İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mardin 1915/Bir yıkımın patolojik anatomisi

Ragıp Zarakolu
Geçen yıl Hrant Dink Vakfının düzenlediği ‘Mardin Konferansı’ için Mardin’e gitmiştik. Hem konferansı izledik, hem de çevredeki kadim Süryani kilise ve manastır harabelerini fotoğrafladık eşim Katherine Holle ile birlikte. Bir ‘hoşgörü’ örneği olarak sunulan Mardin Artuklu Üniversitesi, bu konferansa ev sahipliği yapmaya cesaret edememişti. Mardin’in, Antakya gibi, farklı inançların bir arada yaşadığı bir ‘ideal hoşgörü merkezi’  olduğu saptaması, resmi makamlarca, biraz da inanç turizmini desteklemek amacıyla nicedir pompalanmaktadır. Ama her nedense, çizilen bu ideal tabloda Ermeniliğe yer yoktu. Her iki örnekte de. Bu nedenle her iki kente ilişkin ilk araştırmalar da olabildiğince “Ermenisizleştirilmeye”  çalışılıyordu. Anlaşılan ‘hoşgörü’ de, ‘tolerans’ da Ermeniliği kapsamıyordu.

***
Geçen yıl Hrant Dink Vakfının düzenlediği ‘Mardin Konferansı’ için Mardin’e gitmiştik. Hem konferansı izledik, hem de çevredeki kadim Süryani kilise ve manastır harabelerini fotoğrafladık eşim Katherine Holle ile birlikte.
Bir ‘hoşgörü’ örneği olarak sunulan Mardin Artuklu Üniversitesi, bu konferansa ev sahipliği yapmaya cesaret edememişti.
Mardin’in, Antakya gibi, farklı inançların bir arada yaşadığı bir ‘ideal hoşgörü merkezi’  olduğu saptaması, resmi makamlarca, biraz da inanç turizmini desteklemek amacıyla nicedir pompalanmaktadır. Ama her nedense, çizilen bu ideal tabloda Ermeniliğe yer yoktu.
Her iki örnekte de. Bu nedenle her iki kente ilişkin ilk araştırmalar da olabildiğince “Ermenisizleştirilmeye”  çalışılıyordu. Anlaşılan ‘hoşgörü’ de, ‘tolerans’ da Ermeniliği kapsamıyordu. Aslında İslami söylemde, bu kavram daha çok ‘tahammül’ sözcüğü ile ifade edilir. Sonuç olarak, “Ermeniliğin” tahammül  ötesi bir şey olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle belki de, Mardin Artuklu Üniversitesi, böylesi bir konferansa ev sahipliği yapmayı, ‘tahammül’ ötesi bulmuştu. Mardin, bazı sırlarla dolu bir kenttir ve Türkiye elitinde Mardin’in önemli bir konumu vardır. Ve Osmanlının, ‘devşirme’ sisteminin, özellikle adli kurumlarda, sağ  kalan yetimler üzerinden iz bıraktığı belirtilir. Bu kentte insanlığa karşı bir suç işlendi, ve kimi Mardinliler bundan nemalandı. Sürgün kafilelerinin Mezopotamya topraklarında bir buz kitlesi gibi erimesini pek de tepki duymadan izlediklerini, Prof. Gaunt, çok etkileyici bir biçimde aktarmıştı konferans sırasında. Ve bu kafilelerde kıyılanlar Hıristiyanlığın her türünü kapsamaktaydı.
Ezidi aşiretleri, Ermeni çocuklarını biraz da para ödeyerek sahiplendiklerinde, aralarında yaşı biraz büyük olan, kafasına tam kurşun sıkılacakken, bir Alman subayının ortada olmasından tereddüt eden ‘sniper’ın duraklamasından yararlanan annesinin onu çekip alması ve kafileye katması sayesinde sağ kalan bir Ermeni genci de vardı. Sonra pişman olan İttihatçılar
Ezidilerden çocukları geri vermesini isteyecek, onlar reddedince de Sincar Dağlarını bombalayacaklardı.
Bu genç Mezopotamya’da nice maceradan sonra Mardin’e döner ve orada yine sağ kalmış bir yetimle evlenir. Bu genç kız, bebekliğinde, annesinin öldürülüp atıldığı çukurda yeni doğmuş vaziyette ağlarken, Amerikalı bir rahibe tarafından kurtarılmıştır. İşte bu genç, son Mohikan gibi Mardin’de yaşama tutunmaya çalışır. Ailenin muhteşem konağı artık Mardin’in yeni güçlü eşrafının elindedir. Bu son Mohikan, ‘50’li yıllarda artık nefes alamaz hale gelir ve İstanbul yollarına düşerken, verimli ovada son kalan topraklarını, kentin mütegallibesine bırakmasındansa, hiç pahasına Kürtlere bırakmayı tercih eder.
Oğlu; babasının, sanki gökyüzünde yüzmekte olan bir adaya benzeyen kentten ayrılırken ki son bakışını ve ağlayışını asla unutamaz. Ve kendini Mardin’in tarihine adar. Mardin Konferansının kentin dışındaki bir lüks otelde yapılmak zorunda kalınması, bu kentin üniversitesinin bir ayıbı olarak tarihe geçer.
Mardin’de içimi kaldıran olaylardan biri de, Midyat’ta turistik amaçla yenilenen ve bir Orta Çağ şatosunu andıran, otel ve restorana dönüştürülen bir yapı da yediğimiz akşam yemeği olmuştu. Tonozlu penceresiz yemek yenen mahallin yanlarında olan dehlizlerden, çevreleyen odalara geçildiğinde bazı mezarlarla karşılaşacaktım. Ve bunların Süryani azizlerine ait olduğunu öğrenecektim. Bu artık sözcüklerin yeterli olamadığı bir andı. Mideme kramp girecekti. Bu şatoyu 1915’te bölgeden ayrılan Süryani sahiplerinin, kendilerini Kürt aşiretlerinin saldırılarına karşı koruyan, iki kişiye ve ailelerine, bir teşekkür babında bırakıldığını söyleyeceklerdi bana.
Kültürlü bir ailenin, o mezarların olduğu binayı, hiç olmazsa bir müze olarak korumaya almasını, orada restoran açmamasını beklerdim. Konferansı düzenleyenlerin de, nerede yemek yeneceğini biraz olsun araştırmalarını…
Bütün bunları bana değerli Mardinli araştırmacı dostum Tomas Çerme ve onun gibi bir arşiv kurdu olan dostum Sait Çetinoğlu anımsattı. Hep birlikte, yıllardır Fransız Tarihçi Dr. Yves Ternon’un, “Mardin 1915 / Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi” (*) adlı önemli çalışmasının tercümesi ve ek belgelerle zenginleştirilmesi ile uğraşıyorduk. Şükürler olsun o da çıktı.
(*) Dr. Yves Ternon, Mardin 1915 / Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi, 660 sayfa, Belge Yayınları, İstanbul Kasım 2013

            

Yorumlar kapatıldı.