İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rönesans’ta semitik ve antisemitik etkiler

İbraniler, Süryaniler ve Araplar aynı kökenden geldikleri için Sami toplumları  olarak anılırlar. (Nuh peygamberin oğullarından Sam’dan, İbrahim’e ve onun sonrasına devam eden soyu ifade eder.) Antisemitizm bu kavimlere olan düşmanlığı ifade etsede bu tabir daha çok Yahudiler için kullanılmıştır. Monoteizm’in ilk temsilcileri İbraniler’dir. Monoteist inanç İbrani toplumunun kültürünü dini bir kültür haline getirmiştir. Tora’yı ilahi kitap olarak kabul eden İbraniler süregelen dönemde Rabilerin ifade ettiği şekliyle (İbranice: Toledot) “Teşekkür Etmek” fiilinden türeyen (İbranice: Yehudi) Yahudi adıyla anılagelmişlerdir.

Yahudi kelimesinin etimolojisi üzerine seküler tarihçiler değişik anlatımlarada yer verirler. Yahudi kelimesi Yehuda Krallığı ve on iki İsrail Kabilesi’nden birinin adı olan Yehuda’dan gelmektedir. Çünkü inanışa göre diğer 10 İbrani kabilesi Asur Krallığının Kuzey İsrail Krallığı’nı işgal etmesiyle değişik yerlere sürgün gönderilmiş, zamanla kaybolmuştur. Güneydeki Yehuda Krallığı’ndan yani kaybolmayan iki İbrani kabilenin (Yehuda ve Benyamin) neslinden gelen bugün ki  İbraniler, Yehuda kabilesinin adıyla süregelen (Yehuda) Yahudi adıyla anılmışlardır. Roma kilisesini kuran ve ilk yöneticileri Sami kavmine mensup olan İbrani Hristiyanlardı. Monofizit görüşün mahkum edildiği 451 Kadıköy Konsilini tanımayarak  kendi bağımsız  Doğu Ortodoks kilisesini kuran Süryaniler de Sami kökenli bir halktır. İsa’nın konuştuğu dili (Süryanice) Aramice’yi konuşurlar.

Kilise’yi bir otorite haline getiren, “İsa’nın Tanrı” olma vasfını ortaya atan ve genel anlamda  Hristiyanlığın temelini oluşturan bu inancın sahibi Aziz Pavlus’ta Yahudi asıllıydı.  Pavlus’un  mektupları İncil’de önemli bir yer tutar. Bu mektuplar sırasıyla;  Romalılar, 1. ve 2. Korintliler, Galatyalılar, Efesliler, Filibeliler, Koloseliler, 1. ve 2. Selanikliler, 1. ve 2. Timoteos, Titus ve Filimon’a mektuplardır. Bazı hristiyan kesimlere göre İbraniler’e Mektup da yine Pavlus tarafından yazılmıştır. Genel anlamda ele alırsak Hristiyanlığı şekillendirenler ve Roma kilisesini kuranlar İbrani asıllı hristiyanlardır. İbraniler Roma kilisesini bir otorite haline getirdiler. Katolik kilisesini şekillendirenler İbraniler ise  İsa’dan Ortaçağ’a kadar gelen sürede Roma kilisesine hakim olanlar İbrani asıllı hristiyanlarmıdır?  Araştırma konusudur…
Kilise ile İbraniler arasındaki ilişkisiyi “Yahudilik ve Hristiyanlık” adı altında analiz eden Karl Marx  “Yahudi Sorunu” adlı makalesinde şu anlatıma yer veriyordu: Hıristiyanlık yahudilikten çıkmadır ve yeniden ona dönmüştür. Hıristiyanlığı baştan beri teorize eden yahudiydi, yahudi bu yüzden pratik hıristiyandır ve pratik hıristiyan da yeniden yahudi olmuştur. Hıristiyanlık gerçek yahudiliğe yalnızca görünüşte üstün gelmiştir. Pratik gereksinimin kabalığını, onu mavi göklere çıkarmanın dışında bertaraf edemeyecek kadar asildi, tinseldi. Hıristiyanlık yahudiliğin yüce fikri, yahudilik hıristiyanlığın kaba pratik  uygulanışıdır. (1)
