İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2015’e 1 Kala Konferansı’nda yüzleşme çağrısı yapıldı… / ՀԱՅՈՑ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹԻՒՆ, ՆՈՐՈՒԹԻՒՆՆԵՐ, ՔՆՆԱՐԿՈՒՄ

6 Ermeni’yi öldüren 7.’yi arıyormuş! Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümüne 1 yıl kala, konuyu gündeme taşımak için düzenlenen “2015’e 1 Kala: Geçmişimiz ve geleceğimiz” başlıklı konferansa katılan konuşmacılar, tarihle yüzleşme çağrısı yaptı. 3 oturum süren konferansa damga vuran ise Kürt gazetecinin Ermeni bir yurttaşın sorularına verdiği yanıt oldu.  Mardinli bir Ermeni’nin sorularına yanıt veren Sedat Yılmaz gözleri dolarak şöyle konuştu: “Dedelerimizden duyuyorduk, ‘7 Ermeni’yi öldüren cennete gider’ deniliyormuş. 6 Ermeni’yi öldüren 7.’yi arıyormuş. Çok üzgünüm. Lanetliyorum. Özür dilerim”.

***
İstanbul’da bir grup aydın, yazar ve gazetecinin oluşturduğu sivil bir inisiyatifin düzenlediği, “2015’e 1 Kala: Geçmişimiz ve geleceğimiz” başlıklı konferans, İsmail Beşikçi Vakfı’nda gerçekleşti.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Murad Mıhcı, toplumun her kesiminin yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu dile getirerek, “Barışın hamalları olmaya adayız. Yükümüzü hafifletmek için bizlerle olduğunuz için teşekkür ederiz” dedi.
Yoğun ilgi gösterilen konferansta ilk olarak, “2015’in Kadın Yüzü” başlığında soykırım sürecinde kadınların yaşanmışlıkları konuldu. Bu bölümün moderatörlüğünü gazeteci Müjgan Halis yaptı. Halis, Ermeni Soykırımı’nda yaklaşık 200 bin kadının asimile edildiğini, kaçırıldığını ya da öldürüldüğünü hatırlatarak paneli başlattı. Bu bölümde, yazarlar Takuhi Tovmasyan, Gülçiçek Günel Tekin ve Kayuş Çalıkman Gavliof konuştu.
‘MARDİK AMCAM İÇİN….’
Takuhi Tovmasyan, babaannesinin yaşadığı tanıklıklar üzerinden anlatımlarda bulundu. Tovmosyan, o dönem babaannesinin üvey çocuklarından birini başka bir aileye gönderdiğini ve o ailenin 1915’te Çorlu’dan diğer Ermeniler gibi ‘götürüldüğü’nü, yıllarca adı Mardik olan bu aile fertlerini aradıklarını, onun vicdan azabını çektiğini söyledi.
Tovmasyon sözlerinin devamında şunları söyledi: “Babam Ermeni harfleri ile başka ülkelere giden Ermeniler’e mektup yazardı ve kardeşi Mardig’i sorardı. Babamın yazdığı mektuplar sonuç vermedi karaciğer kanserinden, gözü açık bir şekilde öldü. Bundan 10 yıl önce yüzleşme gündeme gelince ben de kendi tarihimle barışmak istedim. Mardig amcamın izini aramaya başladım, ama bulamadım. Ben de O’nu yüreğimde öldürdüm ve gömdüm. Her irmik helvası kavurduğumda Mardik amcam için dua okudum. Babamın açık giden o gözü belki kapanır diye düşündüm. Her nerede irmik helvası yerseniz yiyin siz de Mardig amcamı anmayı unutmayın.”
