İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fetih Zihniyetinden Kurtulmak

Önceki gün Aya İrini Müzesi‘nde olağanüstü bir etkinlik gerçekleşti. Bizans kilisesinin kurucusu ve Ekümenik Patrikhane’nin korucusu olarak anılan Aziz Andreas‘ı anma bayramı vesilesiyle 30 Kasım’da Aya İrini Müzesi’nde görkemli bir konser yer aldı. 2010 senesinde kurulan, Patrikhane’ye bağlı olan Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Başpiskoposluğu’nun Bizans ilahi musiki koro takımı İstanbul’da ilk defa sahneye çıktı. Konser iki farklı açıdan çok ilginçti. Birincisi, şimdiye kadar çok daha ‘alafranga‘ bir ilahi müzik geleneğine sahip çıkan ABD Rum cemaatinde artık tam Bizans geleneğine sadık olan bir koronun çıkması. İkincisiyse, mekân tabii.

 

Aya İrini’de sık sık konser ve diğer sanat etkinlikleri yer almasına rağmen, eserin orijinal işlevine daha yakın olan Hıristiyan ilahi sanatlar etkinlikleri sıfıra yakındı. Birkaç sene önce dinler arası diyalog çerçevesinde yapılan ortak bir İslam ve Hıristiyan ilahi musiki konseri dışında başka bir etkinlik aklıma gelmez. Ayrıca Aya İrini‘nin Ayasofya‘nın mevcut binasından daha eski olduğu ve Bizans tarihinde Ayasofya’nın yanı sıra kilit önem taşıdığı pek bilinmez. Bu konserin İstanbul Rum cemaati için tarihî nitelik taşıdığını söylersek, abartı olmaz.
Gelgelelim, bu görkemli konser Bizans musikisini ve Bizans döneminin en önemli eserlerinden birini yine buluşturup İstanbul’un kültürel mirasını takdir ederken, diğer haberler hem Türkiye’de hem yurtdışında tam zıt etki yarattı. Sözkonusu etki sadece, son haftalarda AKP’nin parti içi tartışmaları sırasında alevlenen Aya İrini’nin yanındaki Ayasofya’nın camiye çevrilme tartışmasından ibaret değil. Haberlere göre, önümüzdeki aylarda Yedikule’de bulunan Bizans döneminin en önemli manastırı olan Studios Manastırı harabeleri ‘restore edilip‘ camiye çevrilecekti. Studios Manastırı Osmanlı dönemine camiye çevrilip ‘İmrahor Camii‘ adını almıştı, fakat müteakip deprem ve yangın sonucunda, cami 20. yüzyılda terk edilmiş ve harabeye dönmüştü. Bu habere, birkaç ay önce kararlaştırılan Trabzon Ayasofya Müzesi‘nin camiye çevrilmesini de ekleyebiliriz. O da zincirin ilk halkası değil. 2011 yılında İznik‘te bulunan ve Hıristiyanlığın en tarihî ve kutsal kiliselerinden biri olarak tanınan Ayasofya da müzeden camiye çevrildi. Bundan önce altıncı yüzyılında yapılan ve Kırklareli ilinde bulunan Vize Ayasofya‘sı 2008 yılında ‘restore edilip‘ camiye çevrildi. Türkiye’de Bizans döneminin en önemli eserleri arasında sayılan bu eserler, arkeoloji ve tarihî eser restorasyon kuralları ile hiç örtüşmeyen ‘dönüşüm‘ esnasında ciddi hasar görmüş.
Bütün bu tarihî Bizans eserlerinin camiye çevirme kararlarının ülkede cami azlığından kaynaklandığını söylemek çok zor. Bunun, Türkiye’nin sembolik düzeyde kalan Hıristiyan azınlıklarını ötekileştirip ‘fetih kültürünü‘ bugünlerde yine canlandırmaktan başka anlamı yok. Aya İrini’nin Osmanlı döneminde camiye değil, cephaneye çevrilmesi, eseri son senelerdeki alevlenen dinî tartışmalarından muaf tuttu. Yani, en az şimdiye kadar, müze olarak kalmasına kimsenin itirazı yok. Hâlbuki fetih zihniyetinden kurtulup, Türkiye’nin topraklarında bulunan küresel kültürel miras ile barışmasına kadar uzanan yol, hâlâ uzun ve dar görünüyor. Bu gelişmeler, yazının başında anlatılan Aya İrini konserinden çıkan olumlu hava ile nasıl bağdaştırılabilir? Bu çelişkililerin, en az bir süre kadar Türkiye siyasi ve toplumsal gündeminin kaçınılmaz bir parçası olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
(9 Aralık 2013 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlandı)

Yorumlar kapatıldı.