İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeniler: Tekbir sesleriyle saldırıyorlardı

Somer Sultan – BirGün

Nusra’nın saldırısı sonucu Kesab’tan kaçan Ermeniler konuştu… Kesap Ermeni kilisesi papazı M’ron Avadisyan’la görüşüyoruz. Bizimle biraz kırık da olsa Türkçe konuşuyor. Sonra kendi deyimiyle Kesab’ın üçüncü yıkım öyküsünü kendi görgü tanıklığıyla anlatıyor:“Barış ve huzur içinde yaşıyorduk. Dağlık beldemizde kendi halimizle geçinip gidiyorduk. Kimseyle sorunumuz yoktu. Olaylar üç yıl önce başladığından beri kurşun seslerine alışkın olduk.  Ama bu sesler bize yaklaşmazdı. Cuma günü gelene kadar üzerinde durulacak bir sorun yaşamadık. 21 Mart bizde Anneler Günü kutlanır. Cihatçı çetelerin ve onların arkasındaki Erdoğan hükümetinin bize böyle bir anneler günü kutlaması hazırladığını bilmiyorduk.Beş noktadan bize saldırdılar, havan mermileri üzerimize düşüyordu. Cuma sabahı saat 3’te başladı silah sesleri. Giderek bize yaklaştığını hissettik. Vadilerden tekbir sesleri yankılanıyor, havan mermileri ıslık çalarak üzerimize yağmaya başladı. Sakhra (beldenin yamacında bir tepenin ismi) ve Suriye-Türkiye sınır kapısı başta olmak üzere beş değişik noktadan aynı zamanda geniş bir saldırıya maruz kaldık. Gençlerimiz direnebildiğince direndi. Beldenin çıkışlarında mevzilenip saldırganları püskürtmeye çalıştılar.”
****
El Nusra’nın saldırısı sonucu Kesab’tan kaçan Ermeniler konuştu…Lazkiye’de dar bir sokakta Kidon adıyla bilinen Ermeni kompleksini soruyoruz. Bir demir kapı işaret ediliyor. Sade kapıdan girdiğimizde çok kalabalık bir avluda buluyoruz kendimizi. Duvarların uzunlamasına plastik sandalyelerde oturan yaşlılar, bebek taşıyan kadınlar. Yaşı biraz daha müsait olanlar, ortada ayakta birbiriyle konuşuyor. Çocuklar kendilerine bir kenar bulmuş ama oyun oynamıyorlardı, hararetli bir şekilde bir şeyler tartışıyorlardı. Kilisenin içerisinde yardım kutuları üst üste dizilmiş, kilisenin sol kısmının hemen hemen hepsini kaplamıştı. Namaz için bir tek sağ taraf açık kalmıştı. Yanından geçtiğimiz bir genç kadından, lise son ve ortaokul son sınıf öğrencileri için hazırlanan bir odada ders verildiğini anlıyoruz. Ve mutlaka bir köşede birileri gözyaşına mağlup oluyordu. Gürültü yoktu. Bu göçü, bu acıyı kabullenmişcesine kimse bağırıp çağırmıyordu. Batan güneş altında suskun suskun süzülen gözyaşları, yanakları üzerinde çizdiği çizgilerle beliriyordu.

Daha sonra üst katta bir salona alınıyoruz. Yaklaşık 200 metre eden bu salonda yerde yan yana dört duvar boyunca döşek serilmişti. Döşeklerin üzerindeki gri renkli battaniyeleri tanır gibiyiz. Kızılay’ın Halepli göçmenlere verdiği aynı battaniyeler. Bir kenarda bir kadın küçük kızının elbisesini değiştiriyor, başka bir kenarda sanki avludan sıkılmış bir grup kadın döşeklerin üzerinde oturmuş konuşuyordu. Uzak bir kenarda ise genç bir kız oturmuş duvarda asılan çocuk resimlerine dalmıştı. Kim bilir aklından ne geçiriyordu o zaman.