‘ARAŞTIRMALARIMDAN SONRA SOYKIRIM OLDUĞUNA KARAR VERDİM’
Gülçiçek Günel Tekin, Ermenice ve Kürtçe yaptığı hoş geldiniz selamlamasının ardından konuşmasına başladı. Ermenice sunum yapmak istediğini ancak Ermenice bilmediğini ifade eden Tekin, bugün tarih ve geçmiş ile yüzleştiklerini söyledi. “Yüzleşmeden dostluk olmaz” diyen Tekin, soykırım olmadan önce Batman Kozluk’un yarısının Ermeni yurttaşlardan oluştuğunu anlattı. Alan araştırması yaparak, kişilerle direk olarak konuştuğunu anlatan Tekin, görüşmeleri, araştırmaları bittikten sonra yaşananlara soykırım dediğini söyledi. Kendi ilçesinde Ermeniler’in yaşadığını anlatan Tekin, şu anda köyde tek bir Ermeni bile kalmadığını söyledi. Soykırım döneminde kadınların, dillerinin, dinlerinin, isimlerinin değiştirildiğini anlatan Tekin, kadınların yaşamlarının son günlerinde ancak çocuklarına gerçeklerini anlattıklarını söyledi.
1915’e kadar halkların iç içe birlikte yaşadıklarını söyleyen Tekin, ulus devlet projesi ile birlikte önce Müslümanlaştırma sonra Türkleştirme programı uygulandığını vurguladı. Tekin, yüzleşme olduktan sonra herkesin kendi dili, kültürü kimliği ile yaşadığı özgür bir ülke yaratılabileceğine vurgu yaptı.
‘BUGÜN DE KARŞI ÇIKANLAR ÖTELENİYOR’
Tekin’in ardından Kayuş Çalıkman Gavliof konuştu. Çalıkman, Soykırım öncesinde 1909’da Adana’da yaşanan katliamlara değindi ve “Bizi sömürecek güçlere biat ederek yaşıyoruz bugün de. Bugün bunlara karşı çıkanlar, bizler de, öteleniyoruz. Bizler çok sessiz kaldığımız için 1915’te asıldık, kesildik” dedi. Çalıkman, dün ve bugün için ise şunları söyledi: “O dönem sessiz kalınıyordu. Bu dönemde de öyle. O dönem mücadele edenler öteleniyordu, baskı altına alınıyordu. Şimdi de öyle. Mücadele edenler öteleniyor, dışlanıyor.”
Çalıkman, patrikhane tarafından Adana’ya katliamlardan sağ kalan çocuklar için yetimhane oluşturmaya gönderilen Zabel Esayan’ın kitabından örnekler de verdi. Adana’ya gelen yardım paketlerini almak için sıraya giren Ermeniler’in dramını anlatan Çalıkman, yerli ve zengin olanların dışarlıklı dedikleri Ermeniler’i arkalara ittiklerini ve ‘sizler zaten buna alışıksınız’ dediklerini söyledi. Erzurum, Van gibi yerlerden Ermeniler’e yönelik baskılardan ve yoksulluktan kaçıp Adana’ya çalışmak için gelen yoksul Ermeniler’in dışarlıklılar olarak görüldüğünü ve sınıf farklarının bu ortamda bile insanlara bu dramları yaşattığını belirtti.
***
Konferansın öğleden sonraki bölümünde, “1915 ve Soykırım Hukuku” ve “Ermeni Soykırımı ve Medya” başlıklarında iki oturum düzenlendi.
Hukukçular, soykırımla ilgili olarak “hukuksal bir yüzleşme” ihtiyacı üzerinde dururken, gazeteciler ise soykırımın üzerinin örtülmesindeki rolü kadar o örtünün kaldırılmasında medyanın yüklenmesi gereken rolü de tartıştı.
***
“1915 ve Soykırım’ın hukuki boyutu” başlıklı oturumu Avukat Eren Keskin yönetirken, oturumda konuşmacı olarak avukatlar Erdal Doğan, Ercan Kanar, Rita Ender ve Ramazan Demir yer aldı.
Keskin, oturumu, “Yolsuzluk üzerine kurulan Türkiye devletinin bugün başında bulunanlarla kurucuları arasında hiçbir fark yok” sözleri ile başlattı. “Bütün devlet kurumlarının soykırımı yapanların zihniyeti üzerine oturtulduğunu” ifade eden Keskin, bu kurumların soykırımın tartışılmasına dahi izin vermediğini söyledi.
