş ve o güzel öğretmenimizi kesmişti. ‘Madem bok olmak istiyordu, vücudunun parçalarını götürün yetimhanenin helasına doldurun’ diye de emir vermişti.”3
Bütün katliamlar hep birbirlerine benzer.
Ölenlerin hikayelerinde değişen sadece yer ve insan isimleridir. Başka da bir şeyin değişeceği görüşmemiştir. Adının Mehmet ya da Yorgo olmasından, Maraş ya da Erivan olmasından, Alevi ya da Ermeni olmasından başka değişen hiçbir şey yoktur.
Ermeni Soykırımını ilk duyduğumda inanmamıştım. Öyle bir katliamın olabileceği varsayımı bile insanın kanını dondurmaya yetiyordu. Sonradan Maraş Katliamını öğrendiğimde, araştırdığımda insanın nasıl da vahşileşeceğini görmüştüm. Elbistana gittiğim zamanlar da, bizim oralalıların Maraş’ı neden sevmediklerini anlamazdım ilk zamanlar, sonra bu sevmeme durumumunda katliam ile alakalı öğrenmiştim.
İnsan canlılar içerisinde kendi türünü öldüren tek varlık olarak ortada duruyor zaten. Anlamsız, nedensiz bir şiddet hayranlığı ile hep birilerini öldürmek, hep birilerine zulmetmek için uğraşıyorlar.
Maraş Katliamı olduğunda ben dünya da yoktum, babam o zamanları bir kaç kez anlatmıştı bize, sonrasında katliamı anlatan bir kitap yayınlamaya karar verdiğinde daha da net bir biçimde öğrendim nasıl bir vahşetin içine çekildiğimizi. Bu araştırmalar sırasında bizim oturduğumuz toprakların aslında Ermeni halkına ait olduğunu öğrendiğimde ise içimde büyük bir utanç oluşmuştu.
Katliamla alınan bir toprağa nasıl yurt diyebilirdi ki insan?
Bütün katliamlar, içlerinde o kadar acı barındırır ki, onları okumak bile insanın çökmesine sebep olur. Maraş katliamı da bunlardan biriydi. Ermeni soykırımı da başka biri.
Yerlerinden kovulan insanlar, yurtlarını bırakan, nefes aldıkları topraklarını terk etmek zorunda kalan insanlar. Onların acıları, yoklukları, özlemleri vs..
Katliamlar sadece üzerinde uygulanan halkı değil, o topraklara onlardan sonra yerleşmiş bütün halklarında katlini beraberinde getirir. Ermeniler katledilirken o topraklara yerleşenler hiçbir zaman mutlu olamadılar. Olamazlardı da.
Yıkılan evin üstüne ev olmaz derler. Yok edilen, katledilen bir halkın toprakları üzerinde başka bir halk yurt yaratamaz. Toprağa sızan kan kokusunu, toprağa hasret ölen insanların sızısını, bedduasını görmezden gelemez kimse.
“1915′te bir sabah Kürtler koyunu otlağa götürdüler; akşamleyin koyun eve gelmedi. Koyunu geri getirmeleri için sabah muhtarlığa gelin dediler. Erkeklerimiz şikayete gittiler, ama bizimkilerin hepsini toplayıp götürdüler. Sonra dedem de beraber olmak üzere, hepsini bağlayıp götürdükleri haberi geldi. O muhtarlığın Türkleri, bizim evde çok yemiş içmişlerdi, ağızlarından, burunlarından gelsin!”4
Tarih tekerrürden ibarettir demiş eskiler. Öyle de oluyor hep. Bugün bir katliama karşı çıkmayanlar sonra aynı katliamla yüzyüze kalıyorlar. Kalacaklardır da.
Ermeni Soykırımı olurken, ganimetten yararlanmak için devlete güvenenler sonraki yıllarda hep katliamlardan geçirildiler. Hep bir kırım yaşadılar. Hep baskı içerisinde yaşadılar.
Katliamların bu topraklardan gitmemiş olması ne ile açıklanır ki?
Hangi mantık içerisinde bir açıklama getirebilirsiniz aynı acıların tekrar tekrar yaşanmasına?
Bir halk değil, bu topraklardaki bütün halklar hep bir katliam içerisinde yaşarken neden durmaz bu döngü?
Katliamlar bu coğrafyanın makus talihi midir?
Acıların hep bir döngü etrafında hiç bitmeden, hiç tükenmeden sürmesinin sebebi nedir?
