İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kutuplaşma, kamusal alan ve gettolar

Markar Esayan
Öncelikle, bahsedilen kesimler birer toplum değil ‘cemaat’tir. Böyle ontolojik, sınıfsal, siyasi ve duygusal bölünme içindeki bir ülkede ‘toplum’ların yaşadığını iddia etmek tezi baştan çürütür. Dindarlar, Aleviler, Kürtler, gayrimüslimler, sağ-sol muhalifler ve devşirilme hedefindeki tüm kesimler üzerinde totaliter baskı kuran bir devletin içinde yaşayan halklar normal olarak cemaatleştiler. Bu cemaatleşme, Osmanlı’daki yapısından farklı olarak daha travmatik bir anlam ima ediyordu. Aslolarak ‘kendilerine benzeyenler ile ortak değerlerin belirlediği bir evrende yaşama tercihinin yanına, devletten korunma içgüdüsü ve zorunluluğu eklendi. Yeni cemaatler büyük küçük adacıklarda yaşar ve bu adacıklar tam anlamıyla birer gettodur. Klostrofobik, bireyi dayanışmaya feda eden, ancak bunun karşılığında kendi değerlerini zor zamanlarda korumayı ve ‘kendi olmayı’ vaat eden kolektiflerdir. Osmanlı’daki biçimiyle kendi cemaati üzerinden diğer cemaatlere açılmayı değil, cemaatin içinde kapanmayı ima eder.

***
Perşembe günkü (aşağıda yer alan)  ‘Tek devlet, iki millet’ başlıklı yazımda, Birinci Cumhuriyet’in kuruluşunda seçilen siyaset ve toplum mühendisliğinin, bir devlet içinde yaşayan iki toplum yarattığını ve yaşadığımız kutuplaşmanın sosyolojik nedeninin bu tarihsellikte saklı olduğunu iddia etmiştim.
Aslında bu kutuplaşma ilk günden beri vardı.
Sadece terazinin diğer kefesindeki ‘ötekilerin’ bu gizli gerilimi bugünkü gibi yüzeye çıkartacak siyasi olanakları yoktu. Ama aslında neyin yaşandığını, kendi estetik evrenlerini gerçek ve daimi düzen olarak kabul eden Kemalist kesimlerden daha gerçekçi bir şekilde deneyimliyorlardı.
Kemalist kesimlerin depresyonu, bu daimi sandıkları suni evrenin birden bire çökmüş olmasından kaynaklanmakta.
Devam edelim.
Öncelikle, bahsedilen kesimler birer toplum değil ‘cemaat’tir. Böyle ontolojik, sınıfsal, siyasi ve duygusal bölünme içindeki bir ülkede ‘toplum’ların yaşadığını iddia etmek tezi baştan çürütür.
Dindarlar, Aleviler, Kürtler, gayrımüslimler, sağ-sol muhalifler ve devşirilme hedefindeki tüm kesimler üzerinde totaliter baskı kuran bir devletin içinde yaşayan halklar normal olarak cemaatleştiler. Bu cemaatleşme, Osmanlı’daki yapısından farklı olarak daha travmatik bir anlam ima ediyordu. Aslolarak ‘kendilerine benzeyenler ile ortak değerlerin belirlediği bir evrende yaşama tercihinin yanına, devletten korunma içgüdüsü ve zorunluluğu eklendi. Yeni cemaatler büyük küçük adacıklarda yaşar ve bu adacıklar tam anlamıyla birer gettodur. Klostrofobik, bireyi dayanışmaya feda eden, ancak bunun karşılığında kendi değerlerini zor zamanlarda korumayı ve ‘kendi olmayı’ vaat eden kolektiflerdir. Osmanlı’daki biçimiyle kendi cemaati üzerinden diğer cemaatlere açılmayı değil, cemaatin içinde kapanmayı ima eder.
Bu adacıkları-gettoları, Kemalist seçkinlerin kurallarını belirlediği geniş kamusal alan çevreler. Bir dindar, bir gayrımüslim veya Alevi, kamusal alana ya çıkmaz, çıktığında ise kamusal alanın talep ettiği kimlik maskelerini -parolayı- kullanır. Alevi Alevi olduğunu gizler, dindar ise devlet Sünniliği ile uyumlu davranır. Bir Ermeni Kevork olan ismini Kenan olarak değiştirir, Moiz, Musa olur. Toplumsal cinsiyet erildir, kadın erkek gibi davranır. Çocuklar birer proje nesnesidir vs.