‘TÜRKİYE’DE SOYKIRIMI TARTIŞMAK SUÇTUR’
Keskin’in oturumu açmasının ardından ilk olarak Avukat Ercan Kanar konuştu.
Kanar, siyaset bilimcilere göre çağımızın yüzleşme ve özür dileme çağı olduğunu söyledi. Kanar, Avustralya’nın Aborjinlerden, Almanya’nın da Namibya’da yaptıklarından dolayı özür dilediğini hatırlattı.
Soykırımın insanlık tarihinde devletlerin ve toplumların en ağır suçu olduğunu söyleyen Kanar, “Bu konuda her kurumun bir yüzleşme yaşaması gerektiği gibi Türkiye solu da kendisi ile yüzleşmeli, Türkiye solunun da özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.
Türkiye’de soykırımın tartışılmaması için yasalar olduğuna dikkat çeken Kanar, soykırımı yargılamak üzere kurulan uluslararası mahkemelerin de yetersiz olduğunu ve yeni mahkemelerin geliştirilmesi gerektiğini söyledi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, İsviçre’nin Doğu Perinçek’in soykırıma yönelik anti-propaganda çalışmalarına ilişkin şikayetinde, Perinçek’i haklı bulmasını da eleştiren Kanar, kararı şoven bulduğunu ve AİHM’in bu kararının Türkiye devletinin tezlerini kabul ettiğini gösterdiğini söyledi. Kanar, Ermeni soykırımının uluslar üstü hukuka göre de suç olduğunu vurguladı.
Soykırımı Polonyalı hukukçu Lemkin’in Ermeniler’e yapılanlardan yola çıkarak kavramsallaştırdığını belirten Kanar, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildiğini ve Ocak 1951’de yürürlüğe girdiğini söyledi.
Kanar, Lemkin’e göre kültürel ve siyasal içerikli kitle kıyımlarının da soykırım sayılması gerektiğini ancak Soykırım Sözleşmesi’nde buna yer verilmediğini, sözleşmenin kadük çıktığını söyledi. Kanar Türkiye’nin sözleşmeyi imzalayan ilk ülkelerden olduğunu da söyledi.
Soykırım Sözleşmesi’ne rağmen Ruanda’da ve Bosna’da yaşanan soykırımların engellenemediğini hatırlatan Ercan Kanar, buralarda yaşananların soykırım suçundan yargılandığını belirtti.
Sunumunda Nazi liderlerinin yargılandığı Nürnberg Mahkemeleri’nin uluslararası hukuk açısından önemli olduğunu dile getiren Rita Ender de tüm soykırımlar için yargılamaların gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.
‘DEVLET BİLDİĞİMİZ DEVLET’
Avukat Erdal Doğan ise soykırımla ilgili olarak ciddi bir hukuki eksiklik olduğunu söyledi. Doğan, Milli Güvenlik Kurulu’nun bir kararı ile tapu dairelerinden bile bir yanıt alınamadığını söyledi. Hukukçular arasında, ‘1915’e soykırım diyelim mi? demiyelim mi?’ tartışmaları yaşandığını aktaran Doğan, bu noktada bir cesaretsizlik sergilendiğini kaydetti.
Erdal Doğan çok yakın zamanlara kadar Ermeni Soykırımı’ndan bahsetmekten çekinildiğini, Ermeni arkadaşlarının bile Soykırım Sözleşmesi’nin çıktığı 1948’ten önce yaşandığı için 1915’in soykırım sayılamayacağını söylediğini belirtti. 2007’ye kadar soykırım demenin Türklüğü aşağılamaktan yargılanmaya yol açtığını hatırlatan Erdal Doğan, Hrant Dink’in de bu maddeden yargılanarak hedef haline getirildiğini belirtti.
Soykırımı inkarın düşünce özgürlüğü gibi görülmesini eleştiren Erdal Doğan, soykırım sözleşmesinin 3. Maddesinin parlamentolara soykırım propagandasını cezalandırma konusunda görev verdiğini söyledi. Erdal Doğan ‘soykırım’ kavramını kullanmaya çok meraklı olmadıklarını ancak bu yüzleşme yapılmadan travmaların atlatılamadığını, kurbanların yakınlarının bunu yaşamaya devam ettiğini söyledi.