Yahudi, Arap ve Süryaniler aynı dil ailesine mensuptur. Üç kavminde dayandığı ortak dil Aramice’dir.  Tanah’da (Ezra ve Daniel) bölümlerinin bazı kısımları Arami diliyle, Babil Talmudu’da Filistin Yahudi Aramicesi ile kaleme alınmıştır. İbranice ve Arapça dilleri Arami dilinden süregelmiştir. Süryani, Arap ve İbrani alfabeleri, Arami alfabeleriyle benzerlik gösterir. “Serta yazı stili ile yazılan Süryani alfabesi, Arami alfabesidir. (Süryanice’de Serta, Estrangelo ve Nesturi tarz  olmak üzere üç değişik yazı stili kullanılmaktadır.) Doğu Aramicesi’nin en büyük kolu Süryani dilidir. Achaemenid (Antik İran’da kurulan ilk Pers devleti) dönemi Aramice el yazısından türetilen ve çağımızın başlarında bir takım evreler geçiren estrangelo ve sonra ondan türeyen Serta ve Nesturi el yazısı, Süryanice  için kullanılan orijinal el yazısı hakkında genel bir görüntü ortaya çıktı. Aramice’nin  Urfa lehçesinden türeyen ve M.S 2. yüzyıldan itibaren Arami alfabesinde (Estrangelo) yazı stili ile yazılan lehçesine Süryanice adı verilir. Süryanice Kuzey Mezopotamya’da konuşulan eski Sami dilidir. Yeni Süryanice ise Rezaiye (Urmiye) gölü kıyılarında oturan halkların konuştuğu dildir”. (2)
Araplar 7. yüzyılda İslam dinini kabul ederek, İslam öncesi semitik  kültürün birçok etkilerindende kurtuldular. Monoteizm hem Yahudi toplumunda dini bir kültürü beraberinde getirmiş, hemde semitik geleneği daha  etkin hale getirmişti. Fakat İslam dini “ümmetçi” bir anlayışı beraberinde getirdiği için Arap kültürünün gelenekçiliğine farklı bir boyut kazandırmış ve böylece İslami kültür, İslam öncesi semitik kültürden daha baskın hale gelmiştir. Burada Sami kökenli Arap toplumunun İslam çatısı altında, Batı’ya kazandırdığı kültürel ve bilimsel mirası ele alalım.
Müslüman Araplar 711’de İber yarımadasını feth ettiler, 732 yılında Paris yakınlarına kadar geldiler, Franklarla giriştikleri Poiters (Puvatya) savaşı ile geri püskürtüldüler. 711 ile 1492 yılları arasında İber yarımadasında Arap Endülüs devleti varlığını sürdürdü. Roma ve Bizans hakimiyetinde yaşayan Yahudiler, Arapların İber yarımadasını feth etmeden önce de Vizigot hakimiyetinde yaşıyorlardı. Yahudiler Vizigotlara karşı Arap İslam fetihlerini desteklediler. Yahudi toplumu Endülüs yönetimi ile  İberyarımadasında 800-1100 yılları arasında bir “Altın Çağ” dönemi yaşamıştı. Bu açıdan Endülüs’e (Arap-Yahudi) medeniyetide diyebiliriz. (3) 
Araplar 700 yılında Akdeniz’de (Sicilya’ya en yakın ada) Pantelleria adasını hakimiyetlerine aldılar. Bundan sonraki süreçte Güney İtalya ve Adriyatik kıyılarınada fetihler düzenlediler. Güney İtalya’da  Salerno ve Napoli şehirleride Arap hakimiyetine girdi. Sicilya’nın en büyük şehri Palermo 831 yılında fethedildi. Sicilya adası 831 ile 1091 yılları arasında Sicilya Emirliği Arap Ağlebi hanedanı tarafından yönetildi. 1091’de Sicilya adası Normanlar tarafından işgal edilince adadaki İslam hakimiyetide son bulmuş olsada  Araplar, 1200’lere  kadar Norman hakimiyetinde ticari ve kültürel olarak varlıklarını sürdürdüler. (4)  