PAPAZ AVADİSYAN: YAKIP YIKTILAR

Girdiğimizde gözler bize çevrildi. Gözlerde soru işaretleri yok değil ama onların bu kabullenmişliği suskunluklarını bozmamasına neden oldu. Kesap Ermeni kilisesi papazı M’ron Avadisyan’la görüşüyoruz. Bizimle biraz kırık da olsa Türkçe konuşuyor. Sonra kendi deyimiyle Kesab’ın üçüncü yıkım öyküsünü kendi görgü tanıklığıyla anlatıyor:

“Barış ve huzur içinde yaşıyorduk. Dağlık beldemizde kendi halimizle geçinip gidiyorduk. Kimseyle sorunumuz yoktu. Olaylar üç yıl önce başladığından beri kurşun seslerine alışkın olduk.  Ama bu sesler bize yaklaşmazdı. Cuma günü gelene kadar üzerinde durulacak bir sorun yaşamadık. 21 Mart bizde Anneler Günü kutlanır. Cihatçı çetelerin ve onların arkasındaki Erdoğan hükümetinin bize böyle bir anneler günü kutlaması hazırladığını bilmiyorduk.

Beş noktadan bize saldırdılar, havan mermileri üzerimize düşüyordu. Cuma sabahı saat 3’te başladı silah sesleri. Giderek bize yaklaştığını hissettik. Vadilerden tekbir sesleri yankılanıyor, havan mermileri ıslık çalarak üzerimize yağmaya başladı. Sakhra (beldenin yamacında bir tepenin ismi) ve Suriye-Türkiye sınır kapısı başta olmak üzere beş değişik noktadan aynı zamanda geniş bir saldırıya maruz kaldık. Gençlerimiz direnebildiğince direndi. Beldenin çıkışlarında mevzilenip saldırganları püskürtmeye çalıştılar.”

CİHATÇILAR TÜRKİYE DESTEKLİ

Papaz Avadisyan, saldırganların Türkiye’den destek aldığını tereddütsüz teyit ediyor. Türkiye’den topçu atışlarla Suriye askeri birliklerine saldırıldığını ısrarla tekrarladı. Burda sözünü kesip daha fazla detay istedim. Bazılarının Türkiye silahlı kuvvetlerinin direkt müdahalede bulunmadığını söylediğini hatırlattığımda Türkiye sınır karakolunun içerisinden Suriyeli askerlere ateş açıldığını yüksek bir sesle öne sürdü. Tarihsel bir açıklamaya ihtiyaç duyulduğunu düşünerek sözü başka bir yöne çekiyor:

“Tarihinde Kesab beldesi üç defa yıkıldı, üç defa göç ettirildik. İlk iki defa halkımız beldesini yeniden inşaa etti. Bu şimdiki saldırı ile üçüncü yıkımı yaşıyoruz. Ama inşallah biz yakında döneceğiz. Beldemiz Kesap’ı yeniden inşaa edeceğiz.

İki saat sonra, yani saat beş civarlarında tekbir sesleri çok yakınlaştı. Yağan havan mermisi yağmuru artık dayanılmaz oldu. Türkiye’nin müdahalesi sonucu karşımızda bir çete değil, bir devlet olduğunu anladık. İşler artık çığrından çıkmıştı. Böyle bir gücün karşısında yapacak bir şeyimiz yoktu. Çekilmek zorunda kaldık. Saldırganlar, Skhra tarafından evlere girmeye başlamıştı bile.”

PİJAMALARIMIZLA KAÇTIK

Papaz Avadisyan’dan nasıl çekinildiğini anlatmayı istememiz üzerine anlatmaya başlıyor: “Kamyonetlerle, minibüslerle, arabası olan kendi arabasıyla çıktı. Arabası olmayanlar arabası olanla çıktı. Velhasıl Nebğiyn bölgesine gittik. Kimimiz pijamalarıyla gitmek zorunda kaldı. Kimimiz değerli eşyalarını bile alamadan çıktı. Zaten belde dışında fazla kalacağımızı düşünmemiştik. Saldırganların imha edilip arkasından geri döneceğimizi zannetmiştik. Türkiye, Suriye’ye ait bir uçak ve iki tankı vurduğunda işin uzuyacağını anladık. Lazkiye’ye gitmeye karar verdik. Kesab’ta yaklaşık 600 Ermeni aile vardı. Diğer etnik kimliklerden de 400 aile. Hepsi göç etti. Şu anda Kesab’ta kimse yok.”

