İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Maraş’tan Uruguay’a Kaçabilen Ermeniler

Ferda Çetin
Ermenilerin yaşadığı katliam ve karşılaştıkları vahşet o kadar büyük ve acımasız olmuş ki en uzak, en erişilmez yer neresiyse oraya gitmişler. Uruguay’ı, Arjantin’i, ABD’yi tercih etmeleri ondan. Yani zulümden, barbarlıktan ve insafsızlıktan alabildiğine uzaklaşmak. Ermeni soykırımından sonra onlarca hükümet değişmesine rağmen, Türk devleti Ermeni soykırımını kabul etmiyor, AKP de dahil. Aksine Ermenilerin Türkleri katlettiğini, ölen Ermenilerin de tehcir(göç) yollarında öldüğünü anlatıp duruyor. Katledilen Ermenilerin sayısının 1-1.5 milyon değil, 350 bin olduğu ispatlanmaya çalışılıyor. Sanki 350 bin mazur görülebilir, makul bir rakammış gibi. Resmi tarihçiler bu yalanı inanılır kılmak için yüzlerce kitap yazdı.

***
Uruguay dünyanın öbür ucunda. Bugünkü şartlarda uçakla bir tam günde ancak varılabiliyor. Yüzyıl önce gemilerle beş-altı aydan önce varılması imkansız bir uzaklık.Bir kaç yıl önce, başka bir TV program için Latin Amerika’ya giden gazeteci M.Ali Doğan Uruguay’a gitmişti. Orada çok sayıda Ermeni’nin yaşadığını duyduğunda, arayıp yüzyıllık sürgünleri bulmuş ve röportajlar yapmıştı. Çoğunluğu Maraş Ermenisi 70-80 yaşındaki kuşak, babalarının, annelerinin yaşadıklarını bütün ayrıntıları ile biliyor. Hepsi Ermeni soykırımını, ailelerinin başından geçenleri ve kendi trajedilerini anlatıyor.
Göçmüşler, oralarda bir hayat kurmuşlar. Fakat hiçbir şeyi unutmamışlar. Hafızaları diri tutmak için ne gerekiyorsa onu yapmışlar. Çok aktif bir dernekleri var. Haftanın belli günlerinde orada bir araya geliyor üç kuşak. Derneklerinin ismi “Maraşlılar Derneği”. Yaşlı bir Ermeni M. Ali’ye nereli olduğunu soruyor. “Maraşlıyım” cevabını alınca, sevinçle bağırıyor; “Maraşlı olsun çamırdan olsun!”.İnsanlar, günün birinde anayurtlarından göç etmek zorunda kaldıklarında normal ve olağan olan en yakındaki “komşu” topraklara sığınmaları. Ama Ermenilerin yaşadığı katliam ve karşılaştıkları vahşet o kadar büyük ve acımasız olmuş ki en uzak, en erişilmez yer neresiyse oraya gitmişler. Uruguay’ı, Arjantin’i, ABD’yi tercih etmeleri ondan. Yani zulümden, barbarlıktan ve insafsızlıktan alabildiğine uzaklaşmak.Ermeni soykırımından sonra onlarca hükümet değişmesine rağmen, Türk devleti Ermeni soykırımını kabul etmiyor, AKP de dahil. Aksine Ermenilerin Türkleri katlettiğini, ölen Ermenilerin de tehcir(göç) yollarında öldüğünü anlatıp duruyor. Katledilen Ermenilerin sayısının 1-1.5 milyon değil, 350 bin olduğu ispatlanmaya çalışılıyor. Sanki 350 bin mazur görülebilir, makul bir rakammış gibi. Resmi tarihçiler bu yalanı inanılır kılmak için yüzlerce kitap yazdı. Ama son yıllarda, Ermeni yazarların peş peşe yayınlanan anıları, tüm tartışmaları anlamsızlaştırarak hakikati gözler önüne seriyor.