Amerikalı tarihçi James Carroll  “Kilise ve Yahudiler” adlı kitabında belirttiğine  göre, Yahudiler Roma İmparatorluğu’nun toplam nüfusunun %10’unu teşkil ediyordu. Bu orana göre, şayet diğer etkenlerin müdahalesi olmasaydı bugün dünyada 13 milyon yerine 200 milyon Yahudi olacaktı. (5)  
Yahudiler Avrupa’ya Roma İmparatorluğu döneminde yerleşmiştir. Tarihçi Michael A. Meyer, 800 ve 1100 yılları arasında, Hıristiyan Avrupa’da 1,5 milyon Yahudi’nin yaşadığını bildirmektedir. (6)  
1936 yılında Harvard Üniversitesinde Bilim Tarihi doktora programını kuran ve Bilim Tarihi’ni bir disiplin halinde düzenleyen Belçikalı bilim tarihçisi Prof. Dr. George Sarton Rönesans’a öncülük eden “Matbaa ve Arapça’dan Latince’ye çevrilen eserler” arasındaki bağlantıyı şöyle açıklar: “Matbaanın icadı, sadece, fikirlerin daha önce mümkün olandan çok daha mükemmel  bir şekilde yayılması anlamına gelmez, fakat aynı zamanda, standart metinlerin ve kısa bir süre sonra da standart resimlerin üretilmesi anlamına da gelir. Bilginin ilerleyişi, ilk defa gerçekleşir gerçekleşmez kaydedilebiliyor, standartlaştırılabiliyor ve medeni dünyanın her tarafına yayılabiliyordu. Matbaanın icadı öyle verimli oldu. Rönesans’ı, 1450 ile 1600 arasında kalan dönem olarak tanımlarsak, onun temel vasıflarından birinin, çoğu, sadece Arapça tercümelerinden istifade edilerek yapılmış Latince tercümelerinden tanınan Yunan klasik metinlerinin yeniden elden geçirilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Rönesans esnasında basımevlerinin miktarı çoğaldı ve basılmış kitapların sayısı ise sınırsız bir şekilde arttı. Bilginin muntazaman birikmesi güvence altına alındı”.(7)   
George Sarton  Müslümanların çalışmalarının, diğer bazı oryantalistler gibi, antik Yunanlıları sadece birer taklitten ibaret olmadığını, farklı nitelikli ve orjinal kitaplar da yazdıklarını belirtmektedir. (8)     
Arap-Yahudi medeniyeti Endülüs’ün altın çağını George Sarton şöyle açıklamaktadır: 9. yüzyıldan 11.yüzyıla  kadar bütün  antik Yunan ilmi çevirilerle Arapça’ya aktarıldı ve en yeni bilimsel eserler bu dilde yazıldı. 11. yüzyıldan sonra, hepsi Latince’ye, daha küçük bir kısmı ise İbranice’ye çevrildi. Arapça’daki kültür, uzak batıdan, İspanya, Fas ve Hindistan’a kadar yayılan alanda milletler arasıydı; hatta sadece Müslümanları değil fakat aynı zamanda Yahudileri ve Hıristiyanları da kapsadığı için ırklar arası ve dinler arasıydı. Bunların ortak özellikleri, geliştirilmesine hizmet ettikleri Arap dili ve İslam kültürüydü. (9)     
George Sarton Ortaçağ  İslam dünyasında kurulmuş olan o güne kadar ki en büyük kütüphaneler ve kitap koleksiyonları hakkında şu bilgiyi vermektedir: “İskenderiye kütüphanesi ilk kütüphane değildi, fakat antikçağın ilk kütüphanesiydi, İslam dünyasında, hem doğuda Bağdat’ta ve hem de batıda Endülüs’ün başkenti (Kurtuba) Cordoba’da çok büyük kitap koleksiyonlarının toplandığı onuncu yüzyıla kadar eşdeğer başka bir kütüphane kurulmamıştı”. (10)  
Arap ve Yahudi medeniyetlerinin Avrupa’ya ne gibi bir etkisi oldu ?
