İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Holokost’u inkâr edemezsiniz ama Ermeni Soykırımı’nı inkâr serbest

Taner Akçam
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Doğu Perinçek hakkında verdiği karar ve düşündürdükleri. “Osmanlı İmparatorluğunun soykırım politikaları ile Ermenilere çektirdiği acılar, Nazilerin soykırım politikası ile Yahudilere çektirdiği acılardan daha az değerli değildir.”(*) ( Taner Akçam, bizim inkar karşıtı özgürlükçülere karşı mı yoksa? HYETERT)

Bilindiği gibi, AİHM, İsviçre’nin Doğu Perinçek’e verdiği cezayı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine düşünce özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle bozdu. Her ne kadar mesele Türkiye’de, “soykırım inkârı bir suç sayılmalı mı” genel çerçevesi içinde tartışılıyor olsa da sorun bununla sınırlı değil. Karar, özellikle gerekçeleri itibarıyla, fikir özgürlüğü meselesinin çok ötesinde boyutlara sahip ve ama maalesef ciddi hatalar içeriyor.
“Soykırımı inkâr suç sayılmalı mıdır” konusunda ortada iki uç görüşün var olduğu biliniyor. Birinci görüşe göre, “soykırım inkârı” yeni bir suç kategorisi olarak ortaya çıkmıştır ve cezalandırılması gerekir. “İnkârı yasaklayan” bir kanun ile düşünce özgürlüğünün sınırlandırılmış olabileceği kabul ediliyor ama demokrasilerde düşünce özgürlüğünün “kamu yararına” sınırlandırılmasının normal olduğu söyleniyor. Nitekim, AİH Sözleşmesinin düşünce özgürlüğünü garanti altına alan, 10. maddesinin 2. şıkkı bu özgürlüğe belli sınırlamalar getirmektedir.
Buna karşı çıkan düşünce ise, “inkârı” tarih konusunda farklı düşünme olarak telakki ediyor ve tarih üzerine konuşmaya sınırlama getirmenin yanlış ve tehlikeli olduğu fikrini ileri sürüyor. Buna göre, soykırımı inkâr etmek hiçbir biçimde yasal sınırlamaya tabi olmamalı, ve serbest olmalıdır. Tarihe yasak koymak anlamına gelecek bu tutumun doğuracağı sonuçlar gerçekten ürkütücüdür, deniyor.
Şüphesiz bu iki uç görüşün arasında daha nüanslı, farklı düşünceler de var. Örneğin, inkârı yasaklamanın, sıradan bir fikir açıklama durumunda değil, ancak ve ancak inkârın kamu düzeni için bir tehdit oluşturduğu durumlarda ve/veya ancak bir nefret suçu olarak ırkçı söylem biçiminde gündeme gelmesi durumunda yasaklanması gerektiği fikrini savunanlar vardır. Yani, “inkâr yasaları” ile, düşünce özgürlüğünün sınırlarının daraltılmaması için, “kamu yararı”; “kamu düzenini koruma” ya da “nefret suçu” gibi ek kategoriler getirilmektedir.
Özetle, tartışma bir anlamda, soykırım inkârının hangi koşullarda, AİH Sözleşmesi’nin 10. maddesinin ikinci şıkkında belirlenen kısıtlamalar kapsamına sokulup sokulmayacağıdır. Bir grup dereceleri farklı olmakla birlikte sokulması gerektiğini savunurken, diğer bir grup asla sokulmamalıdır demektedir.
AB VE KANUNDA BİRLİK ARAYIŞI
Avrupa’nın birçok ülkesinde, özellikle Holokost’u inkâr etmeyi yasaklayan kanunların var olduğu biliniyor. Bu kanunları iki ayrı kategoriye ayırmak mümkün. Bir tarafta, Fransa ve Almanya örneklerinde olduğu gibi, doğrudan Holokost’u inkâr etmeyi yasaklayan yasalar vardır. Öbür tarafta İsviçre gibi, doğrudan Holokost’u inkârı yasaklamayan, fakat bunu “ırkçı, nefret suçları” kapsamında değerlendiren ülkeler vardır.
