İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2015’e 1 Kala Ermeni Soykırımı Tanınsın, Özür Dilensin…

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin verilerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 2 milyon Ermeni yaşıyordu. Kent, kasaba, mahalle, köy olarak batıdan doğuya, kuzeyden güneye, Küçük Asya’nın her yerinde tam 2.925 Ermeni yerleşimi bulunuyordu. Buralarda yaşayan Ermeni cemaatlerinin 1.996 okulu, 173.000 erkek ve kız öğrencisi, 2.538 kilise ve manastırı vardı.

1915’te Ankara’nın nüfusunun 1/3’ü (çoğu Ermeni olmak üzere) Hıristiyan ve Yahudilerden oluşuyordu. Çankaya, Kavaklıdere, Papazın Bağı, Yenişehir, Seyranbağları, Çinçin Bağları, Keçiören, Yenikent, Zir Vadisi, İsmetpaşa, Sakalar, Hisar önü (genel evin bulunduğu bölge-genellikle kentlerde genelevler Ermeni Mahallelerinde kurulur-)  önemli Ermeni yerleşim yerleriydi. Ulus’ta  “Roma Hamamı” denen harabeler Ermenilerin boğazlanarak kesildiği “kasaphane”lerdendi. Onlarca okulları, ibadethaneleri vardı.
1915’te başlayan Soykırım ve sonrasında, hatta Cumhuriyet dönemindeki politikalar sonucunda bu yerleşim yerlerinden geriye hiçbiri kalmadı. Kalanlar artık Ermeni yerleşimi değildi. 60 bin civarında olduğu tahmin edilen bugünkü Ermeni nüfusu, en yoğun olarak İstanbul olmak üzere, büyük çoğunlukla üç büyük şehre dağılmış olarak yaşıyor. Devlet Ermenileri imha etmekle kalmadı. İzlerini de sildi. Bugün Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde onlardan iz bulamazsınız.  Kiliseler doğa koşullarının tahribine bırakılmakla kalmadı, topa tutularak, dinamitlenerek yıkıldı. Anadolu’daki okulların hiçbiri artık yok.  1915’te bütün Anadolu ve Mezopotamya Coğrafyasında olduğu gibi Ankara’da da tarihsel topraklarından sürüldüler, kazındılar, soykırıma uğratıldılar.
1915’te başlayan süreçte Anadolu’nun diğer Hıristiyan halkları, Süryaniler,  Nasturiler, Ezidiler Rumlar da soykırıma uğratıldı. 20. yüzyılın başında bugünkü Türkiye sınırları içinde her beş kişiden biri, yani nüfusun % 20’si  Hıristiyan, Yahudi, ya da Êzidi gibi farklı dinsel inançlara sahipti. Bugün bu oran binde 1’in altında. Doğal nüfus artışı yaşansa, Hıristiyan halklar imha edilmeseydi, bugünün nüfusuna oranlarsak, Hıristiyan ve Yahudilerin toplam nüfusunun 17 milyon kadar olması gerekiyordu. İmhanın boyutlarını anlamak için bu basit matematiksel hesap yeterli. Bu gün Ankara’da Ermenice okuyabilen insan bulmakta zorlanıyoruz.
Soykırım yalnızca tüyler ürperten katliamlardan, nehirlerden cesetlerin akmasından, vadilerin parçalanmış insan bedenleriyle dolmasından Ankara’da  kasaphaneye dönüşmüş Roma Hamamında boğazlanmaktan ibaret değil. Soykırım ölümün tercih edildiği, ölümün  kurtuluş olduğu, insanın insanlıktan çıkarıldığı korkunç bir sürgünden, yollarda  saldırıya uğrama, açlık, hastalık ve tecavüzden, kadınların bedenlerine el koymaktan, kuşaktan kuşağa aktarılan derin bir yaradan, tarif edilemez, telafi edilemez, bağışlanamaz bir zulümden ibaret de değil. Soykırım aynı zamanda soygun, talan, yağma, muazzam bir hırsızlıktır;
Bugün Çankaya Köşkü’nün bulunduğu yer 1915’te “Kasapyan Ailesi”nin “Bağ Evi” idi. Kasapyan Ailesinin bir başka  “Bağ Evi” de bugün Keçiören’de “Koç Müzesi” olarak kullanılmaktadır. Özetle; Devlet’in başı ile sermayenin başı el konulmuş Ermeni Mülkü üzerine oturmaktadır.