1889’da Mezre(Elazığ)’de doğan Vahan Totovents “Yitik Evin Varisleri”nde bu trajediyi anlatır: “Yılbaşı gecesi biz çocuklar Noel Baba’nın yeni yıl hediyelerini beklerken ölüm kapımızı çaldı, babamın elini tuttu. Dostça tokalaştılar. Evden kol kola çıktılar, bembeyaz karların üzerinde yürüyüp gözden kayboldular. Gittiler, bir daha da geri dönmediler…”Vahan Totovents bir de çok sevdiği teyzesinin kızı Rebeka’yı yitirişini anlatır: “Teyzemin kızı Rebeka, iri yapılı, sağlıklı, çalışkan, akıllı, şair ruhlu bir kızdı. Sırf kocaman mavi gözleri bile, yıkılan gök yüzünü tastamam onarmaya yeterdi. O gök, henüz şafağını süren Rebeka’nın boy atmış beyaz zambaklarının üzerine yıkılıverdi. Rebeka’yı Arap çöllerine götürdüler…Onun güneşten alnına ve yanaklarına benler kazıdılar. Bütün bunları duyunca yüreğim dağlandı. Rebeka! senin korkunç alın yazın önünde eğiliyorum. Kardeşinin gözyaşlarını kabul et…”
Erzincan’ın Armıdan Köyü’nden Hagop Mintzuri ise 1897-1940 yılları arasındaki hakikati “İstanbul Anıları”nda anlatmış: “1915 yılı nisan ayında İstanbul’daki Ermenilerin tehciri başladı. Ben zaten askerdim. Mayıs ayında memleketten mektup gelmedi. İki kez cevaplı telgraf çekildi, cevaplanmadı. Üçüncüsünde “burada değiller,bilinmeyen bir yere yollandılar” diye cevaplandı.Dedem Melkon 88 yaşındaydı. Annem Nanik 55, çocuklarım Nurhan 6, Maranik 4, Arahit 2, Haço 9 aylıktı. Karım Voğıda 29 yaşında. Bunlar nasıl yürüdüler? Dedem, Suazeg çeşmesine kadar gidemezdi. Gamıhlı Kürt Temer gelmişti. Lusnikler’in, bizim kuzenin halasının çiftçisiydi. Ben bildim bileli onların evinin çiftçiliğini yapıyordu. Bizim kadar Ermenice bilir ve konuşurdu. Getirdiği habere göre, Ermenileri 4 Haziran’da köyden çıkarmışlar. Demişti ki, evlerinin kapılarını, kilise kapısı gibi öpmüş ve ayrılmışlar. Evinizde sizden biri ölse, siz de birlikte ölmez misiniz? Artık çalışabilir misiniz? İşlerinizi, içeri dışarı sürdürebilir misiniz? Ben askerdim, emir altındaydım. Bırakırlar mıydı ki oturayım?”Hagop Mintzuri’nin anılarından, ailesinden geriye tek bir ferdin kalmadığını anlıyoruz.
Uruguay’daki Maraş Ermenisi bu topraklara ve insanlara özlemini, “Maraşlı olsun çamırdan olsun”sözleriyle anlatıyor. Harputlu Vahan Totovents, “Yitik Evin Varisleri”nde doğduğu topraklara sevgisini ve hasretini dile getirir: “O eski ülkede güneş meyvelerle haykırır, toprak bitip tükenmeyen bitki örtüsüyle nefes alırdı; ırmaklar çağıldar, şafaklar alabildiğine söker ve günbatımları alevden kollarıyla inerdi; ağzına kadar taze sütle dolu gümüş bir tas yükselip maviliklerde yüzer, geceler yıldızların sesiyle çınlar, ağaçlar gökyüzüne doğru süzülür ve bütün çiçekler titreşip fısıldardı.”(Vahan Totoventes ABD’de üniversite eğitimi gördü. Sonra Sovyet Ermenistan’ına döndü. Stalin rejimi tarafından 1936-1937’de tutuklanarak cezaevine atıldı. Daha sonra kendisinden haber alınamadı.)
Soykırım ve zulüm sadece Ermenilere yapılmadı. Asıl büyük “yara”yı “geride kalanlar” aldı. Bu topraklarda kalan insanları, hepimizi sonsuza kadar sürecek bir yalnızlık cezasına çarptırdılar. Bizi güzel komşularımızdan ettiler. Bizi komşusuz bıraktılar. Güvensizliğimiz, iç huzursuzluğumuz, iflah olmaz yalnızlığımız ondan.

Yorumlar kapatıldı.