Semitik (Arap-Yahudi) toplumları Avrupa’da tercüme okullarını açmışlar, antik yunana ait eserleri  İbranice, Arapça ve Latince’ye çevirmişler, bilim, sanat ve mimari de büyük etkilerde bulunmuşlardı. Semitik toplumların 16. yüzyıla kadar Avrupa üzerinde büyük bir etkileri vardı.  İber yarımadasında ve Güney İtalya’da hristiyanlarca yapılan mimari eserler Arabesk mimarinin etkisi altında kalmıştır. Arap-İslam mimarisi İspanya’da ilk olarak hristiyan İspanyolların kilise geleneğini etkiledi. 9. ve 11. yüzyıllar arasında Kuzey İspanya’daki kiliseler (Latince: Mozarabe, Arapça: Musta’rib) Araplaşmış tarz, arabesk stil, kapı ve pencerelerde at nalı kemerlerin hakim olduğu bir mimari anlayışla inşa edildiler.  Avrupa Rönesans mimarisinde görülen stilize bitki, hayvan ve geometrik süs unsurlarıyla yüklü bir şekilde hazırlanmış  kompozisyonlar genellikle arabesk olarak adlandırılmaktadır. Batı ülkelerinde bu tür girift süslemelerin  Arap tarzını ifade ettiği şeklindeki bir genelleme, bütün müslüman topluluklara ait tezyini sanatların aynı ad altında toplanmasına yol açmış ve buna göre Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan bölgelerde görülen süsleme tarzına arabesk denmiştir. (11)   
Azulejo, Portekiz   ve İspanya’ya has bir seramik süslemesidir. Zaman içinde Portekiz kültürünün bir parçası olmuştur. Özellikle Portekiz’de kiliselerin iç ve dış cephelerinde, saraylarda, evlerde azulejo kullanılmaktadır. Azulejo, İber yarımadasına Arap Endülüs’lü müslümanlar tarafından gelmiştir. Araplar ise bu sanatı  Persler’den öğrenmiştir.  “Kuzey İspanya’da daha çok  Aragon  bölgesinde kilise  ve saraylar  (Latince: Mudéjar, Arapça: Müdeccen) mimari tarzıyla inşa edilmiştir. Arap müslümanlar’ın  geliştirdikleri bu mimari tarz ve süsleme sanatına  (Mudéjar) Müdeccen denilmektedir. Mudejar mimari yapıtları 12. ve 16.ncı yüzyıl başına kadar olan dönemde Kuzey İspanya’da gelişmeye başlamış ve diğer İspanya şehirlerinde de kullanılmıştır. Mudejar mimari, Gotik ve Romanesk mimarinin, Endülüs İslam mimarisinin etkileşimi ile  İslami öğelerin bütününü oluşturan bir mimari biçimi olarak ortaya çıkmıştır”. (12)   
Aynı şekilde Arap mimarisi kendisini Sicilya ve Güney İtalya’da da göstermiştir. Sicilya Arap İslam hakimiyetinden çıktıktan sonra bile kültürel ve mimari etkileri  Normanlar, Norman hakimiyetinden sonra Sicilya’da idareyi ele alan Kutsal Roma İmparatorluğunu yöneten Alman Hohenstaufen hanedanı vasıtasıyla  Sicilya ve diğer  Avrupa ülkelerinde etkisini göstermiştir. Arap-Norman sanatı bu etkileşime örnektir. Norman ve sivil İtalyan mimarisi üzerinde Arabesk etkileri ilk olarak Sicilya’daki kilise ve saraylarda görüyoruz. Daha sonraki dönemde İtalya’da bazı kilise ve saraylarda arabesk motiflerin ve kemerlerin kullandıldığı aşikardır. Ortaçağ İtalyan kiliselerinde minare’den esinlenerek yaygın olarak kullanılan Çan kulesi, Mağribi (Moorish) Arap mimari kültürünün bir parçasıdır. (13)   
Arap İslam Bilimleri Tarihçisi Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Direktörü  Prof. Dr. Fuat Sezgin dünyanın en ünlü ilimler tarihi uzmanlarından. Hatta onun kitaplarını okuyan ABD’nin Colombia Üniversitesi”ndeki bir Arabist profesör, ülkesinde alanının bir numaralı ismi kabul ediliyor. Prof. Dr. Fuat Sezgin bilimin serüveni için şöyle bir açıklama yapıyor: Müslümanlar İspanya’ya ayak basmasalardı bugün dünyanın durumu böyle olmazdı. Bastıklarından itibaren Avrupalılar 500- 600 yıl boyunca Müslümanların geliştirdikleri bilimleri Avrupa’ya taşıdılar. Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs”te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Halbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait. Müslümanlar dünya sahnesine çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9 ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor. Leonardo Da Vinci’nin resimleri: Meşhur Leonardo da Vinci”nin resimlerini çizdiği aletler ve matematik hesapları, İslam alimlerinin buluşuydu. Da Vinci, bu bilgileri kullanarak devrine göre inanılmaz kabul edilen resimlerini çizebildi. Halbuki Leonardo”nun İslam bilginlerinin buluş ve bilgilerini kullandığı kabul edilse resimlerinin çözülemeyen sırları aydınlanmış olacaktır. (14)   