Avrupa Birliği, konuya ilişkin cezalar arasında uzun zamandan beri belli bir uyum arayışı içindedir. Bu doğrultuda, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile ilgili cezalardaki farklılıkların giderilmesi için 1996 yılında bir karar alınmış idi. Bunu takiben, 28 Nisan 2008 tarihinde çıkartılan çerçeve karar ile çok önemli bir adım daha atıldı. Kararın amacı, AB üyesi ülkelerin kanunları arasında bir yakınlaşma sağlamak ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile daha etkin mücadele edebilmektir.
Karar üye ülkelerden, aşağıdaki suçları ırkçılık ve yabancı düşmanlığı çerçevesinde değerlendirmelerini ve bu suçları işleyenlerin cezalandırılmasını istemektedir; A) “Çeşitli kitap, resim veya diğer malzemeleri dağıtarak kamuoyunu şiddet veya nefrete teşvik etmek”; B) “8 Ağustos 1945 tarihli Londra antlaşmasına ek Uluslararası Askeri Mahkeme Sözleşmesinin 6’ıncı maddesinde tanımlanmış suçlar ile; Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6, 7 ve 8’inci maddelerinde tanımlanan, soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçuna, bir grup veya üyelerine karşı şiddeti veya nefreti teşvik amacıyla, alenen göz yummak, inkâr etmek veya büyük ölçüde değersizleştirmek.”
Avrupa’daki genel eğilimin, “inkârın” yasaklanması doğrultusunda olduğunu söyleyebiliriz. Ama dikkat edilirse, inkâr suçu, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bir unsuru olarak ele alınmakta ve ancak açık şiddete davet veya nefret söylemi biçiminde olursa yasaklanması istenmektedir. İkincisi AB, şu veya bu soykırımla sınırlı olmayan, daha geniş bir inkârı yasaklama peşindedir; bir tek Holokost değil, genel olarak soykırım, insanlık suçu ve savaş suçlarının inkârının, (elbette kamu düzenini bozmak, nefret suçu işlemek gibi) diğer koşulların yerine getirilmesi ile birlikte yasaklanmasını istemektedir.
İsviçre’de Doğu Perinçek’in ceza aldığı 261. Madde, AB’nin yerleştirmeye çalıştığı standart ile uyum hâlindedir. Ceza maddesi, soykırım ve insanlık suçlarının, bir başka gruba karşı nefret ve düşmanlık yaymak amacıyla inkâr edilmesinin suç olduğunu söylemektedir. Doğu Perinçek ve grubunun Talat Paşa Komitesi başta olmak üzere, tüm ekibi ile yaptığı da zaten bundan başka bir şey değildi.
ÇİFTE STANDART DOĞRU MU?
Aslına bakılırsa, Doğu Perinçek’in eylem ve sözlerini, Avrupa’daki Neo-Nazi grupların söz ve eylemleri gibi düşünce özgürlüğü içinde değerlendirmek mümkündür. Bu çerçeveden bakıldığında, mahkemenin “Ermeni soykırımını inkârı cezalandırmak düşünce özgürlüğüne darbe vurur” kararını doğru bulabiliriz. Karar bu yönüyle İngiliz-Amerikan hukuk anlayışına yakın bir yerde duruyor gibidir. Bilindiği gibi, Amerika’da Holokost da dâhil, tüm soykırımları inkâr etme özgürlüğü vardır. Yeter ki “nefret suçu” biçiminde gündeme getirilmesin; ama bunun da sınırlarını tespit edebilmek oldukça sorunludur.
Fakat AİHM böylesi bir genel ilkeden hareket etmiyor. Aksine, soykırımlar arasında bir ayırım yapıyor ve açık bir çifte standart uyguluyor. Ermeni soykırımını inkâr etmek yasaklanmamalıdır, yasaklanırsa AİH Sözleşmesi’nin 10. maddesi ihlal edilir, derken, Holokost’u inkâr etmek cezaya tabidir ve bu, 10. maddeye ters düşmez, demektedir. Zaten AİHM’in bu doğrultuda daha önce aldığı bazı kararlar da vardı. Örneğin Garaudy vs. Fransa (2003) davasında mahkeme Garaudy’nin Holokost’u inkârdan Fransa’da aldığı cezayı uygun bulunmuştur. Gerekçe şudur: Holokost inkârı, AİH Sözleşmesi’nin giriş bölümünde dile getirilen adalet ve barış fikrini ihlal etmek; ırkçılık ve kurbanlara yalan söyledikleri suçlaması yaparak onları aşağılamak anlamına gelir ve bu nedenle yasaklanması gerekir.
