İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Şimdilik aslolan mutsuzluktur’

Dr. Alper Hasanoğlu / alper@alperhasanoglu.com
Dışlanıyoruz. Yaşayabilmek için Müslüman olmak zorunda kalan Ermeniler gibiyiz. Başımıza her an bir şey gelebilir. Bu yüzden sesimizi çıkarmaktan korkuyoruz… İşin içine, dine ve aileye inanmamak da girince muhafazakâr demokratların ağzı sulanmış olabilir. Dini inancın ve kutsal ailenin önemi çıkıyor bu durumda ortaya. Oysa inanıp inanmamak çoğu zaman bilinçli bir seçim olarak da yaşanmaz. İnsan inanır ya da inanmaz. Ve bu konuda insanın kendini zorlayarak yapabileceği pek bir şey yok. Üstelik hayata bakışınız, kendinizi ait hissettiğiniz siyasal ideoloji sonucunda dini sorgulayıp inanmaktan vazgeçmiş de olabilirsiniz. Yani azınlıksınız. Ve ne yazık ki bir azınlık olarak var olmanıza izin verilmiyor bu ülkede. Bir tweet olarak okumuştum galiba, “Bu ülkede Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler öldüklerini kanıtlamaya çalışıyor”.

***
Dışlanıyoruz. Yaşayabilmek için Müslüman olmak zorunda kalan Ermeniler gibiyiz. Başımıza her an bir şey gelebilir. Bu yüzden sesimizi çıkarmaktan korkuyoruz…
Beni bir yandan çok zorlayan, öte yandan çok sevdiğim bir danışan grubum var. İçinde bulundukları an itibariyle hayatlarıyla ne yapacaklarını bilemeyen, ona bir mana arayanlar. Bu arayışa çıkmalarına, çoğunlukla kısa bir süre önce yaşadıkları önemli bir yaşantı neden oluyor. Örneğin 16 yıllık partneri tarafından terk edilen 40’lı yaşların başındaki bir kadın ya da çevresi tarafından bir deha olarak görülen ama kendisi yaptığı işin ahlaki boyutunu sorgulamaya başlamış 30’larında bir erkek.
Bu insanlar hasta değil klasik anlamda. Depresyonları yok ama antidepresan kullanıyorlar ya da varoluşsal anksiyetelerinin onları kımıldayamaz, düşünemez hale getirmesinden dolayı sakinleştiriciye başvurmak zorunda kalıyorlar.
Terapist için de zor. Biri karşınıza gelip “Hiçbir aidiyet duygum yok. Dini inancım yok, aile kurumuna inanmam, çocuğum yok, sevgilim yok, dünya görüşümü pratiğe dökebileceğim bir siyasi oluşum yok. İnsanlardan da çok çabuk sıkılıyorum; konuştukları, ilgilendikleri şeyler beni ilgilendirmiyor. Birkaç tane benim gibi eski dostum var, birlikte mutsuz oluyoruz. Üstelik de bu ülkede kadınım” deyince ne düşünürsünüz?
Biyolojik psikiyatri ekolü içinde olan meslektaşlarım hızla depresyon ya da distimi tanısı koyabilirler ya da depresif kişilik yapısı diyebilirler. Oysa bu, bireyin hayat içinde kendine seçtiği bir duruş esas olarak. Yalnızca çoğunluğa dahil değil o. Azınlık olmak da hasta olmak anlamına gelmiyor.
İşin içine, dine ve aileye inanmamak da girince muhafazakâr demokratların ağzı sulanmış olabilir. Dini inancın ve kutsal ailenin önemi çıkıyor bu durumda ortaya. Oysa inanıp inanmamak çoğu zaman bilinçli bir seçim olarak da yaşanmaz. İnsan inanır ya da inanmaz. Ve bu konuda insanın kendini zorlayarak yapabileceği pek bir şey yok. Üstelik hayata bakışınız, kendinizi ait hissettiğiniz siyasal ideoloji sonucunda dini sorgulayıp inanmaktan vazgeçmiş de olabilirsiniz. Yani azınlıksınız. Ve ne yazık ki bir azınlık olarak var olmanıza izin verilmiyor bu ülkede. Bir tweet olarak okumuştum galiba, “Bu ülkede Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler öldüklerini kanıtlamaya çalışıyor”.
Çok az insan bilir İsviçre’de İtalyanca, Almanca ve Fransızcadan başka 34 bin kadar insanın konuştuğu bir dil daha var. Retoroman dili olarak mı çevirmek lazım Türkçeye, onu bile bilmiyorum. Ama resmi dil ve paraların üstünde bu dört dil de yazılı. Fransızca konuşulan bölgede kimse Fransa’ya katılmak istemediği gibi, Almanca konuşulan bölgede yaşayanlarla aralarında kültür farkı olduğunu vurgulamaktan da çekinmez. Duyar gibi oluyorum itirazları. Ortadoğu gibi stratejik önemi olan bir bölgeyle Orta Avrupa’yı mukayese edemeyiz filan. Evet, mukayese edemeyiz. Bizim farkımız cahilliğimiz, barbarlığımız ve bir türlü kurtulamadığımız göçebeliğimiz çünkü.
Biraz önce bahsettigim danışanıma dönersek. Bir kadın olarak daha da çok hissettiği dışlanmışlıkla mücadele etmeye çalışırken bir de kız ve erkek çocukların ayrı okullarda okumaları gerektiği söylendiğinde duyabileceği çaresizlik hissini, Seligman’ın öğrenilmiş çaresizlik teorisine uygun olarak, depresyon tanısı mı koyacağız?
Bir terapist olarak bana geldiğinde ona ne diyebilirim? “Yıllardır aldığın antidepresanı kesme, çünkü ‘bağzı şeylere’ tahammül edebilmek için ben de çaresizce antidepresan kullanıyorum bu ülkede” dışında. Çünkü istenmiyoruz. Dışlanıyoruz. Hayatta kalabilmek için Müslüman olmak zorunda kalan Ermeniler gibiyiz. Başımıza her an bir şey gelebilir. Bu nedenle sesimizi çıkarmaktan korkuyoruz artık. Çünkü benim iki çocuğum var ve okul taksitlerini ödemem gerekiyor her ay. Üstelik iktidarı, gücü hisseden herkes aynı şiddete başvurmaya hazır bu ülkede. Kimsenin kimseyi kınamaya hakkı yok. Yolunu bulup zengin olana “Helal olsun!” denilen bir ülke burası. Fatih Terim’le ilgili yazdığım yazıdan sonra elit Galatasaraylılarımızdan biri “Baban dışarı boşalsaydı keşke!” diye yazdı bana.
Bir süredir gülemiyorum. Gülmek aptallıktır artık. Danışanıma verebilecek bir tavsiye de bulamıyorum. Varoluşsal kaygılarını anlamaktan ve ona sarılmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Turgut Uyar’ın dediği gibi: “Şimdilik ve daha birkaç zaman.”

Yorumlar kapatıldı.