Soykırımın devamını sağladığını düşündüğü Ergenekon’cuların serbest bırakılmasını da eleştiren Doğan, “Devlet bildiğimiz devlet” dedi. Doğan, soykırım suçlarının yargılanabilmesi için öncelikle “hukuksal bir yüzleşme” yapılması gerektiğinin altını çizdi.
‘KÜRDİSTAN SOYKIRIM SUÇLARI AÇISINDAN ZENGİN’
Doğan’ın ardından konuşan Avukat Ramazan Demir de “Kürdistan coğrafyasının soykırım suçu ve insanlığa karşı işlenen suçlar açısından zengin olduğunu” kaydederek, bugüne kadar hiçbir katliamın sorumlusunun yargılanmadığını söyledi. Katliamları cezasızlık örneği üzerinden anlatan Demir, “Katliamlar birer birer ortaya çıkıyor. Fakat Türk devletinin yargıçları hala devleti koruma refleksi ile hareket ediyor” dedi.
SOYKIRIMI, HUKUKÇULARDAN SONRA GAZETECİLER KONUŞTU
“Ermeni Soykırımı ve Medya” başlığında bu kez gazeteciler tarafından, medyanın soykırıma yaklaşımı ve kullandığı dil masaya yatırıldı.
Moderatörlüğünü Cafer Solgun’un yaptığı bu oturumun konuşmacıları da Ergun Babahan, Agos Gazetesi’nden Pakrat Estukyan, CNNTürk editörlerinden Serdar Korucu, Özgür Gümden editörlerinden Sedat Yılmaz, Demokrat Haber internet sitesi editörlerinden Mehmet Göcekli oldu.
Mehmet Göcekli, Ermeni soykırımının medyada yer bulmadığı gibi internet medyasında da yer bulmadığını, bulsa da devletin bakış açısı ile sunulduğunu ifade etti. Medyanın kullandığı dile değinen Göcekli, “Medya Ermeni meselesine hiç yer vermediği için tanımlarken hangi ifadeyi kullanacakları çok da gündemlerinde yok” dedi.
Medyanın ancak sansasyonel bir haber olunca konuyla ilgilendiğini belirten Göcekli, Orhan Pamuk’un ‘1,5 milyon Ermeni öldürüldü’ sözleri arkasından yapılan haberleri örnek gösterdi. Bu rakama itirazlar geldiğini söyleyen Göcekli şöyle devam etti:
“Madem rakam tartışılıyor, o zaman ben de diyorum ki, Orhan Pamuk yalan söylüyor. 1,5 milyon Ermeni öldürülmedi. Onun binde biri, yani 1500 Ermeni öldürüldü.
Velev ki 1500 Ermeni öldürüldü? Anayurtlarında yaşayan 1500 kişilik bir halk artık yok. Peki bu toprakların 1500 kişilik yerli halkının artık yok olmasından utanmayacak mıyız? O 1500 kişiden arta kalanlara söyleyecek bir sözümüz olmayacak mı? Daha ne kadar, o 1500 kişi hiç olmamış gibi yaşamaya devam edeceğiz? Rakam peşinde koşanlara soruyorum, 1915’te 1500 Ermeni’ye ne oldu?”
AKP VE CEMAATİN UZLAŞTIKLARI KONULAR: KÜRTLER VE ERMENİLER
Göcekli’nin ardından Ergun Babahan konuştu. “Türkiye’de devlet, medya ile beraber, bazı konuların anlaşılmaması için özel çaba sarf etmiştir” diyen Babahan, bunun en iyi örneklerinin Kürt sorunu ve Ermeni soykırımı meselesinde yaşandığını söyledi. Babahan, “Bunlar akademi tarihinde yer almadığı gibi sözlü tarih örneğinde bile çok rastlanılmaz. Ermeni soykırımı unutulmaya çalışılmıştır” dedi. Cemaat ve AKP’nin tartışmalı bir süreç yaşamasına rağmen uzlaştıkları iki konularının olduğunu, bu konuların da Kürt sorunu ve Ermeni meselesi olduğunu söyledi. Bu yaklaşım tarzının Akit ve Hürriyet’i bile kimi zaman aynı dile ortak ettiğine dikkat çeken Babahan, kendisinin bile Ermeni soykırımını 1988’de yüksek lisans yaptığı yurtdışında öğrendiğini dile getirdi.