Yani,
“Çifte standart” uygulamasının böylesi bir düşünsel arka planı olduğu ve yanlışlığı savunulsa bile, farklı soykırım inkârları arasında hukuken ayırım yapmak mümkündür. Çünkü, genel olarak herhangi bir soykırımı inkâr etmek ahlaken ayıp ve yanlış olsa bile, bunun cezayı gerektirecek bir suç sayılması gerekmeyebilir. Hukuk, “ahlaki suç” (kabahat) ile “cezayı gerektiren suç” arasında ayırım yapar. Ahlaken yanlış bir davranışın, burada soykırım inkârının, suç sayılarak cezai bir müeyyidenin konusu hâline gelebilmesi başka koşulların oluşmasına bağlıdır. Örneğin, inkârın kamu düzenini bozucu bir niteliği olması veya nefret suçu kapsamında gündeme gelmesi gibi şartlar aranır. Diyelim ki, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde, Uzak Doğu’daki bir soykırımı inkâr edip etmemenin, kamu düzenini bozma açısından hiçbir anlamı olmayabilir. Bu nedenle, bu tür bir inkâr, ahlaken yanlış olsa bile ceza hukukunun konusu olmayabilir.
Nitekim AİHM Doğu Perinçek ile ilgili kararında bu anlama gelebilecek bol sayıda argüman kullanmıştır. Ermeni soykırımını kabul eden ülkelerin, bu soykırımı inkârı yasaklayan özel bir yasa çıkartmamış olmaları; Fransa ve İspanya Anayasa Mahkemelerinin, soykırım olarak kabul edilen bir gerçekliğin inkâr edilmesinin ille de cezai kovuşturma konusu olması gerekmediği yolundaki kararları; ya da İsviçre hükümetinin, Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmeyi cezalandırmanın sosyal nedenleri konusunda ikna edici bir argüman ileri süremediği mahkemenin ileri sürdüğü tezlerden bazılarıdır.
Mahkeme’nin, Doğu Perinçek’in, AİH Sözleşmesi’nin 17. maddesini ihlal etmediği yolunda aldığı karar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bilindiği gibi, 17. Madde, düşünce özgürlüğü başta olmak üzere tanınmış hakların, bu hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılmasını yasaklar. Mahkeme, Doğu Perinçek’in, AİH Sözleşmesi’nin ana ruhunu ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem içinde olmadığı kararını vererek, kamu düzeni açısından bir tehdit durumunun oluşmadığı kanaatindedir.
Özetle, bir eylemin soykırım olarak sayılması ile onun ceza hukukunun konusu olması arasında bir fark vardır. Yani Avrupa’da çeşitli devletler Ermeni Soykırımı’nı tanıyor olsalar bile, onun inkârı, ille de ceza hukukunun konusu olmayabilir. Dolayısıyla, Avrupa’da Holokost’u inkâr etmek suç sayılacaksa, tüm diğer soykırımların inkâr edilmesi de suç sayılmalıdır, tezi ahlaken kulağa hoş gelse de, ceza hukuku açısında önemli bir argüman olmayabilir.
KARAR DEĞİL, GEREKÇELENDİRMELER BARİZ HATALAR İÇERİYOR
Eğer konuya yukarıdaki genel çerçeveden yaklaşırsak, mahkemenin aldığı kararın anlaşılabilir bir karar olduğu dahi ileri sürülebilir. Fakat asıl sorun, mahkemenin aldığı kararı nasıl gerekçelendirdiğidir. Gerekçelerde hem son derece önemli, bariz bilgi hataları yapılmış, hem de açıktan Türk hükümetinin inkârcı tezlerine sahip çıkılmıştır. AİHM gibi ciddi bir kuruluş açısından kabul edilemeyecek hatalardır bunlar.
Hataların başında mahkemenin, Doğu Perinçek’in “katliamları kabul ettiği ama hukuken soykırım demeyi kabul etmediğini” iddia etmesidir. İnanılması zor ama durum bu. Mahkemenin çizdiği tabloya göre, ortada “1915’te Ermenilere yönelik cinayetler işlenmiştir, ama ben buna soykırım demiyorum” diyen “masum” bir bilim adamı vardır.
