İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ne zafer ne de hezimet

Bahadır Özgür /  bahadir.ozgur@radikal.com.tr
Taha Akyol: Lozan yüz yıllıktı, 2023’te sona erecek görüşü ileri sürülüyor. Lozan’da hilafeti sattık diyen de var; topraklarımızı kaybettik iddiası da… Bunlar hiçbir bilgiye belgeye dayanmayan, önyargılı, komplocu bakışın ürünüdür. Ne zafer ne de hezimet. Gazeteci yazar Taha Akyol’un Lozan’ın 90. yılı dolayısıyla hazırladığı Bilinmeyen Lozan kitabı, döneme dair ilk elden bilgileri, Meclis tutanaklarını, toplumsal ve siyasal altyapıya ilişkin ipuçlarını bütün yönleriyle ortaya koyuyor.

CNN Türk’te belgesel olarak da yayımlanan Bilinmeyen Lozan kitabı, bugün çok tartışılan azınlıklar sorunu, Kürt meselesi, tek parti rejimi gibi birçok olguya da yeni bir bakış açısı sunacak temel kaynakları okurun dikkatine sunuyor.
Lozan, temel eğitimden beri herkesin bildiği bir anlaşma. Ama siz aslında hiç bilmediğimizi söylüyorsunuz. Lozan gerçekte nedir? Neyi yanlış biliyoruz?
Lozan, 1. Dünya Savaşı sonrasında imzalananan anlaşmalardan biridir. O dönem imzalanan tüm anlaşmalardan farkı ise devam etmesidir. Lozan dışında savaşan taraflar arasında imzalanan anlaşmaların hepsi 2. Dünya Savaşı ile birlikte yırtıldı. Lozan’ın Türkiye için ise iki büyük önemi var: Birincisi; Hatay sonradan katılmak üzere bugünkü sınırlarımız çizilmiştir. İkincisi; Türkiye aşağı yukarı Osmanlı’nın iki yüzyıldır çabalayıp sonuç alamadığı bağımsızlığı kazanmıştır. Lozan’ın aslı budur. Lozan hakkındaki yanlış bilinenlere gelince… Örneğin; “ABD Lozan’ı hiç imzalamadı” deniliyor. Veya “Lozan yüz yıllıktı, 2023’te sona erecek” görüşü ileri sürülüyor. “Lozan’da hilafeti sattık” diyen de var. “Topraklarımızı kaybettik” iddiası da… Bunlar hiçbiri bilgiye, belgeye dayanmayan, önyargılı, komplocu bakışın ürünüdür.

Kitabınızda “Lozan’a gidilen süreç anlaşılmadan, Lozan anlaşılmaz” diyorsunuz. O sürece bakınca şöyle bir durum dikkati çekiyor. Saltanat kaldırılıyor, hilafet sürüyor. Güçlü bir İslam vurgusu var. Türk-Kürt vurgusu da çok yoğun. Bu siyasi bir tercih miydi yoksa diplomatik bir taktik mi? Çünkü Lozan sonrası siyasal hayat bu vurguların tam tersi bir akışa sahip.
Bu söylenen sözlere samimiyetle inanan, savunan bir kesim var. Milli mücadelenin temel söylemi de bunlar. İslam, anti-emperyalizm, Türklerin ve Kürtlerin bir millet oluşturduğu tezi. Milli mücadele ve Lozan bir bütünün parçalarıdır. Bunları ayırmamalıyız. Lozan sonrası tek parti dönemi ise bambaşka bir siyasal yönelimdir. Bunu da yine Lozan’dan ayırmamız gerekir. Lozan ile sınırlar çizilip bağımsızlık kazanılınca Mustafa Kemal Paşa’nın iradesiyle tek parti rejimi, Türklük temeline dayalı bir devlet anlayışı, otoriter yönetim teşekkül etmiştir. Lozan’la tek parti döneminin ayrı şeyler olduğu şurdan da belli. Lozan’ı destekleyen pek çok kimse tek parti döneminde âdeta vatan haini muamelesi gördü; Kâzım Karabekir, Rauf Orbay gibi. Hatta Orbay, Lozan’ın ikinci ismidir. Dolayısıyla biz tek parti dönemini “devrimci” diye benimsiyorsak bu anlayışla Lozan’a bakmak yanıltır. Aynı şekilde tek parti dönemini otoriter rejim olarak görüp buradan Lozan’a bakmak da yine yanlıştır. Biz Lozan’ı milli mücadele ve bu mücadelenin barışla sonuçlanması olarak anlamalıyız. Tek parti rejimi Lozan’ın değil, Atatürk’ün askeri ve siyasi gücünün sonucudur.
Birinci Meclis’te ciddi muhalefet var. Mustafa Kemal de Lozan’ı kolay kabul edebilecek İkinci Meclis’i kuruyor. Bu durum, Lozan ile tek parti dönemi arasında ideolojik bir bağ sağlamıyor mu?
Bence doğrudan değil. Ama şu yönde var tabii ki. Mustafa Kemal o dönem bir yandan Lozan sürecini yönetiyor, diğer yandan o süreç içinde “tek parti ve tek adam” yönetimini kuracak tedbirleri alıyor. Bu süreçler iç içe olabilir ama bir sebep-sonuç ilişkisi kurmak doğru olmaz.