Hırsızlık soykırım kurbanlarının, değeri hesaplanamayacak boyutlardaki taşınmaz mallarıyla, işlikler, bağlar, bahçeler, tarlalar, konaklar, evler, hastaneler, manastır ve kilise arazileriyle de sınırlı değil.
 Bu en bilinen boyutuna ek olarak hırsızlık, üzerinde az konuşulan, az bilinen bir şeyi, düpedüz katledilen Ermenilerin bankalardaki hesaplarına, değerli eşya kasalarına el konulmasını da içeriyordu. Soygunun bu boyutunun  tutarı 1915 yılının parasıyla  22 milyon dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca 20. yüzyılın başından itibaren Amerikan ve Fransız hayat sigortası şirketleri on binlerce Hıristiyan’a hayat sigortası yapmışlar, bunların değerinin de o zamanın parasıyla 20 milyon ABD dolarını aştığı tahmin ediliyor. İttihatçılar, bu hayat sigortası tazminatlarına da, resmi yazılarında “sahipleri öldü, mirasçıları da kalmadı, Osmanlı hazinesine devredilmelidir” diyerek göz koydular.
Ermeni Soykırımı 99 yıldır inkâr ediliyor. İnkârın, insanlığa karşı işlenmiş bu akla hayale sığmaz suçun gizlenmesinde bu büyük hırsızlığın da payı var. Devlet  ve Türk sermayesinin temelinde  soykırımın büyük yağması yatıyor.
 İnkâr; sadece “ben yapmadım” demek değil. İnkâr, “yaptık çünkü hak etmişlerdi” demek. Televizyonlarda devlet erbabının, inkârcı tarihçilerin, “saygın aydın ve yazarlar”ın, yüzleri kızarmadan soykırımı meşrulaştırmaları, yapılanı aklamaları demek. Türkiye toplumunun ağırlıklı kesiminin bu söylenenlere inandığını, hatta bunu duymak istediğini bilmenin güvenine sahip olmak demek. İnkâr, kurbanların anısına ve onların torunlarına hakaret etmek demek. İnkâr, soykırım kurbanlarını suçlu çıkarmak, buna devam etmek, onların çocuklarını ve torunlarını düşmanlaştırmak demek. İnkâr soykırımı, insanlık suçunu sürdürmek demek. İnsan hakları adına en kötüsü de, tüm bunlara seyirci kalan bir toplum yaratmak demek, onun desteğini almak demek.
Bu nedenle Soykırım” suçunu işlemiş “Malta Sürgünleri”nin bir çoğunun ismi “ulusal kahraman”  olarak bütün Türkiye’de olduğu gibi Ankara’da da okullara, bulvarlara, cadde ve sokaklara verilmiş bulunmaktadır.
Bu nedenle Hrant DİNK, Ermeni Halkına uygulanan soykırımı, onun sonuçlarını arayıp bulduğu, Ermeni yetimlerinin ve Ermeni mallarının akıbetini sorguladığı, bu hakikatleri anlattığı için katledildi.
Er Sevag Şahin BALIKÇI  bir 24 Nisan günü Askerlik yaptığı kışlada kafasına nişan alınarak ateş edilip katledildi ve yapılan “yargılama” sonucunda  “kaza” denilerek cezasızlıkla sonuçlandırıldı.
Bu gün inkârdan ve cezasızlıktan cesaretle, El-Kaideci çetecilere lojistik desteğin ötesinde sınırlar açılıp 1915’te soykırıma direnen Musadağ’lıların çocukları ve torunlarının yurdu Kessab’ta soykırım ikinci defa sınır ötesine taşıyor.