Medyanın okuyucularına müşteri gözü ile baktığını dile getiren Babahan, “Kimse itici haberlerle müşteriyi kaybetmek istemiyor. Hala daha bölünme korkusu var. Halen daha bu deri altına işletiliyor. Toplum korkak yetiştiriliyor. Bu korku ile yetişen insanlar da gerçeklerle yüzleşemiyor. Bu konuda medyanın sorumluluğu var ama akademinin de sorunu var” diye konuştu.
‘TOPLUM ERMENİ SORUNUNU ANLAYAMAZ, ŞOK OLUR’
Sosyal medyanın yazılmayan haberleri duyurduğunu söyleyen Babahan, “1915 tartışılır mı sosyal medyada bilmiyorum. Tweet attığımda tepki alıyorum. Toplum şu anda Ermeni meselesini anlayamaz, şok yaşar. 2015 Türkiye açısından sıkıntılı olacaktı ama Rusya’nın Kırım’daki son çıkışı, ABD’nin bu konudaki cesaretli çıkışını engelleyecek. Ermeniler bir kez daha hayal kırıklığı yaşayacak. Sorun ABD’nin tanıması değil, sorunun anlaşılıp demokratik olgunluğa erişip erişemeyeceği” diye konuştu.
‘MEDYA ÇOK KÖTÜ DEZENFORMASYONA NEDEN OLDU’
Babahan’ın ardından Pakrat Estukyan konuştu. 2015’in 1915’in 100. yıl dönümü olduğunu hatırlatan Estukyan, “O dönem Ermenilerin soykırımı anlatacakları bir mecraları yoktu, anlatamazlardı. Diasporada 1965’ten sonra gösteriler olmaya başladı. Bu da gazetelerde kısa haberler olarak yer aldı. Türkiye medyası şöyle yorum yapıyordu: Doğrudur, bunlar yaşanmıştır ama bunlar Osmanlı döneminde yaşanmıştır genç Türkiye’nin sorunu değildir. Bu nedenle de Osmanlı’nın cinayetlerini de reddediyoruz. Sonrasında da ‘karşılıklı bir şeyler oldu’ argümanına sığındık” dedi.
Yeni devletin oluşturulmasında Türkiye’de medyanın çok kötü dezenformasyona neden olduğunu kaydeden Estukyan, “1915 soykırımında öldürülenlerin çoğu gazeteci, yazar ve gazete sahibiydi. Sonrasında da Ermeni gazetecileri etliye sütlüye dokunmadan yayın yaptılar. Hrant Dink’e kadar durum böyleydi” diye konuştu.
Estukyan’ın ardından da Serdar Korucu söz aldı. Korucu, medyanın düşman bulmak konusunda yaratıcı olduğunu söyleyerek, 1965’den günümüze medyanın kullandığı dili eleştirdi. Cumhuriyet, Hürriyet gazetelerinde haberlere bakıldığında kullanılan dilin vahametinin anlaşılacağına işaret eden Korucu, medyanın özeleştiri vermesi gerektiğine vurgu yaptı. Korucu’nun ardından ise Kürt basının konuya yaklaşımını değerlendirmek üzere Özgür Gündem’den Sedat Yılmaz konuştu.
‘TARİHİ BELLEĞİ SÜRDÜRMEK ÜZERE ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPTIK’
“Medyaya tarih olarak bakarız, kültür olarak bakarız” diyerek konuşmasına başlayan Yılmaz, Dink’i katleden zihniyeti Musa Anter cinayetinde aradıklarını söyledi.