Fuat Sezgin İslam bilim ve Avrupa bilim tarihleriyle ilgili yaptıgı araştırmalar neticesinde ortaya her iki kültürün bir baska medeniyetten bilgileri alma yöntemleriyle ilgili ve ne yazık ki Avrupalıların İslam dünyasında çevirdiği kitapları intihal etmeleriyle ilgili su çok düşündürücü neticelere ulaşmıştır: Müslümanların kimya, fizik, fizik, tıp, sosyoloji ve tarih alanında ortaya koyduklarını kimse bilmiyor. Biliyorum diyenlerin de Bundan dolayı modern bilimlerin tarihi yeniden yazılmalı. Herkes İslami ilimlerin dünyaya kazandırdıklarını bilmelidir.  Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs’te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal ediyorlardı. Eserlerin isimlerini değiştiriyorlardı. Fuat Sezgin bir örnek veriyor: 13. yüzyılda yasayan Raymondus Lullus adındaki papaz, az Arapça bilmesine rağmen, Avrupa’da Arapça eğitim veren veren merkezler kuruyor ve Müslümanları kendi silahları ile vuralım diyordu. Kitaplar yazıyor ve büyük bir alim olarak geçiniyordu. Fakat bundan 50 yıl önce ortaya çıktı ki, bu adamın 70’e yakın eserinin hepsinin Arapçaları vardı. Yani bunların hepsi Arapça’dan tercüme edilmişti.” (15)   
Fuat Sezgin’e göre bilimler öncelikle Sümer, Babil, Asur gibi medeniyetlerden yolculuk yaparak antik Yunan medeniyetine geçmişlerdir. Yunan bilimlerinin temellerinin eski  Mısır ve Babil bilimlerine dayandığını, bilimler tarihi yavaş yavaş ortaya koyuyor. Yani birçok yerde ve tezde de ayrıntısıyla ele alınacağı üzere antik Yunan medeniyetinin bilimsel anlamda başlangıcı sayılan bu medeniyetlere bağlıdır kendileri sıfır noktası bilimlerin başlangıç noktası değillerdir. (16)   
Rönesans kelimesi on sekizinci yüzyılda ilk defa birden bire ortaya çıktı. Bir Fransız alimi var: Mösyö Etienne Gilson, O diyor ki: ‘Rönesans tabiri profesörlerin bir kuliste düşünüp taşınıp uydurdukları bir kelimedir. Katiyen hakikatle ilgisi olmayan, fakat hakikati bastırmak için zorla aranmış suni bir tabirdir. Rönesans tamamıyla uydurma bir kelimedir ve böyle bir hadise katiyen yok. Rönesansı’ı şu manada alıyorlar: Yunanlılarda büyük bir ilim birikimi var ki bunu biz de kabul ediyoruz sonra bu sekiz-dokuz yüzyıl devam ediyor, ondan sonra aradaki koca bir Islam medeniyetinin bilime katkılarını hiç kabul etmeden, yok farz edip atlayarak; on üçüncü yüzyılda aldıklarını da Yunanlıların ilmi olarak tanıtıp alıyorlar, sonra da buna Rönesans diyorlar. Halbuki hakikat bu degil. Gerçekte ise önce İslam dünyasından Arapça yazılmıs eserleri alarak okuyorlar, Müslümanların felsefe kitaplarını tanıyorlar ve sonra yavaş yavaş İbn-i Sina’nın tercümeleri ile Yunan ilimlerini, Aristoteles’in felsefe kitaplarını tanıyorlar. (17)   
Fuat Sezgin’e göre Bilimler tarihinde Rönesans ismiyle tabir edilen dönem bir kandırmacadan ibarettir ve böyle bir dönem asla var olmamıştır.
Rönesans Süreci
Rönesans İtalyanca (Rinascita) Yeniden Doğuş olarak tarif edilir. Sanat tarihçileri ise daha çok geriye dönüş olarak nitelendirirler. Rönesans (Geriye Dönüş) ilk olarak  İtalya Toscana’da başlamıştı. Daha sonra tüm etkileri Avrupa’ya yayıldı. Klasik anlatımla 15 -16. Yüzyıl İtalya’sında Batı ile klasik antikite (Antik Roma) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan,  Antik Yunan filozof ve bilimadamlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Greko-Roman terimiyle tanımlanan Antik Çağ, Grek (Antik Yunan) ve Roma olarak iki bölüme ayrılır. Dönemde siyasi tarih ve sanatın gelişimi paralellik gösterir. Sanat  alanında  resim,  heykel,  mimarlık,  müzik  ve  edebiyat  kollarında  bir  çok  eser  ortaya  çıkmıştır. Semitik kültürün beraberinde getirdiği, sanat ve mimari’den kurtularak Antik Roma’ya dönüş sürecidir. Batıda 15. yüzyılda şu algı oluştu: Bizler Romalıyız bizler Antik Yunanız, bizler sami toplumların kültürel etkilerinden kurtulmak, Antik Yunan ve Roma’nın sanatına, siyasi düzenine ve kültürüne geri dönmek istiyoruz. Bir nevi Rönesans olarak adlandırılan değişim: Avrupa’lı toplumların semitik  kültüründen ve bilimsel etkilerinden kurtulma hareketidir. Bu hareket kendisini hem  kültürel ve bilimsel bir yenilenme ile hemde  siyasi bir oluşumla gösterdi.