Bu durum, toplum olmanın temel şartı olan özgür bireyi parçalar, sosyal ve ekonomik geçişkenlikleri sahte davranma kuralı veya seküler takiye üzerine inşa eder. Gettolarda yaşayanlar, komşu gettolarda olup bitenleri ‘devletin ağzından’ öğrenir, ‘öteki’ni aslında özel olarak üretilmiş mayınlı ‘bilgiler’ üzerinden tanır. ‘Dindar irtica, Kürt bölünme, gayrımüslim arkadan hançerlemek’ ister. Buna eşlik eden terör olayları diğer gettolarda yaşayanların işidir. Sünni-Alevi, Türk-Kürt, Müslüman-gayrımüslim gerginliği sistemin sigortasıdır.
Bu arada cemaatler devletin ekonomik-siyasi suç ortaklığına özendirilir. Sünniler, Alevifobiaları, devletçilikleri, mukaddesatçılıkları, Aleviler Kemalizm çelişkileri ve Sünnifobiaları, solcular şiddeti ve darbeleri desteklemeleri, Kürtler milliyetçilikleri, gayrımüslimler yine Kemalist eğilimleri ve Müslüman-Türk önyargıları ile yüzleşme olanaklarından yoksundurlar. Mümkünse devlete kapağı atmak, değilse devletten uzak durmak iyidir, beyazlaşma eğilimine karşı koymak zordur. Bazıları, devletin gasp ettiği gayrımüslim mallarından kendilerine düşen payı almakta zorlanmazlar mesela. Aleviler, Kürtler ve gayrımüslimlerin çektiği azap uzak dünyaların meseleleridir, devlet genelde kutsaldır vs.
İstisnaları her zaman saygı ile hatırlıyoruz. Tüm bu acılara duyarlı, devlete karşı çıkan muhalifler veya adını bile bilmediğimiz ve bu ahlaksız teklife hayır diyen sayısız insan da vardır. Bugün bir değişimden bahsediyorsak, bu türden bir vicdanı hafızalarda muhafaza edenlerin sayesindedir.
Soğuk Savaş’ın bitmesi, küreselleşme ve 2002’den itibaren yaşanan değişim sürecine damgasını vuran ‘Kutuplaşma’ hadisesinin sosyolojik nedeni, gettoların duvarlarının yıkılması, Kemalist-laik kamusal alanın ötekiler tarafından kendi kimlikleri-yaşam biçimleri ile kullanılmaya başlamasıdır. Bu sürecin başlamasıyla, cemaatçiliğin veya getto alışkanlıklarının hemen biteceği, Kemalistlerin buna hiç tepki vermeyecekleri ve bizim aniden tüm farklılıklarımız ile uyumlu bir toplum haline geleceğimiz temennisi yanlıştır. Yaşanan büyük bir gelişmedir, ama sürecin bir aşamasıdır.
Çelişkilerimiz hala bir toplum olamayışımıza delalet eder. Gülen Cemaati elitinin ‘kendisine jilet atıyor’ oluşu da bu adaptasyon eksikliği ve sanırım Kemalist cemaat ile kimya uyumundan kaynaklanmakta gibidir. Bunun sadece bir iktidar savaşı olmadığı, yaşanan akıl dışı savrukluktan anlaşılıyor. Daha derinlerde bir uyum olmalı. Kilit, Çözüm Süreci’nde gözüküyor.
Eksik değerlendirmelerim olabilir; ama ben yaşananları bu okuma içinde anlamlandırabiliyorum. En dışarıda bırakılmış, ama içeriyi de görebilen bir kesimden olmanın avantajlarıyla tüm toplumsal kesimleri ve yaşanan olayları kaydediyor, gözlemliyorum. Yani benim objektifliğim ile bir beyaz Türk’ün veya bir Milli Görüşçü’nün objektifliğinin geçirdiği evrim ve değer bir değil.