Lozan’da ilk defa yeni kavramlarla karşılaşıyoruz. Mesela laiklik. Bu bir barış anlaşmasının sınırlarını aşmıyor mu?
Evet doğrudur. Türkiye’nin resmi temsilcileri laiklik kavramını ilk defa Lozan’da kullanıyor. Yeni Türkiye’nin laik olacağını söylüyorlar. Fakat onların bahsettiği laiklikle tek parti döneminin laiklik anlayışını karıştırmamak lazım. Onların söylediği, kanunların din esasına dayanmaması, din ayrımı yapılmaması, vatandaşlık esası üzerine bir hukuk inşa edilmesi… Bunun da çok somut bir nedeni var. Özellikle Venizelos ve müttefikler Türkiye’de gayrimüslim azınlıkların ayrı statüsü olmasını istiyor. Askere alınmasınlar, medeni hukukta kendi kilise kurallarına tabi olsunlar vb. Türk tarafı ise “Biz din ayrımı yapmayacağız, herkes hukuk temelinde vatandaşlık haklarına sahip olacak” diyor. Yani Lozan’da bahsedilen hukuk temelinde laiklik. Tek parti döneminde ise eğitimin ve toplumun zorla laikleştirilmesi süreci var. Laiklik kavramında devamlılık söz konusu olsa da uygulamada fark çok büyük. Dolayısıyla biz Lozan’da laikliği ödün olarak kabul etmedik. Bir tercihti.
Lozan uluslararası bir belge. Peki iç siyaset açısından ciddi sonuçlar doğurmadı mı? Türkiye’nin iç siyasetini de dizayn eden bir yönü yok mu?
Ben burada “dizayn” kelimesini kullanmam. Bir kere Lozan’da Türkiye’nin hukuk rejiminin, az öncede söylediğim gibi, laik olacağı kararlaştırılmıştır. Ama bu bir komplo değildir. Tanzimat’tan bu yana böyle bir yola zaten girilmişti. Lozan ile birlikte Türkiye, hukuk birliğine geçmiştir. İşte bu açıdan bakıldığında Lozan, Türkiye’nin iç hukuk sistemini belirlemiştir. Ancak iç politika ile Lozan’ın alakası yok. Mustafa Kemal Paşa’nın tercihleri iç politikayı şekillendirdi. Eğer milli mücadele dönemindeki gibi çoğulcu bir bakışı korusaydı iç siyaset de başka olurdu.
Bugün Lozan’ın en fazla tartışılan yönü azınlık hakları. 39. madde örneğin, dil özgürlüğü konusunda. Ayrıca azınlıklara dair güvenceler verildi. Ama bakıyoruz, bu maddelerin uygulanması konusunda sorunlar büyük. Bu durum Türkiye’nin Lozan’a aykırı davranması anlamına gelmiyor mu?
39. madde diyor ki, Türkiye’nin vatandaşları ana dilleri neyse o dilde konuşsunlar. Türkiye’de Türkçe dışındaki diller yasaklandığından bu madde uygulanmadı. Fakat burada hukuk tekniği bakımından bir problem var. Bütün vatandaşlar derken. kastedilen gayrimüslim vatandaşlar mı yoksa Müslüman olsun olmasın herkes mi kastediliyor. Bir kısım hukukçu azınlıkların kastedildiğini, bir kısmı ise azınlıklar bölümünde bahsedilse bile tüm etnik unsurların kastedildiğini savunuyor. Burada şuna bakmak lazım: Dil meselesi, ulus devletin kurulması ve demokrasinin gelişmesiyle ilgili bir konu. Yani Lozan ile birebir bağdaştırmak veya Türkiye’nin Lozan’ı kendisinin çiğnediğini söylemek yanlış. Soruna demokrasi meselesi olarak bakmak gerekiyor.