Semitik etkiden kurtulma hareketi kendisini kanlı zorba bir siyasi yapılanma ile gösterdi: Sami kavimli toplumları Avrupa’dan Afrika’ya sürgün etmek ve mallarına el koymak. Bu dönemde Yahudi ve Arapları Avrupa’dan tasfiye ettiler. Bu tasfiye ilk önce İspanya’da Yahudi sürgünü ile başladı. Engizisyon mahkemeleri bir dini değil bir ırkı hedef alıyordu açıkçası engizisyon antisemitti. Avrupa’da çeşitli ülkelerde kurulan engizisyon mahkemeleri İslam ve Yahudi dinine karşı olmaktan daha çok  Sami kavimlerini yargılamak ve sürgün etmek için kurulmuştu. İspanyol engizisyonu bunun en açık örneğidir. İspanyol engizisyonu sadece Yahudiler üzerne değil hristiyan olan Konverso (Dönme Yahudiler) üzerinede bir soruşturma başlatmış, sürgün etmek için baskı politikaları uygulamıştı. 1492’de Yahudiler ile beraber Konversolarında büyük çoğunluğu sürgün edilmişti. Aynı uygulama 1492’den sonra Araplar üzerinde de uygulanmıştı. Engizisyon Hristiyan olan (Morisco) kimlikli Araplara bile baskı ve zulüm politikası uygulanmış, 1609’da birçoğu müslüman Araplar ile birlikte sürgün gönderilmişlerdi.
Kastilya ve Aragon hakimiyetinde yaşayan Yahudiler 1391 ve sonrası büyük baskılara maruz kaldılar, çoğu Yahudi bu dönemde yapılan baskılar sonucu Hristiyanlığa geçti. 1492’de İber yarımadasının İspanyollarca (reconquista) Araplardan geri alınmasıyla Güney Endülüs’deki Yahudiler içinde zorlu günler başlamış oldu. İspanya krallığı altında yaşayan Yahudilerin ve Hristiyanlığa geçen Dönme (Konverso) Yahudiler için  24 Kasım 1484’de başrahip Thomas Torquemada’nın önderliğinde bir genel kurul toplandı. Alınan kararlar neticesinde Valladolid, Sevilla, Jaen, Avila, Cordoba, Villareal ve Aragon bölgesinde Engizisyon mahkemeleri kuruldu. Thomas de Torquemada Engizisyonun yüksek  Konsey başkanı olarak atandı. 5 üyesi ile birlikte engizisyon mahkemelerinde sorgulamalar başladı. Sorgulamalar 1391 tarihinden sonra Yahudi dininden Hristiyanlığı kabul eden (Converso) Dönme Yahudiler üzerine yapılıyordu. Engizisyonun iddiasına göre Konversolar içlerinde yahudi inancını yaşayan sahte hristiyanlardı. Yapılan takipler incelemeler sonunda İspanya Krallığı bütün Yahudileri İspanya’dan kovmak için 31 Mart 1492 tarihinde Elhamra Sarayında, Elhamra Kararnamesi adında bir ferman yayınlandı. Bu kararnameye göre Yahudi ve Yahudi dönmesi sahte hristiyanlıkla suçlanan  Konversolar, İspanya’yı terk edecekti. Yahudilere ülkeyi terk etmeleri için 4 ay süre tanındı. 2 Ağustos 1492’de 150.000 Yahudi  (birçok yahudi tarihçiye göre bu rakam 300 bin olarak dile getirilmektedir) İspanya’dan sürgün edildi. Yahudiler sürgünden sonrası Portekiz, Kuzey Afrika ve Osmanlı topraklarına göç ettiler. Osmanlı ülkesine kabul edilen Yahudilerin sayıları 40 bin olarak tahmin edilmektedir. Yahudiler, Selanik olmak üzere İzmir, İstanbul, Edirne, Şam ve Safed gibi şehirlere yerleştirildiler. (18)    