Peki Başbakan Erdoğan ve tabanının hataları yok mu? Süreç daha yumuşak geçirilebilir, daha iyi yönetilebilir miydi?
Bu soruya -Erdoğan’ın kendisi dahil- kim hayır diyebilir ki?
Sıcak gündem müsaade ederse bu konuya kaldığı yerden devam etmek isterim.
http://www.haberfx.net/kose-yazisi/kutuplasma-kamusal-alan-ve-gettolar_2427.html
İki millet tek devlet
Bu kalıp Türkiye ve Azerbaycan devletlerinin tarihsel ve ırksal yakınlıkları için kullanılır ama, ben Türkiye içindeki kronik bir durum için kullanacağım.
Bizim ülkenin kuruluşunda, kuruluşun temeline yerleştirilmiş çok tehlikeli bir mayın var.
O mayın sürekli olarak patlıyor ve patlamaya da devam edecek. Artık kabul etmek lazım ki, Türkiye’de birbirine karşı konumlanmış iki halk kesimi var. Yani bir devlet, iki millet: Mütedeyyinler ve ulusalcı-Kemalistler. Belki bu kadar dar şekilde kategorize etmemek gerekir. Birinci cumhuriyet rejiminin kuruluş paradigmasıyla büyük sorunları olmayanlar veya şartlı destekleyenler ile bu kuruluşu düzeltmek isteyen değişimciler.
Dolayısıyla kabaca ‘dindarlar’ ve ‘ulusalcılar’ diye bir gruplandırma yapmak yanıltıcı olabilir. Atatürkçü ulusalcıların içinde dindarlar ve taşralılar olabileceği gibi, değişimcilerin içinde kentli, dinle pek alakası olmayan insanlar da var. Ama ana blok genel itibarıyla AK Parti’nin tabanını oluşturan dindarlar ve Hem AK Partili, hem de BDP’li olan Kürtler. Diğer kesimi ise CHP’nin tabanı ile örtüşen, içine küçük sol grupları, ulusalcıları alan, daha çok kentlerde mukim, eğitimli ve daha varsıllar oluşturuyor.
Tabii son 12 yılda bu dengelerde dindarlar lehine bir değişim yaşanıyor. Dindarlar zenginleşiyor, çocuklarının iyi bir eğitim almasını sağlıyor ve dünyaya açılıyorlar. Buna hızlı ve iştahlı bir demokratlaşma, öğrenme, rol alma isteği eşlik ediyor. Zaten iki blok arasındaki gerilimin bir nedeni de, bu fırsat eşitliğinin sağlanıyor olması.
Kemalistler, İttihatçıların B sürümüydü. Aralarında ideolojik bir fark pek yoktur. Esas olarak Batı hayranı, İslamofobik ve monolitik ülke kurma peşindeki Türk ırkçılarıydılar. Mustafa Kemal, Enverlerden daha rasyoneldi. Muhtemelen onların yerinde olsa ülkeyi mahva götüren emperyalist bir savaşa girmeye pek gönüllü olmazdı.
Lakin ortak noktaları, kendilerine büyük bir travma yaratan Batı tipi bir ülke kurma hayalleriydi. İki grup da son derece pragmatiktir. İttihatçı paşalar dinden hazzetmedikleti halde, savaşta ‘Cihat’ kartını kullanmışlardır. Mustafa Kemal de, Birinci Meclis’i birkaç sene sonra defterini düreceği din alimlerinin dualarıyla açtırır. Kürtler kandırılır. İlke yoktur, sonuç almak vardır.
Batı ve Bolşevik Rusya’dan vize alındıktan, ülke içinde kontrol sağlandıktan sonra, asıl proje ortaya çıkar. Türkiye, kendisini bir cihan imparatorluğundan orta boy bir devlete indiren Batı uygarlığının bir parçası olacak, hatta onları onlardan daha iyi taklit edecek ve eski parlak günlerine dönecektir. Osmanlı’nın çöküşünün nedeni, geri kalmışlığıdır ve bunun da en büyük nedeni dindir, dini toplumsal öğelerdir.