Lozan, o dönem Sevr’e karşı da bir reaksiyon değil mi? Bugün hâlâ Lozan tartışıldığında karşısına Sevr çıkartılıyor. O dönem için Sevr gerçekçi tehdit olabilir ama bugün artık paranoya halini almadı mı?
Sevr imzalandı ama onaylanmadı. Etnik sorunlar birçok ülkede var. Bizde de var. Bu nedenle bu sorun ile Sevr ilişkilendirilmemeli. Sevr ile alakası yoktur etnik sorunun. Bu Türkiye’nin yönetim becerisiyle, demokratik standartlarıyla, etknik milliyetçiliğin anlayışıyla ilgili. Dolayısıyla tartışmaları Sevr’e bağlayıp kestirip atmak doğru değil. Diğer yandan ben Kürt meselesini Türkiye’nin toprak bütünlüğü bakımından ciddi bir sorun olarak görenlerdenim. Fakat bu Sevr’in doksan yıl sonra uygulanmaya konulmaya çalışılmasıyla değil, Türkiye’de Kürt nüfusu olduğu ve Kürtler arasında etnik millilyetçilik geliştiği için ortaya çıkan bir problem. Sevr ile Kürt sorununun ilgisi yoktur. Bu bir paranoyaya dönüştürülüyor.
Kürt cephesinde Lozan’da kandırıldık hissiyatı hakim. O sürece giderken yapılan tüm Kürt vurgusunun Lozan’dan sonra unutulduğu belirtiliyor. Hatta 1921 Anayasası’nda özerklik de var. Bu tezlerin dayanağı var mı?
Ben tarih metodolojisi açısından kandırıldık, aldatıldık vb. kavramlarla olayları izah etmem. Tarihi dinamiklere, o günün şartlarındaki problemlere, yöneticilerin problemleri nasıl algıladığına bakmak lazım. Günümüzde bu problemleri biz farklı algılıyoruz. Farklı çözümler düşünüyoruz. Nitekim Şeyh Sait isyanı ile birlikte Kürt sorunu “bastırma” yöntemiyle çözülmeye çalışılıyordu. Günümüzde ise demokrasi metodlarıyla çözelim deniliyor. Bu sorun tamamen demokrasi algısının değişmesiyle alakalı. Ve bizim de bu algımız değişiyor.
Bir de mübalede konusu var.
Mübadele çok ıstıraplı bir konu. Ağır yükler getirdi. Ama mübadele sonucunda Bir daha Türk-Yunan savaşı çıkmadı. Bu açıdan da bakmak gerekir olaya.
Sık sık vurguluyorsunuz. Tarihi olaylara tarihi perspektifle, o günün şartlarıyla bakalım diye. Eğer Lozan’a bir kurucu metin diyorsak bugün o metni tartışmamız, eksiklerini ele almamız yanlış bir yaklaşım mı olur?
Hayır kesinlikle. Bakın kurucu metinler çoğu ülke için yarı kutsaldır. O metinler öyle ele alınır. Ben Lozan’ın tartışılmasını iki sebebe bağlıyorum. Bir kesim, Kemalistler gibi, Lozan’a yarı kutsal metin olarak bakar. Çoğunlukla muhafazakâr kesimler ise şeytani bir metin olarak görür. Bence bu iki bakış da tarih dışıdır. Önyargılarla bakılıyor. Bu açıdan tartışma sağlıklı yürümüyor.
Siz Lozan’ı başarılı buluyor musunuz?
Ben Lozan’ın zafer olmadığını ama hezimet de olmadığını düşünenlerdenim. Lozan’a sadece başarılı bir barış anlaşması çerçevesinden bakılması gerektiğini savunuyorum.
BİLİNMEYEN LOZAN
Taha Akyol
Doğan Kitap
2014, 336 sayfa, 24 TL.

http://kitap.radikal.com.tr/Makale/lozan-ne-zafer-ne-hezimettir-392298

Yorumlar kapatıldı.