İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

MOR GABRİEL’DE YARIM KALAN TEBESSÜM

Zeynep Tozduman
25 Şubat 2014’ te Midyat Tapu Müdürlüğü tarafından Mor Gabriel manastırı vakfına verilen (iade edilen) 12 adet tapu sadece Hazine davası ile ilgili olan 244 dönümlük araziyi içeriyordu. 4. Demokratikleşme Paketi altında Mor Gabriel manastırına iade edilen arazilerin ‘’Hazine” davası böylece bitmiş oldu. Oysa ki 2011’de Vakıflar yasasına eklenen geçici 11. Madde kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne tüm davaları kapsayacak şekilde müracaat edilmesine rağmen sadece Hazine davasında kazanım oldu. Toplamda 30 parselden oluşan dosyadan 12 tapu verildi. Geriye ise Mor Gabriel manastırına verilmesi gereken 18 tapu daha kaldı. 4. Demokratikleşme Paketi’nde olduğu gibi geriye kalan 18 tapu tıpkı Hazine davasında olduğu gibi Mor Gabriel’e verilirse tüm davalar bitmiş olacak.

***
Kamuoyundan hemen hepimizin bildiği üzere Mor Gabriel manastırı yaklaşık 7 yıldır topraklarının gasp-işgal davasıyla ilgili hukuk mücadelesi veriyordu. Mahkeme süreçlerinden neredeyse asli görevleri olan dini görevlerini bile yapamaz hale geldiler. Bu süreçte Mor Gabriel manastırını yalnız bırakmayan destek veren demokratik kurum, kuruluş, partiler, insan hakları örgütleri, aydınlar ve şahıslar bu davanın hep takipçisi oldular. Manastır ise 4 ayrı davayla boğuşuyordu. Kısaca bu davalar 1. Hazine davası. 2. Orman davası. 3. İdari sınırlar davası. 4. Ceza davasıdır.
25 Şubat 2014’ te Midyat Tapu Müdürlüğü tarafından Mor Gabriel manastırı vakfına verilen (iade edilen) 12 adet tapu sadece Hazine davası ile ilgili olan 244 dönümlük araziyi içeriyordu. 4. Demokratikleşme Paketi altında Mor Gabriel manastırına iade edilen arazilerin ‘’Hazine” davası böylece bitmiş oldu. Oysa ki 2011’de Vakıflar yasasına eklenen geçici 11. Madde kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne tüm davaları kapsayacak şekilde müracaat edilmesine rağmen sadece Hazine davasında kazanım oldu. Toplamda 30 parselden oluşan dosyadan 12 tapu verildi. Geriye ise Mor Gabriel manastırına verilmesi gereken 18 tapu daha kaldı. 4. Demokratikleşme Paketi’nde olduğu gibi geriye kalan 18 tapu tıpkı Hazine davasında olduğu gibi Mor Gabriel’e verilirse tüm davalar bitmiş olacak.
Bu davalardan orman davası ise şu anda AHİM’de. Geriye 2 dava kaldı. Biliyorum ve tüm yüreğimle inanıyorum ki bu iki davayı da yine hep birlikte direneceğiz ve kazanacağız.
Bu toprakların kadim halklarının mallarını, arazilerini, kutsal mekanlarını işgal / gasp et, sonra gaspettiğin arazileri uluslarası baskılar ve demokratik kamuoyu oluşunca da geri ver sanki bağışta bulunmuş gibi insanları sevindirdik diye demeçler ver. İşte Türkiye’deki demokrasi anlayışı bu kadar. 7 yıl aradan sonra bir arpa boyu yol alabildik eh nihayet…!
Öyle çok şeyi paylaştık ki birlikte bu yedi yıl içinde Mor Gabriel manastırıyla beraber ağladık, beraber yürüdük bu zor süreci. Bu davada hep birlikte direndik ve kazandık. Bu haberi ilk duyduğum andaki sevincimi sizlere anlatamam. Bizim sevincimiz Nasrettin Hoca misali. 1600 yıldır Süryani halkına ait olan Mor Gabriel manastırı arazilerine el koyacaksın 7 koca yıl insanları mahkeme süreçleri ile acıya boğacaksın sonra da demokratikleşme paketi altında sadece bir araziyi iade edeceksin. Burası Türkiye, gariplikler ülkesi… Ülkede yaşatılan acılardan, yokluklardan, yolsuzluklardan neredeyse gülmeyi unutan bizler için yüreklere serin su serpilmiş gibi çok iyi geldi bu haber. Ağızlarımıza bir parmak bal çalı-narak üç maymunu oynayan medyada, sanki bütün tapular geri veriliyormuşçasına kamuoyuna bilerek servis ettiler.