Dolayısıyla Batılı bir toplum yaratmak, bu arada bir zaaf olan çok kültürlü, çok milletli yapıdan monolitik bir millet yapısına geçiş şarttır. Şiddet eşliğinde bu mühendislik uygulanır. Amaç az zamanda çok işler yapmak, kısa sürede Türkiye’nin tekinsiz, cahil, gelenekçi, dindar toplumlarından Batılı bir halk yaratmaktır.
Bu mühendislik başarısız oldu savı çok yanlıştır. Aslolarak bu ülkede yaşayan tüm halklar kemalist toplum mühendisliğinin bir ürünüdür. En dindar cemaatler bile… Sadece, bu başta hesap edildiği şekilde olmamıştır. Türkiye halklarının bir kısmı, inançları ile geri çekilerek, sert zamanları kendi cemaatleri içinde geçirmiş, modern yaşam biçimini dindar bir yorumla dönüştürmüştür. Sağlıklı bakılabilse, bu durum bir uzlaşma alanı yaratabilirdi. Ama kemalist modernleşme anlayışı daha çok ambalajı önemseyip, -çünkü ideolojik derinliği yoktu, sadece bir iktidar kullanma biçimiydi- kılık kıyafet, dine mesafe ve mesela opera dinleme yüzeyselliğinde kaldığından, aslında büyük bir potansiyel olan dindarların modernleşmesi küçümsendi. Tabii buna eşlik eden imtiyazların korunması önceliği, bu ötekileştirmeyi ekonomik kıldı.
Öte yandan, buna paralel ve daha meşru olarak Mustafa Kemal’in duygularıyla son derece özdeşleşmiş bir toplum kesimi daha üretildi. Bu kesim, sağ, sol, liberal ve apolitik olarak ne kadar rekabet içinde gözükseler de, aslolarak kemalist damara sahipti ve bu kritik anlarda bir ittifakın oluşmasına yol açıyordu. Geçmişteki AP, CHP ve diğer merkez partileri de bu gruba dahildir. Demirel ve Ecevit’in siyasi kimlikleri, ve siyasi tercihleri buna kanıttır.
Aslında ötekilerin partisi Milli Nizam’dan gelen gelenek olmuştur. Diğer parça ise Kürt hareketidir. 12 yıldır bu ülkeyi bu iki bloğun değiştiriyor olması, diğer blokla olan kimya farkıdır. Kemalizmle köprüleri atmakta olan kesimler aslolarak bunlardır.
Kemalizm, sadece iktidarı elinde tutmanın bir biçimiydi. İdeolojik olarak derinleşebilseydi, normalleşmeyi sağlayabilirdi. Ama bunu tercih etmedi.
Bu şekilde, sanki bir sömürge valisi tarafından yönetilen ülke, imtiyazlı ve dezavantajlı iki toplumsal kesimin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu imtiyazın illa ki kullanılması gerekmiyor. Mesela CHP tabanının büyük kısmı için bu bir duygudur sadece. Kendi yaşam biçiminin esas ve üstün olduğunu, ülkenin kendi renginden kişiler tarafında yönetildiğini bilmek kafidir. Şüphesiz, ekilen bir sürü korku ve önyargılar ile gerçek ismi İslamofobi olan ‘laiklik’ takıntısını paylaşmak yeterlidir.
Bu anlamda, bu kesimin 12 yıldır yaşadığı şeyin adı depresyondur. Bu çelişkinin kısa sürelerde aşılmasının mümkün olmadığını, ama iyi yönetilebileceğini düşünüyorum. Kutuplaşmanın kendisi, dindarların bu ülkeyi yönetiyor olmasıyla ortaya çıkan tepkinin ismidir. Erdoğan bazen sorunlu söylemleri ile bu açık sinir uçlarını uyarıyor, doğru, ama asıl mesele, varolan durumun kendisi.
Bu çelişki kısa sürede bitmeyecek. Sadece hızlı bir demokratikleşme, ötekileştirmeyen bir üslup ile yeni yetişen nesillerimize bu zehirli hafızanın geçmesini önleyebiliriz.
Her şey doğru yapılırsa bile, bu en az iki nesil alır. O nedenle dindarlara çok iş düşüyor. Olgun olan sorumlu olandır. Yapacak bir şey yok.

http://www.haberfx.net/kose-yazisi/iki-millet-tek-devlet_2373.html

Yorumlar kapatıldı.