1492’de son Endülüs devleti Beni Ahmer Sultanlığı yıkıldıktan sonra  Endülüslü  Arap-Berberi müslüman halk İspanya Krallığı ile yaptığı belirli anlaşmalar çerçevesinde Hristiyan hakimiyetinde yaşamaya  devam ettilersede İspanyol engizisyonu yaptığı baskılarla  müslümanları zorla hristiyan yapmaya çalışmış  zorla hristiyan olan tebaya da “Morisco” adıyla telaffuz edilen aşağılayıcı bir kimlik kazandırmıştı. İspanyol tarihçilerinde kabul ettiği üzere  1492 ile 1609 yılları arasında İspanya Krallığı Hristiyanlığı kabul etmeyen müslümanlara karşı bir soykırım yapmıştır. “1609 yılına gelindiğinde Lerma (Burgos) dükü Marquis de Denia ve Valencia başpiskopusu Juan de Ribera, İspanya’daki tüm (Morisco) Arap müslümanları kitleler halinde İspanya’dan sürgün edilmesi için, İspanya Kralı III. Felipe’yi ikna ettiler. İspanya Kralı III. Felipe’nin imzasıyla 1609 yılında 600 bin Arap müslüman Valencia limanlarından gemilerle sınırdışı edilir. Burgos dükü Marquis de Denia ise sürgün edilen müslümanların tüm mallarına el koyar.” (19)   
Arapların Ortaçağ’da Antik Yunan’dan yapmış oldukları çeviriler ve bilime katkıları, Batı’da bilimsel çalışmaların temelini hazırladı. Rönesans’tan Sanayi devrimine ve 19. yüzyıla kadar bilim tarihine damga vurmuş bilim adamlarının felsefecilerin, kökenlilerini incelediğinizde sami kökenli olduklarını göreceksiniz. Amerika’yı keşfeden  Kristof Kolomb, felsefeye büyük katkıları olan Baruch Spinoza, sosyoloji biliminin kurucularından Emile Durkheim, Komünist ideolojinin öncüsü Karl Marx, psikanaliz biliminin öncüsü Sigmund Freud, özel ve genel izafiyet kuramlarını açıklayan Fizikçi Albert Einstein, Radyo dalgalarını keşfeden ünlü fizikçi Heinrich Rudolf Hertz, nükleer çalışmaların yapıldığı Manhattan Projesinin başındaki isim Robert Oppenheimer gibi birçok önemli bilim adamı yahudi asıllıydılar.  Batı’da pozitif bilimi geliştirenler icatlar, keşifler ve fizikçilerin çoğu sami kökenli bilimadamlarıydı. Batılıların Rönesans’tan itibaren geliştirdikleri deney ve gözlemler, Ortaçağ’da Arap ve Yahudilerin Antik Yunan’dan yaptığı çeviriler ve  bilime kattığı eserler eliyle gelen bilimdi. Bugünki  Batı’yı  gelişmiş Batı yapan tüm argümanların kaynağı Doğu’dur, Doğu’dan Batı’ya gelen Sami toplumlarının etkileridir.  Semitik etkilerle ortaya çıkan Rönesans hareketi, antisemitik etkileride beraberinde getirmiştir. Rönesans’ı ele alırken bu etkilerinde göz önüne alınması gerektiğini düşünüyorum…
Kaynaklar
1. Karl Marx, Yahudi Sorunu, (Çeviri: Yayın Kurulu), Sol Yayınları, 2. Baskı, Ekim 2009, s. 27.
2. John F. Healey, Süryanca El Yazısının Tarihi, (Çeviri: Mehmet Sait Toprak),  Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2005, Cilt: V, Sayı: 4,  s. 315-329.
3. Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları: Siyasi Tarihi 1, TDV Yayınları, Ankara 2002, s. 7-12. (Prof. Dr. Mehmet Özdemir ülkemizde Endülüs tarihi üzerine ilk ve detaylı araştırmayı yapan akademisyendir.)
4. İtalyan oryantalist ve İslam tarihçisi Michele Amari’nin birinci cildini (1854)’te ikinci cildini (1858) yıllarında yayınladığı “Storia dei Musulmani di Sicilia” (Sicilya Müslümanlarının Tarihi) adlı kitabında Güney İtalya ve Sicilya’daki İslam hakimiyetine dair orijinal latin kaynaklara ve Arap tarihçilerin kaynaklarına yer vermiş en önemli kaynaklardan biridir. * Michele Amari, Storia dei Musulmani di Sicilia, Fırenze Felice Le Monnier, Vol. I (1854), Vol. II (1858).