Yine de bu kazanım, diğer davalarda daha güçlü direnmemiz için bir anlamda bizlere iyi bir motivasyon oldu. Benim için Mor Gabriel manastırının büyük çok büyük bir anlamı var. Çünkü Süryani halkı ve demokratik kamuoyu beni Mor Gabriel manastırı için başlattığım ve takipçisi olduğum imza kampanyası ile tanımıştı. Ben, Süryani halkına ilk adımı Mor Gabriel ile attım. Bu süreçte yaşamımda ilk dokunduğum metropolit olması bakımından Turabdinin Aslanı diye nitelediğim Sayın Samuel Aktaş’la, Vakıf başkanı dostluğundan büyük keyif aldığım Kuryakos Ergün ile şu anda tedavisi süren diyakon İsa Garis’le, rahipler, rahibelerle ve manastır görevlileri ile sıcak bir aile olduk bu güne kadar.
Onca zulüm, onca ölüm yaşattığımız bu halkın; bırakın aydınlarını, yurtseverlerini, ruhanileri bile beni kendi evlatları gibi bağrına bastı bu yürüyüşte. Onlarda gördüğüm bu dostluğu ve insanlığı isterdim ki İslam anlayışında ve Türk halkında da göreyim. Mor Gabriel manastırına kısa süreli gidip – gelmelerimde insana yanmayı, hoşgörüyü, öfkelerimi ehlileştirmeyi, vicdanlı olmayı, insana dair yaşanılacak bütün güzellikleri öğrendim burada. Bir fotoğraf karesine sığan mahzun ve yarım kalan bir tebessümle bakan Metropolit Samuel Aktaş bu ülkenin en kadim halkının yurttaşıdır. Kadim bir halkın acıları da tebessümleri de kadim oluyor nedense bu ülkede. Bir gün sevgili Metropolit Samuel Aktaş şahsında Süryani halkının tebessümünün kahkaya dönüşmesi ise en büyük dileğimdir.
Gün gelecek bu ülkede ezilen ve soykırım yaşayan halklarla hep birlikte güleceğiz. Güzel yarınlara hep birlikte merhaba diyeceğiz. Bu gün Türkiye genelinde 4 tane Süryani metropoliti vardır. Bunlar, İstanbul-İzmir-Ankara illeri Metropoliti Yusuf Çetin, Mardin- Diyarbakır Metropoliti Saliba Özmen, Adıyaman Metropoliti Melke Ürek ve Mor Gabriel Metropoliti Samuel Aktaş’tır. İnanıyorum ki bu habere Mor Gabriel kadar bütün bu metropolitler sevinmiştir. Bu davada Mor Gabriel manastırını yalnız bırakmayan başta tüm metropolitlikler olmak üzere Süryani halkına ve Türkiye halklarına emeği geçen tüm kurum, kuruluşlara şahsım adına yürekten teşekkür ediyorum. Herkes bilsin ki bu dava benim de davamdır.
Direncin sonucu bir kazanım olan bu davayı kazanmak en az Süryani halkının ve metropolitlerin sevinci kadar benimde sevincimdir. İnsan emek verdiği şeyi  sever. Tıpkı aşk gibi, evlat gibi, çiçek gibi… Bu yedi yıllık yürüyüşte bazen isyan ettik, bazen yorulduk, bazen feveran ettik ama hiç yılmadık. Bir gün bu davaları kazanacağız düşüncesine tüm kalbimizle inandık. Umudu hep birlikte göndere çektik. Yüreğimizin sesi bizi bu davada da yanıltmadı.
Kendi anayurdunda yabancılaştırılmak / acımasızca yok sayılmak neme nem şeydir bir düşünün. Bu halkları 1915’te yok ettiğimiz yetmezmiş gibi 99 yıldır yaşattığımız baskılara rağmen hala bu ülkede insanca ve eşit koşullarda yaşamak için direnmeleri ise yüce bir davranıştır. Bunca acı, bunca gözyaşı, bunca ayrımcı, bunca zulüm yapan bir sistemde direnerek var olabilmek soykırım yaşayan halklara özgü bir durum olsa gerek diye düşünüyorum. Ne mutlu direnenlere, ne mutlu insan kalabilen mazlum ve kadim halklara.
ZEYNEP TOZDUMAN zeynoege [zeynoege@mynet.com]

Yorumlar kapatıldı.