TÜRKMENLERLE HALA KARDEŞİZ

Kesap’lıların komşusu Türkmenlerle ilişkileri sorusu üzerine papaz Avadisyan “Suriye’de son üç yıla kadar kardeş gibiydik. Köylerimiz, evlerimiz yan yana. Bazı Türkmenler, Ermeni tarımcılarla birlikte maaş veya gündelik karşılığında çalışırdı. Biz barışı seven bir milletiz, kimseye zararımız dokunmadı. Ama galiba Türkiye, bazı Türkmenleri kendi amaçlarına alet etmek istemiş. Bu yüzden aralarında teröristlere koordinasyon veren, dağlarda rehberlik yapan ve hatta kendi halkına karşı silah taşıyan Türkmenler oldu. Ama her şeye rağmen onların azınlık olduğunu, döndüğümüzde çoğunlukla sadakatimizin durduğu yerden devam edeceğine inanıyorum” diyor.

Gerçi papazla görüşmeden önce ünlü Türkmen muhalif Heysem Topalca’nın yine ortaya çıktığını duyduk. Bu defa bir silahlı örgüt liderinden çok, Nusra örgütüne rehberlik yapıyordu. Ondan alışıldık gösteriş hırsıyla, olayların başlamasından önce sıkı dostu olan ve sonra karşı saflarda birbirine düşman kesildiği Suriye yönetimi yandaşı Ermeni milis Nişan’ı arayıp “Şimdi senin evinin içerisindeyim. Eskittiğiniz şarapları götürüyorum” dedi.

HER EVDE 3-4 AİLE KALIYOR

Göçmenlerin durumu, onlara verilen yardımı soruyuruz papaza. Burda gördüğünüz gibi komplekste iki salon var. Burda 100 aileye ev sahipliği yapabiliyoruz. Diğer göçmenler akrabalarının, dostlarının evinde barındı. Her evde yaklaşık üç, dört aile birden kalıyor şu an. Çok şükür, devlet kurumları ve bazı özel dernekler yardımımıza koştu. Lazım olan bütün yardımları verdiler. Bu anlamda bir şeye ihtiyacımız yok.

Kesab’a ne zaman döneceksiniz yönündeki sorumuza ise “İnşallah en kısa zamanda döneceğiz. Kesab’ın yakında kurtulacağına inanıyoruz. Uluslararası toplumdan müdahale etmesini, sınırdan gelen saldırıyı durdurmasını umuyoruz” sözleriyle yanıt veriyor.

Suriye olayına, çıkartılan silahlı isyana bakış açısını sorduğumuzda ise “Bu siyasi bir soru. Ben din adamıyım, siyaset konuşamam. Ama Erdoğan hakkında bir düşüncem var. O neo-Osmancı birisidir. Kendini yeni bir sultan zannediyor. Bölgede işgalcilik, mezhepçilik ve kışkırtma yapıyor, teröristlere destek veriyor. Bunları birinden duymadık, kendi gözümüzle gördük” yanıtını veriyor.

GENERAL GARBİZ SİNİRLİ

Avluya yeniden çıkıyoruz. Bir grup adamın ortasında infialli bir şekilde konuşan bir Ermeni göçmene rastlıyoruz. Bize açıklama yapmasını istememiz üzerine ilk önce kuşkuyla bakıp bizden kimliklerimizi istiyor. Bize eşlik eden Ermeni komite üyesi referans oluyor. Yine de sakinleştirmek için isimlerimizi söylüyoruz adama. “Tamam tamam. Zaten ben özgeçmişinizi alacağım” dedikten sonra tanıtıyor kendini: “İsmim Garbiz, General Garbiz lakabı takılır bana”

Ne anlatmak istersin bize? “Cuma sabahı, erkenden beri hilal şeklinde kuşatma altına alındık. Havan mermileri, roketler üstümüze yağıyor. Benim evimden aynı anda Suriye’nin Sakhra ve Kımme karakolunu görebilirim. Aynı anda iki karakolun patlatıldığına şahit oldum. Sonradan anlaşıldıki Türkiye’den topçu silahıyla vuruldu. Dolayısıyla kaçmak zorunda kaldık. Nibğeyn bölgesinde bekledik. Daha sonra Lazkiye’ye geldik gördüğünüz gibi.”

“General Garbiz” giderek hiddetlenerek konuşmaya devam etti:

“Son üç yıla kadar bütün mezhepler, bütün etnik yapılar yan yana kardeş gibi yaşıyorduk. Aramızda ayırım yoktu. Erdoğan bizden ne istedi? Biz ona ne yaptık? Ermeni halkı ona ne yaptı? Neden bu kin, bu düşmanlık? Ama görecek gününü. Bir atasözü derki: Kavak ağaçları bahar meltemi yüzünden Allah’ın yanına ulaşamaz. Hiç bir ağaç Allah’a ulaşamaz. Erdoğan da ulaşamayacak. İnşallah Suriye direnişi sayesinde Kesab’a yakında geri döneceğiz.”

