İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Seçimler üzerine bir tahlil

Doğu Ergil  / dergil@bugun.com.tr
Söz konusu hedeflerle sürdürdüğü mücadeleyi yerleşik bilinçaltı mekanizmaları ustaca tetikleyecek biçimde yürüttü… Bunun iki nedeni var: Birincisi, çeşitli araştırmalarda bu ülkede kamu (yerel-merkezi) ile ilişkisi olan kişilerin %60’ı rüşvet aldığını veya verdiğini ima ediyorlar. Tarihimizden gelen bu olgu, yönetimlerin kapalı, hesap vermez konumu devam ettiği sürece azalmadan sürecek. Yani halk bu duruma alışık ve rüşvet alacak konumda olduğunda da almayacak az kişi var.İkincisi bu ülkede çok büyük servet gaspları, üstelik içine kan ve şiddet girmiş olanları ne doğru dürüst soruşturulmuş ne de hesabı verilmiş. Hatta bu ülkede pek çok ailenin şimdiki zenginliğinin kaynağı bu gasplar ve zoraki el değiştirmeler. 1915 büyük Ermeni tehciri ve mal yağması, Cumhuriyet tarihi boyunca süren gayrimüslim göçertmeleri ve mallarına el konulması, 1945 Varlık Vergisi hep milli dava olarak uygulandı, onaylandı ve kolektif bilinçaltına itildi.

***
Yerel seçim bitti ama sayımlar daha sonlanmadı. Son yıllarda seçim sonuçları konusunda böylesine şaibe ve sahtecilik kuşkusu olmamıştı. Bunda seçimlerin bir “savaş” havasında geçmesinin ve kimi yerlerde oy oranlarının birbirine çok yakın olmasının payı olmalı. Her iki halde de iktidar yarışı kritik bir safhaya girmiş demektir. Yani kazanmak da kaybetmek de seçmen ve siyasi örgütler için varlıksal bir önem kazanmıştır.
Keskinleşen rekabetin iktidar partisi aracılığıyla bir gerilim stratejisine dönüştürülmesi bilinçli bir seçimdir. Gerilimden iki sonuç beklenmiştir: Safları sıklaştırmak; bizden ve onlardan olanları ayrıştırmak. Kaybedenin, yaşam olanaklarını (var olan ve tüm kazanılmış imkânlarını) yitireceği endişesiyle partiye sıkıca bağlanmasını sağlamak. Böylece, siyasal alanın eğilimlerinin, örgütlerin ve destekçilerin netleştiği sürprizi az bir görünüm kazanması mümkün kılınmıştır.
Bu gerçeği iyi anlayan AKP yönetimi, siyaset sahnesine çıktığı andan beri hep gerilim siyaseti güttü ve bunun mazeretlerini de kolaylıkla buldu: Askeri vesayet (Balyoz ve Ergenekon davaları); 12 Eylül rejimi ile hesaplaşma ve son olarak da Cemaat.
Mağduriyet duygusu
Söz konusu hedeflerle sürdürdüğü mücadeleyi yerleşik bilinçaltı mekanizmaları ustaca tetikleyecek biçimde yürüttü. Neydi bunlar? 1- Batılılaşmayı otoriter bir laik merkeziyetçilik olarak yaşayan geniş geleneksel kesimler Batı karşıtıydılar. Batı karşısında yeniklik ve kuşatılmışlık duygusu taşıyan bu kesimleri Batı karşıtı söylem ziyadesiyle mutlu etti. 2- Dini referanslar ve girişimler (örnek başörtü yasağının kalkması) mağduriyet duygusunu uyarırken, aynı kesimlerde özgürleşme ve güçlenme etkisi yarattı. 3- Yoğun ve hiçbir biçimde soruşturulmayan ve yargıya yansımayan yolsuzluk suçlamaları ciddi bir etki yapmadı. Bunun iki nedeni var: Birincisi, çeşitli araştırmalarda bu ülkede kamu (yerel-merkezi) ile ilişkisi olan kişilerin %60’ı rüşvet aldığını veya verdiğini ima ediyorlar. Tarihimizden gelen bu olgu, yönetimlerin kapalı, hesap vermez konumu devam ettiği sürece azalmadan sürecek. Yani halk bu duruma alışık ve rüşvet alacak konumda olduğunda da almayacak az kişi var.
İkincisi bu ülkede çok büyük servet gaspları, üstelik içine kan ve şiddet girmiş olanları ne doğru dürüst soruşturulmuş ne de hesabı verilmiş. Hatta bu ülkede pek çok ailenin şimdiki zenginliğinin kaynağı bu gasplar ve zoraki el değiştirmeler. 1915 büyük Ermeni tehciri ve mal yağması, Cumhuriyet tarihi boyunca süren gayrimüslim göçertmeleri ve mallarına el konulması, 1945 Varlık Vergisi hep milli dava olarak uygulandı, onaylandı ve kolektif bilinçaltına itildi.
İpleri eline almak istiyor
Böylesine bir toplu geçmişi olan “usulsüz” servet edinimleri, zamanın iktidarlarının koruması altında “ulusal çıkar”, “dini hizmetler”, “yurtdışı Müslüman kardeşlerimize yardım” mazeretleriyle kolayca aklanabiliyor. Hesabının sorulması için kişisel bir zarar beyanında da bulunulmuyor. Çünkü kaybeden biz değiliz. Siyasette insanlığın, bizden önce geldiği ne zaman görüldü ki?
Son olarak şu diktatör suçlaması… Başbakan’ın otoriter olduğu ve ipleri hep elinde tutmak istediği kuşku götürmez. Bir sözü ile sadece “milletin temsilcilerini” değil, cumhurbaşkanını da seçtirebileceği malum. Demokrasi kültürü açısından bu sakıncalı mı? Evet!
Pekiyi tek adam, otoriter lider, Türk siyasal tarihinde ilk defa mı görülüyor? Ebedi ve milli şefler, tabii senatörler ve üniformalı devlet başkanları ne zaman unutuldu? Şimdikinin yadırganmamasının seleflerinden dolayı olduğu söylenebilir mi?
Şimdi bu bütünlük içinde siyasal tarihimize bakıp, taraf tutmadan çatışmasız ve çoğulcu bir demokrasiyi nasıl kuracağımıza kafa yoralım. Ne dersiniz?

http://www.bugun.com.tr/secimler-uzerine-bir-tahlil-yazisi-1051438

Yorumlar kapatıldı.