Soykırım bu gün de devam ediyor.
Bu inkâr (ve soykırımın devam ediyor oluşu) nedeniyle bugün hâlâ Ermenilerin mülkü kendilerine ait görülmemekte, “Emval-i Metruke” olarak görülmektedir. Sevan Nişanyan, tapulu arazisi üzerine inşa ettiği, tamamen doğal malzemeyle yapılmış bir mimari harika olan 60 metrekarelik köy evinin “kaçak yapı” olduğu iddiasıyla hapishanede. Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Sevan’ın yattığı Torbalı Cezaevi, 1. Derece SİT alanlarında yapılan lüks villalar, kentlerin tarihi silûetini bozan gökdelenler, plazalar, Türkiye’nin yarısı “kaçak yapı” iken!..
Öte yandan soykırımdan kurtulmak için dünyanın dört bir yanına dağılan, yaşama tutunabilmek için en zor işleri yapan soykırım mağdurlarının çocukları, torunları, içlerinde hep diri tuttukları tarihsel  Ata topraklarına geri dönmek, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olmak, Anadolu ve Mezopotamya’nın bütün Halklarıyla eşit, özgür, kardeşçe bir yaşamı yeniden örmek istiyorlar.
Bu gün 24 Nisan 2014. Ermeni Soykırımının 100.yılına 1 var. Bu gün Anadolu ve Mezopotamya’da savaşsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir yaşam mücadelesi veren emekçi halklarımızın ve onların örgütlü yapılarının, hatta “insanım diyen” her kesin omuzlarında tarihsel bir sorumluluk var.
Tarihle yüzleşmek, başta Ermeni Halkı olmak üzere “soykırım” kurbanlarının acısını paylaşmak ve Halkların kardeşliğinden, eşit, özgür, gönüllü birliğinden yana bir adım  atmak için buradayız. Çünkü biliyoruz ki; Ermeni soykırımı ile yüzleşmeden;  Süryanilere, Keldanilere, Nasturilere, Êzidilere, Pontos ve Ege Rumlarına, Alevilere yapılan soykırımlarla yüzleşmeden, toplum bu kolektif suç ortaklığından arınmadan, soykırımın sonuçları, tahribatları kapatılmadan, yaralar sarılmadan,  Türkiye’de ne demokrasi gelişebilir, ne de toplum  özgürleşebilir. Yüzleşmediğimizde; soykırım bir tehdit olarak yaşantılarımızı belirlemeye devam eder.
Biz Türkiye ‘de yaşayan insanlar  olarak bu gün buradan bütün yüreğimizle buradan haykırıyoruz:
-Ermeni soykırımının inkârına son!
-Özür dilensin.
-Soykırım mağdurlarının vatandaşlık hakları iade edilsin, gasp edilmiş, el konulmuş bütün maddi zenginlikleri iade ya da tazmin edilsin.
-Soykırım suçu işleyen  faillerin isimleri okul, bulvar, cadde, meydan, sokak vb. bütün kamusal alanlardan temizlensin.
-Kamusal mekânlara soykırım kurbanlarının adı verilsin.
-Okullardan, eğitim programlarından, kitle iletişim araçlarından ve çeşitli Devlet kurumları aracılığıyla yapılan bütün dezenformasyon çalışmaları iptal edilsin,
– Soykırımın inkârı “nefret suçu” olarak kabul edilsin.
İmzacı Kurumlar:İNSAN HAKLARI DERNEĞİ, ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ, ÇHD ANKARA ŞUBESİ, HDK, BDP ANKARA İL, DUR-DE (IRKÇILIĞA VE MİLLİYETÇİLİĞE  DUR DE GİRİŞİMİ), ÖSP, …………..
İmzacı şahıslar:  Temel DEMİRER, Huriye ŞAHİN, Sait ÇETİNOĞLU, Ramazan GEZGİN,……………………..
Atilla Dirim [atilla.dirim@gmail.com]

Yorumlar kapatıldı.