Yılmaz, “25 yıldır Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarattığı medyadan söz edebilirim. Bu medyanın bu ülkede yaşanan acılara bakış açısını anlatabilirim. Muazzam bir bellek oluşturduk” dedi ve Özgür Gündem’in 24 Nisan günlerindeki manşetlerinden örnekler verdi.
Dinleyicilerden Mardinli bir Ermeni’nin soruları üzerine “Tarihi belleği sürdürmek üzere biz de üzerimize düşenleri yaptık” diyerek konuşmasına devam eden Sedat Yılmaz gözleri dolarak şöyle konuştu:
“Dedelerimizden duyuyorduk, ‘7 Ermeni’yi öldüren cennete gider’ deniliyormuş. 6 Ermeni’yi öldüren 7.’yi arıyormuş. Çok üzgünüm. Lanetliyorum. Özür dilerim”. (Evrim Kepenek)
http://www.demokrathaber.net/guncel/6-ermeniyi-olduren-7yi-ariyormus-h29603.html
ՀԱՅՈՑ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹԻՒՆ, ՆՈՐՈՒԹԻՒՆՆԵՐ, ՔՆՆԱՐԿՈՒՄ
«2015թ-ից 1 պակաս. մեր անցյալն ու ապագան». Ստամբուլում Հայոց ցեղասպանությանը նվիրված համաժողովի մասին հաղորդում է Akunq-ի թղթակիցը
2014/03/17
1915’e bir kalaԵրեկ` մարտի 16-ին, Ստամբուլի «Իսմայիլ Բեշիքչի» հիմնադրամում Թուրքիայի լրագրողներից, փաստաբաններից և մարդու իրավունքների պաշտպաններից բաղկացած նախաձեռնող խումբը Հայոց ցեղասպանության 100-ամյակին ընդառաջ համաժողով էր՝ կազմակերպել «2015թ-ից 1 պակաս. մեր անցյալն ու ապագան» խորագրով:
Գիտաժողովի առաջին նիստը կրում էր «1915 թվականի կնոջ դեմքը» խորագիրը, որը նվիրված էր Հայոց ցեղասպանության ժամանակ բռնության ենթարկված կանանց խնդիրներին: Ցեղասպանության մոռացված կամ անտեսված այս երեսի շուրջ վերջերս կարևոր ուսումնասիրություններ են կատարվում, որոնք ի հայտ են բերում նոր փաստեր: Ուսումնասիրությունները հրապարակ են հանում հայ կանանց` դժվարություններով լեցուն և մոռացված պատմությունները:
Նիստի ժամանակ բանախոսներից Գայուշ Չալըքման Գավրիլովն իր ընտանիքի պատմության օրինակով անդրադարձավ Հայոց ցեղասպանության ժամանակ հայ կանանց ու աղջիկների կրած տառապանքներին: Բանախոսը նշեց, որ այս կանայք վախի կամ ամոթի արդյունքում խուսափում էին խոսել իրենց անցյալի, արմատների մասին: Ցեղասպանության այս տրավման նրանցից ոմանք կարողացան հաղթահարել և խոսել իրենց թոռների կամ երեխաների հետ:
Գ. Չալըքմանն անդրադառնալով այսօր կանանց իրավունքների պաշտպանությանն ուղված պայքարին` հայտնեց. «Երբ այսօր Ստամբուլի փողոցներ ենք դուրս գալիս և պաշտպանում բռնաբարված երեխաների ու կանանց, երիտասարդ տարիքում բռնի ամուսնացված աղջնակների իրավունքը, ես այս պայքարի շրջանակներում բարձրաձայնում եմ նաև բռնության ենթարկված այդ հայ կանանց բողոքը»:
Բանախոսը հետաքրքիր դիտարկում կատարեց նաև ցեղասպանություն վերապրած երեխաների գենետիկ հիշողության, հայկական սովորույթներն ու ավանդույթները ենթագիտակցական մակարդակով պահպանելու և առօրյայում ծածուկ կիրառելու վերաբերյալ. «Շատ եմ մտածել, թե 6 տարեկան երեխան ինչպե՞ս կարող էր հիշել և հետագայում, մոր պես, չյորեք (Զատկվա խմորեղեն-Ակունքի խմբ.) պատրաստել: Կարծում եմ` հայ ընտանիքները, վտանգված գոյության ենթագիտակցական բնազդով, շատ վաղ տարիքից իրենց երեխաներին փոխանցում են շատ մեծ գենետիկ ինֆորմացիա մեր սովորույթների, մշակույթի մասին»:
Բանախոսներից Գյուլչիչեք Գյունել Թեքինը, անդրադառնալով ցեղասպանության ժամանակ քրդական գործոնին, նշեց, որ անշուշտ Մարդինում, Բաթմանում, Դերսիմում և մյուս հայաբնակ վայրերում քրդերը կազմակերպված կամ ոչ համակարգված կերպով մասակցել են հայերի կոտորածին, և այս փաստն այսօր ընդունում են նաև քրդերը, որի համար ներողություն են խնդրում: Ըստ բանախոսի` սակայն չպետք է մոռանալ, որ բազմաթիվ քրդեր, թուրքեր, արաբներ և այլ մուսուլման բնակիչներ նաև փրկել ու տեր են կանգնել այդ երեխաներին ու կանանց: Հետևաբար չպետք է կատարածի համար մեղադրել և դատապարտել մի ողջ ժողովրդի: Ի պատասխան բանախոսի դիտարկմանը՝ լսարանից մեկն իրավացիորեն նկատեց, որ եթե անգամ այս երեխաներին ու կանանց փրկել են, միևնույն է` նրանք այլևս ալևիացվել, քրդացվել և թրքացվել են, այսինքն՝ հայկական արմատներից պոկվել են, ինչն արդեն իսկ համարվում է ցեղասպնություն:
Բավականին բուռն անցավ համաժողովի երկրորդ նիստը, որի ժամանակ իրավաբան բանախոսները ցեղասպանությանն անդրադարձան իրավունքի տեսանկյունից՝ համեմատականներ անցկացնելով ցայսօր կատարված ցեղասպանությունների միջև: Բանախոսները նշեցին, որ «հայրենիքը պաշտպանելու բնազդով» թե՛ պետական, և թե՛ միությունների մակարդակով ժխտում և ամեն ինչ անում են, որ խոսք չլինի ոչ միայն Հայոց ցեղասպանության, այլև հանրապետական շրջանում տեղի ունեցած բազմաթիվ կոտորածների ու բռնություններ մասին: Անգամ եթե որևէ հարց տեղափոխվում է Եվրոպայի մարդու իրավունքների դատարան, ապա վճարում են տույժը, և ամեն ինչ դրանով վերջանում է: Այս ուղղությամբ հասարակությունը պետք է պետության վրա մեծ ճնշում գործադրի:
Փաստաբան Ռամազան Դեմիրը նկատեց, որ միջազգային ասպարեզում պետք է գործունեություն ծավալել` պետությանը ճնշելու, նրա վարքը փոխելու և ապագայում նման հանցանքներից խուսափելու համար. «Թուրքիայի քրեկան օրենսգրքում մարդկության դեմ հանցանքը և ցեղասպանությունը պատժող հոդվածներ կան, սակայն այն մտցվել է ձևականորեն, Եվրոպայի աչքին թոզ փչելու համար, համենայն դեպս, ես չեմ տեսել, որ երբևէ այս հոդվածները կիրառվեն»:
Նիստի ընթացքում հարց հնչեց Թուրքիայի կողմից ցեղասպանության փաստն ընդունելուց հետո կատարվելիք քայլերի վերաբերյալ: Ի պատասխան` փաստաբան Էրջան Քանարը նշեց. «Կարելի է կազմել ճանապարհային քարտեզ, համաձայն որի՝
Թուրքիան պետք է ներողություն խնդրի աշախարհասփյուռ հայերից, վերականգնի նրանց քաղաքացիության իրավունքը և թույլ տա գալ ու բնակվել իրենց հողերում:
Քանի որ Հայաստանի Հանրապետությունը որևէ հողային կամ փոխհատուցման պահանջ մինչ այժմ առաջ չի քաշել, ըստ էության, հողային պահանջ չի կարող բարձրացնել, քանի որ Կարսի պայմանագրով հրաժարվել է, հետևաբար, կարծում եմ` թուրքական պետությունը պետք է անձնապես փոխհատուցի ցեղասպանության ենթարկվածների ժառանգներին: Վերականգնի հայկական բնակավայրերի նախկին անունները, վերանորոգի եկեղեցիները և այլն»:
Նիստն ամփոփելով համաժողովը համակարգող Էրեն Քեսքինը, ով Թուրքիայում մարդու իրավունքների հայտնի պաշտպան ու փաստաբան է, որպես վերջաբան ասաց. «Մեր լռությամբ մենք էլ մեր մեղքի բաժինն ունենք: Անգամ հակահայ կեցվածքով հայտնի Դողու Փերինչեքի ազատ արձակման փաստը մեր օրակարգ չբարձրացրեցինք, լռել նախընտրեցինք»:
Համաժողովի երրորդ նստաշրջանում լրագրող բանախոսներն անդրադարձան թուրքական և քրդական մամուլում Հայոց ցեղասպանության թեմային:
Լրագրող Մեհմեդ Գյոջեքլիի կարծիքով` թուրքական մեդիայից շատ բան է կախված: Զանգվածային լրատվամիջոցները պետք է հասարակությանը ներկայացնեն հայերին, նրանց մշակույթը. «Պետք է այս հողերում ապրող մարդկանց ներկայացնել, թե ովքեր են այս հայերը, չէ՞ որ բոլորը չգիտեն, թե ովքեր են այս մարդիկ: Դպրոցական հասակից դասագրքրեը մեզ սովորեցնում են, թե հայերը դավաճան ու վտանգավոր են մեր հայրենիքի համար»:
Լրագրող Էրգյուն Բաբահանն իր զեկույցում նշեց, որ Հայոց ցեղասպանւթյան վերաբերյալ թուրքական մամուլում անհավատալի լռություն է տիրում, որովհետև համատեղ մեղք է գործվել. «Ոչ ոք չի ուզում ասել, որ սպանել է իր հարևանին, գողացել նրա աղջկան: Սա հասարակական տրավմայի արդյունք է: Թուրքիայի միակ խնդիրն այն է, որ իր հասարակությանը մեծացնում է վախի մթնոլորտում, թերարժեքության բարդույթով: Գոյություն ունեցող առերեսման վախի տաբուն կարող է ջարդել սոցիալական մեդիան: Սա աստիճանաբար պետք է տեղի ունենա, մինգամից չես կարող ասել` այո՛, սպանել ու բռնաբարել ենք: Կարծում եմ` պետք է վավերագրական ֆիլմերի, նման գիտաժողովների միջոցով ժողովրդին պատրաստել»:
Լրագրող Սեդաթ Յըլմազը ներկայացնելով, թե ինչպես է արդի փուլում քրդական մամուլն անդրադառնում Հայոց ցեղասպանության փաստին, նշեց մի շատ կարևոր հանգամանք. թուրքական մամուլում հաճախ Խոջալուում կատարվածը փորձում են հակակշիռ ներկայացնել Հայոց ցեղասպանությանը՝ դրանով փակուղի տանել այն: Սա ևս ժխտողական քաղաքականության դրսևորում է:
Այս հարցի շուրջ կարծիք հայտնեց նաև փաստաբան Էրդալ Դողանը. «Իրավական տեսանկյունից Խոջալուի դեպքերը չի կարելի որակել որպես ցեղասպանություն և համեմատականներ անցկացնել: Եթե թուրքական պետությունն ուզում է այս հարցի շուրջ հայտարարություն անել կամ խառնվել, ապա թող երկու կողմերի խորհրդարաններից թույլտվություն ստանա, անկախ փորձագետներից կազմված հանձնաժողով ուղարկի և նոր որևէ հայտարարությամբ հանդես գա»:
Անահիտ Քարտաշյան/Ստամբուլ
Akunq.net

http://akunq.net/am/?p=37832

Yorumlar kapatıldı.