Aslında tüm tartışmanın özü bu cümlede gizlidir, diyebiliriz. Mahkemeye göre, yargılamanın konusu 1915’e hukuken soykırım denip denmeyeceğidir. Oysa, ne verilen ceza ne de tartışma konusu, bir eylemin hukuken “soykırım” olarak tanımlanıp tanımlanmayacağıdır. Esas tartışma konusu, İsviçre kanunlarına göre, 1915’te yaşananların (soykırım veya insanlığa karşı işlenmiş) bir suç teşkil edip etmediği ve bu suçun, Ermenilere yönelik ırkçı, nefret söylemi olarak gündeme getirilip getirilmediğidir.
Mahkemenin çizdiği Doğu Perinçek resmi yanlıştır. Perinçek, 1915’te olanların bir suç teşkil etmediğini savunmaktadır. Perinçek, 1915 sürgün ve katliamlarını kınamamaktadır. Tam aksine, ortada bir “vatan savunması” olduğunu ileri sürerek katliamları haklı göstermekte ve doğru bulmaktadır.
Bu nedenle Perinçek, 1915 sürgün ve katliamlarını planlayan ve düzenleyenleri övmüş bunların anısını yaşatmak için yoğun bir siyasi faaliyet içine girmiştir. Talat Paşa Komitesi bu amaçla kurulmuş; Avrupa’nın hemen her büyük şehrinde Talat Paşa’nın yaptıklarını onaylama ve anma yürüyüşleri bu nedenle yapılmış; Veli Küçük’le birlikte Yozgat-Boğazlayan kaymakamı katil Kemal için anma toplantıları bu amaçla düzenlenmiştir. Yani Doğu Perinçek’in tüm söz ve eylemleri 1915 cinayetlerini savunmaya yöneliktir.
Perinçek ve ekibi, yürüttükleri siyasi kampanya boyunca, Ermenilere karşı açıktan nefret suçu işlemişlerdir. Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere, bir dizi cinayete yol açan gelişmelerde bu çevrenin siyasi faaliyetleri önemli bir rolü oynamıştır. Görülmesi gereken gerçek şudur ki, Perinçek ve ekibi ile, Almanya’daki Neo-Nazi çevreler arasında hiç bir fark yoktur. Onların Hitler’i destekleyen yürüyüşleri ile Perinçek ekibinin Talat Paşa yürüyüşleri bir ve aynı şeydir.
Yani ortada, mahkemenin iddia ettiği gibi, “katliamları kabul eden ama sadece bunun hukuken soykırım sayılamayacağını” söyleyen, fikirlerini açıklamakla kifayet eden bir kişi yoktur. Açıktan Ermeni düşmanlığı ve nefreti temelinde, geçmiş katliamları inkâr ederek, bugün ve gelecekteki katliamların ideolojik altyapısını oluşturan saldırgan ırkçı-milliyetçi bir kişi sözkonusudur. Dolayısıyla, sorun, bunları yapan bir kişinin İsviçre Ceza hukukuna göre cezalandırılmasının doğru olup olmadığı ve ilgili maddenin AİH Sözleşmesi’nin 10. maddesi ile çelişip çelişmediğidir.
Eğer İsviçre hükümeti karara itiraz ederse, Doğu Perinçek’in Talat Paşa’yı ve eylemlerini öven söylem ve eylemleri son derece önemli rol oynayacaktır.
AİHM kararı başka ciddi hataları da içeriyor. Bunların başında, Holokost ile Ermeni Soykırımı arasında yaptığı kategorik ayrım geliyor. Holokost ile Ermeni Soykırımı arasında ayrım yapmak niçin doğru değildir ve mahkemenin hatası nedir, bunu da yarın tartışalım.
(1) Hâkim Nebojša Vučinić ve Paulo Pinto de Albuquerque’nin Doğu Perinçek kararına itiraz metninden.
tanerakcam@gmail.com
http://www.taraf.com.tr/taner-akcam/makale-holokost-u-inkar-edemezsiniz-ama-ermeni-soykirimi.htm

Yorumlar kapatıldı.