Bir genç kız bize konuşmak istedi. Gözyaşını zor tutarak başladı konuşmaya: “Bu olanların sorumlusu Erdoğan’dır. Türkiye sınırlarını açmasaydı, teröristlere yardım etmeseydi bu olanların hiç birisi olmazdı. Bu düşmanlığın sebebini hala anlamadık. O bizi anneler gününde nasıl ağlattıysa, bir gün Allah’ın onu aynı şekilde ağlatacağından eminim. O gün bizim ne hissettiğimizi anlarsın.”

TECAVÜZ, YAĞMA VE ÖLÜM

İsminin Emily olduğunu anladığımız genç kızdan bize kendi yaşadıklarını anlatmasını istememiz üzerine, sabahleyin havan mermileri ve kurşun sesleriyle uyandıktan sonra ordu tarafından acilen evlerin terkedilmesi gerektiğinin söylendiğini anlattı. Nibğeyn bölgesinde beş saat güneş altında durumlarının düzelmesini nasıl beklediğini anlatırken Nusra örgütüne yakalansalardı onlara tecavüz edileceğine, diri diri kesileceklerine birden fazla kez atıfta bulundu. Söylediğine göre; Kesab’ta kaçamayan yaşlılar var, 90 yaşında kadınlara bile tecavüz edilmiş.

Bunları nasıl bildikleri sorumuza ise şu açıklamayı yapıyor: Kız kardeşim cep telefonunu evde unuttu. Onu aradık, teröristler cevap verdi. Biz Cephetu-n Nusra’yız (Nusra Cephesi) dediler. Konuşmaları Arapçaydı ama Haliç lehçeleri vardı. Bize açık açık her şeyi anlattılar. Evimizde haçlar, Meryem Ana ve Hz. İsa resimleri vardı. Hepsini indirip kırdılar. Peki bu davranışlara hangi din icazet eder? Babam Çeçen militanları gördü. Kızıl ve uzun sakalları var. “Allahüekber” deyip havan mermisi atıyorlardı üzerimize.

Evlerinin önündeki traktörleri, buzdolaplarının, çamaşır makinelerinin ve bütün ev eşyalarının yağmalandığını, Türkiye’ye götürüldüğünü söyleyen Emily’nin yanından ayrılmadan önce bize telefonunda Youtube’da yayınlanmış videolar gösteriyor. Nusra militanlarının Ermeni kilisede gezdiğini gösterip “Söylediklerine hiç aldanmayın. Kiliseyi sözde korumak için girdiklerini iddia ediyorlar. Yalancılar! Onlara karşı ters tepki olmasın diye öyle yapıyorlar” dedi. Ve önemli bulduğu bir notu daha düşüyor: “Bakın burda kilisede Alevi göçmenler de var”.

ÇOK SEVİYORSA YANINA ALSIN

Kalabalık arasında “General Garbiz” bizi yeniden buluyor. “Bir şey daha söylemeyi unuttum” dedi. Buyrun, dedik. Şimdi Erdoğan bu isyancıları çok seviyorsa yanına alsın, kendisi yedirsin içirsin. Bizim üzerimize niçin sürüyor öyle? Ama tamam, ben planı hazırladım. Bu canilere ne yapacağımı görürsünüz. Evlatlarımızın evlatlarına bile anlatacağız, bu davayı hep taşıyacağız. Siz Türkler de bir şeyler yapmalısınız. Bizim karşı karşıya olduğumuz bu zulümde bize yardım etmenizi bekliyoruz. Mesela ne yapabiliriz yönündeki sorumuza evlatlarının evlatlarına öğret sen de. Herkese anlat. Anlatın kardeşim neler çektiğimizi!

Sokağa çıktığımızda güneş batmıştı. Yüzümüzü soğuk bir hava karşılıyor. O kabullenmiş yüzler, ister istemez insanda suçluluk duygusu yaratıyor. Ve bir soruya cevap bulamadım. Salonda resimlere dalan o genç göçmen kız ne düşünüyordu öyle?

http://www.demokrathaber.net/dunya/ermeniler-tekbir-sesleriyle-saldiriyorlardi-h30444.html






Yorumlar kapatıldı.