“çevreden Alevi Sünni çatışması olduğunu, Alevilerin sulara zehir attığını, pek çok kişinin bunlar tarafından öldürüldüğü iddialarını duyurmaları üzerine, araç şoförü ve Alevi olduğunu önceden bildikleri Veli YILDIZ’ı Dumlupınar Sağlık Ocağı civarında durdurup, evvela araç içinde vurmaya başladıkları daha sonra da araçtan aşağıya çekerek dövdükleri ve tabanca ile öldürdükleri; olay tanıkları Mustafa YILDIZ, Hüseyin ÜNLÜDERE ifadeleri ile sanıkların tevil yollu ikrarları diğer tanıklar Fahri YANAR, Mehmet UÇANKUŞ, Hüseyin OVA, Bora ASENCİ olayı doğrulayan ifadeleri otopsi tutanağı gibi delillerden anlaşılmıştır”5
“Hüseyin isimli bir jandarma vardı. Onunla birlikte başkaları da vardı. Onlar varımızı yoğumuzu elimizden almaya, kızlara gözlerimizin önünde tecavüz etmeye, hamile kadınların karınlarını yarmaya, onların karınlarından çıkardıkları bebekleri birbirlerine fırlatmaya başladılar. Biri bir kız götürdü, diğeri bir oğlan;  ne buldularsa götürdüler.”6
Kanlı bir tarihin üzerinde, acılar, ağıtlar ortasında bir vatan vermişler bize. Dört bir yanı acılarla çevrili, sol yanımızdan gözyaşı akan bir coğrafyanın evlatlarıyız biz. Anılarımız, yaşadıklarımız hep birilerinin ağıtlarına çarpıyor. Nerede olursak olalım, ne yapıyor olursak olalım hep bir ağıda denk geliyor attığımız adımlardan biri.
Acılarımıza bakmadığımız, geçmişimize bakmadığımız için aslında bugün aynı acılara denk gelmemiz. Yoksa ne farkı var ki; Ermeni Soykırımı ile Maraş Kıyımı’nın.
Ölen hep aynı aslında! Katleden hep aynı!
Birgün ardımıza baktığımızda göreceğiz yaşadıklarımızın hiç bir farkı olmadığını, hiç değişmediğini. Yaşamamak için belki, aynı acıları bizden sonrakiler de yaşamasın diye biraz da isimlere değil acılara bakmak gerek artık. Yakılan ağıtların aynılığına dikkat edip, aynı ses ile ağıt yakan Kürt, Ermeni, Alevi, Ezidi, Türk, Boşnak kadınların gözlerine bakmak gerek. O zaman anlarız acılarımızın ne kadar aynı olduğunu. Ortak demiyorum bakın, ortak değil çünkü aynı bizim acılarımız.
“Bir de baktım ki uzaktan iki adam geliyor: birisi ermeni bir kadın, diğeri Dacik bir adam. Onlar bana yaklaştılar; o Ermeni kadını getirmişler ki, benimle Ermenice konuşsun. Kadın bana: ‘Bu adam seni götürüp, sana bakmak istiyor; seni evlat edinmek istiyor. Gider misin?’ diye sordu.
– Hayır, onların yanına gitmem, diye cevap verdim.
Kadın gene konuşarak beni ikna etti: ‘Sana su, ekmek verir, herşeyi verir.’ dedi.”7
Çocuklarımıza, vatanımıza, eşlerimize yaktığımız ağıtların hiçbir farkı yok, dilden başka!
Acılarımızda kardeş olabilmek için biraz da, önünde saygıyla eğilip özür dilemek gerek bugün o acıları yaşattığımız bütün halklardan, en başta da Ermenilerden..
“Ormanlarda aç, susuz, ağaç kabuğu yiyor, zorluklara alışıyorduk. Kasım ayındaydık; ağaçların yaprakları dökülmüştü. Babam dedi ki;
” Ey ağaç! Yapraklarının altında saklanıyorduk, şimdi onlar da yok!”
…….
“Hiçbir çocuğu yanlarında tutmadılar, düşman onların seslerini duymasın diye hepsini de terk ettiler.”
……..
“Masada bir ekmek duruyordu, ekmeği vermedi. Sadece kurutulmuş ekmek vererek ekledi,
– Bu çocuk o kadar aç kalmış, o kadar ot yemiş ki, doyacak kadar yerse ölür. Azar azar ekmek verin, öyle yesin.”
Khaçik Grigori Khaçatıryan 8
……………………..
Kaynaklar
1: Sımbat davti Davityan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
2: Maraş Katliamı İddianamesi
3: Hakob Terziyan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
4: Tsirani Rafayeli Matevosyan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
5: Maraş Katliamı İddianamesi – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
6: Mıkırtiç Khaçatıryan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
7: Petros Kikişyan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları
8:Khaçik Grigori Khaçatıryan – Ermeni Soykırımı Belge Yayınları

http://jiyan.org/2014/04/21/bir-kurtten-ermeni-halkina-ozur-mektubu/

Yorumlar kapatıldı.