5.  James Carroll, Constantine’s Sword: The Church and the Jews, Houghton Mifflin Harcourt 2002, p. 601.
6.  Michael  Meyer, German-Jewish History in Modern Times, Columbia University Press, New York 1996, p. 9.
7. George Sarton, Bilim Tarihinde Yöntem, 1. Baskı, (Çeviren: Yavuz Unat & Melek Dosay & Remzi Demir & Güldeniz Can), Doruk Yayıncılık, Şubat Ankara 1997, s.  23.
8. George Sarton, Antik Bilim Ve Modern Uygarlık, 1. Baskı, (Çeviren: Melek Dosay & Remzi Demir ),  Gündoğan Yayınları, Ankara 1995, s. 92.
9.   George Sarton, Bilim Tarihinde Yöntem, s. 22.
10.  George Sarton, Antik Bilim Ve Modern Uygarlık,  s. 36.
11. Selçuk Mülayim, Türk Süsleme Sanatında Arabesk Problemi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Dergisi, II. (Izmir: Ege University Faculty of Letters Press, 1983), s.62-85. (Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Selçuk Mülayim bu makalesinde Arabesk kelimesinin etimolojisi, tarihi ve içeriği hakkında  detaylı bir bilgiye yer veriyor.)
12.  Rafael Lopez Guzman, Arquitectura Mudéjar: Del sincretismo medieval a las alternativas americanas,  Madrid, Cátedra  2000. (Granada Üniversitesi Sanat Tarihi akademisyenlerinden olan Rafael Lopez Guzman, Mudejar ve Endülüs mimarisi üzerine akademik çalışmalar yapmış, bir çok kitap ve makaleler yayınlamıştır. Eserler, öncelikli olarak incelenmesi gereken çalışmalardır.) İspanya’da Arap İslam Mimarisine benzer eserler için Bakınız:  http://whc.unesco.org/en/list/378
13.  Silvana Messina, Siculo-Norman Art: Islamic Culture in Medieval Sicily (Islamic Art in the Mediterranean), Museum With No Frontiers, 2002. Sicilya’da Arap İslam Mimarisine benzer eserler için  Bakınız:
http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5565/
14.  İbrahim Balta, Batı Uygarlığı İslam Medeniyetinin Çocuğudur (Fuat Sezgin İle Röportaj), Aksiyon Dergisi, Sayı: 489, 19 Nisan 2004.
15. Turan Kıslakçı, Prof. Dr. Fuat Sezgin: “Dünya Bilimler Tarihi Yeniden Yazılmalı” dedi. Yeni Şafak Gazetesi, 15 Nisan 2006.
16.  İrfan Yılmaz,  Yitik hazinenin kaşifi: Fuat Sezgin, (Fuat Sezgin ile Röportajları) 1. Basım Yitik Hazine Yayınları  İzmir 2009, s. 70.
17.  İrfan Yılmaz,  Yitik hazinenin kaşifi: Fuat Sezgin, s. 45.
18.  Encyclopaedia Judaica (Yahudi Ansiklopedisi), “The Expulsion of 1492”, Vol. 15, Thomsan Gale 1971,
p. 239-240.
19.  Manuel Danvila y Collado, Los Moriscos Españoles y Su Expulcion,  Libreria de Fernando, Madrid, 1889,  p. 248-256. (Manuel Danvila’nın sunduğu bu eser, İspanya Tarih Akademisi Real Academia de la Historia tarafından 1889 yılında yayınlanan ve birinci dereceden kronik kaynaklara dayanan bir eserdir. ) * Rodrigo de Zayas, Endülüs’te Yüzbinlerce Müslüman Katledildi; Endülüs’ten İspanya’ya, (Çeviri: Cemal Aydın),  TDV Yayınları, Ankara 1996, s. 109-114. (Orjinali eser: Rodrido de Zayas, Les Moriques et la Racisme d’etat, La Difference, “Les Voies du Sud” p. 756.) İspanyol tarihçi Rodrigo de Zayas’ın engizisyon kayıtlarına dayanaraktan ele aldığı çalışmaları, İspanya’da müslüman Araplar üzerine yapılan soykırıma ışık tutuyor.
Enis MERİÇ
enismerc@gmail.com

http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/ronesansta-semitik-ve-antisemitik-etkiler-51516

Yorumlar kapatıldı.