İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varlığı istenmeyenlerin vergisi

1940’lı yıllarda artan faşizan eğilimlerin uğradığı ülkelerden biri olan, ulus-devletleşme süreci o zamanlarda da devam ettiren Türkiye’nin tarihindeki en büyük kara lekelerden birinin yıldönümünü yaşıyoruz. Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere o kara leke varlık vergisidir.

Varlık Vergisi kanunu TBMM’de hiç tartışılmadan kabul edildi. Kanun her il ve ilçe merkezinde vergilerin miktarını belirlemek için servet tespit komisyonları kurulmasını, komisyon kararlarının nihai ve kati olmasını, vergi ödemesinin 15 gün olmasını, bu süre içinde tahakkuk eden vergiyi ödemeyenlerin mallarının haczedilerek icra yoluyla satılmasını, buna rağman borcunu ödeyemeyen mükelliflerin borçlarını bedenen çalışıtırarak ödetmek amacıyla çalışma kamplarına gönderilmesini öngörüyordu.
Rıfat Bali’nin deyimiyle ‘Hiçbir nesnel kıstasa dayanmadan tamamen keyfi bir şekilde tahakkuk ettirilen bu vergiler gayrımüslim tüccar ve sanayicilerin iflasına yol açıp onların Müslüman-Türk tüccar ve sanayicilerle ikame edilmelerini’ hedefler. Dönemin Anadolu kaplanlarını ortaya çıkaran bu uygulamanın ,toplumu homojenleştirmenin dışında, nihai hedeflerinden biri de ulusal burjuvaziyi yaratmaktı.  Zaten Şükrü Saraçoğlu da bu hedeflerini ”Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz” sözleri ile açıklar.Küçük Amerika yaratmak isteyen Menderes’in öncülü olarak azınlık sermayesini devletleştiren bu ırkçı yasa gayrimüslim azınlığa büyük bir darbe indirmiştir.
Varlık vergisinin amaçlarından ve sonuçlarından biri ise yukarıda da söylediğim gibi homojen toplum yaratma arzusudur. Mübadele, Trakya Yahudi olayları gibi Türkleştirme politikalarının bir ayağıdır. Moiz adındaki kapıları yağlayan bir azınlık vatandaşını yağ tüccarı olarak gösteren ve buna göre vergi isteyen bu keyfi uygulama birikimlerini yitiren azınlıkları Türkiye’den göç etmeye mahkum bırakmıştır.
1942’lerde dolandırıcı Yahudi tiplemeli karikatürler gazetelerde yayınlanıyordu..Yukarıda söylenildiği gibi gelirlerinden yüksek vergi istenen ve vergiyi ödeyemeyenler ise çalışma kamplarına sürülmüştü. Hatta o dönemin gazeteleri yapılan bu rezalet yetmiyormuş gibi bir de dalga geçercesine haberler yapıyordu. (Bahsi geçen haber) Yani basın o zamanlarda aynı zihniyete sahipti ve psikolojik savaşın en önemli kalesiydi.
”Tuhafiyeci Leon Bahar’ın Aşkale’den eşi Jenny’e yazdığı 19 Mart 1943 tarihli mektupta belirttiği gibi kamplarda ”asker hayatı” yaşanmaktaydı. Ama elli yaşını aşmış, kronik hastalıkları olan ve ömründe hiç İstanbul dışına çıkmamış bazı mükellefler için deniz seviyesinde 1721 metre yükseklikte ve sıfırın altında 20 derece soğukta asker hayatı yaşamak da pek kolay değildir. Varlık Vergisi sırasında çalışma kamplarına toplam 1400 gayrimüslim vatandaşımız yollanmış ve bunlardan 21 tanesi borçlu olarak hayatını kaybetmiştir.”
Dönemi daha iyi anlamak için Salomos Ergas’ın ABD’de yaşayan kardeşi Jak Ergas’a yazdığı 13 Şubat 1943 tarihli mektup aydınlatıcı olacaktır.
“Uzunca bir süredir sana yazamadım, çünkü bilhassa azınlıklar ve ailemiz için son derece ağır bir mesele olan varlık vergisi yüzünden aklım karmakarışıktı ve yazacak durumda değildim. (…) Bizden, yani Isaac Ergas şirketinden 450.000 lira varlık vergisini ödememizi istiyorlar. oysa bizim sermayemiz sadece 200.000 lira. Hüsamettin Eren’e 15.000 lira vergi tahakkuk ettirildi, oysa onun 500.000’den fazla parası var. Brod’a ise 600.000 lira tahakkuk ettirildi (onun da sadece 300.000 lirası var). (…) İstenilen meblağın en yüzde 50’sini ödemeyenler, taş kırmaları ya da yollarda kar küremeleri için erzurum yakınlarındaki aşkale’ye gönderiliyorlar. bu talihsiz insanlar yanlarına 10 veya 15 liradan fazlasını alamıyorlar. hükümet onlara günde 2 lira ödüyor, bunun bir lirasını vergi borçlarına mahsup ediyor. Diğer bir lirayı da onlara geçimlerini sağlayabilmeleri için veriyor. Bu muamelenin onları mutlaka öldüreceğini anlamalısın. (…) Aşkale’ye gönderilmiş olan birkaç kişinin isimleri şöyle: Moise ve Robert Benbasat (….) 50.000 lira vergi tahakkuk ettirilen avukat gad franco ve 300.000 lira ödemesi gereken Şekip Adut. (…) Evelsi gün ikinci grup da aşkale’ye gönderildi, aralarında senin de tanıdığın birkaç kişi var: 350.000 lira ödemesi gereken yaşlı Satarasvili (72 yaşında). Her birine 35.000’er lira tahakkuk ettirilen Joshuah (74 yaşında) ve Eliah Menda (72 yaşında, her ikisi de hasta) kardeşler. Bu kardeşler iki müslüman türk ortakla birlikte bir tekstil atölyesi işletiyorlar. Müslümanlara pek az vergi tahakkuk ettirildi, oysa yahudiler sürgüne gönderiliiyor. (…) Bu yukarıdakilerin hepsi yaşlı ve hasta, fakat onları yine de havanın sıfırının altında 30 derece olduğu aşkale ve kopdağ dağlarına gönderiyorlar. (…) Her gün evlerimizin ve mobilyalarımızın satılmasını bekliyoruz. Her gün aleni müzayedeler yapılıyor ve alıcılar sadece müslüman türkler. nasıl sona ereceği bilinmeyen bir felaket bu. (…). Türkiye’de böyle şeylerin olabileceği kimsenin aklına gelmezdi.” [1]
Olayı bir fıkrayla bitirelim.
Kimin ne kadar ödeyeceği Maliye Şubeleri’nin duvarlarına asıldıktan sonra Salomon kahveye girmiş ve herkese ne kadar ödeyeceğini sormaya başlamış.
Mişon, 10 bin 550 lira 20 kuruş,
Krikor 20 bin 915 lira 30 kuruş…
Salomon son olarak Ahmet Bey’e sorar.
Ahmet Bey ise 50 lira 10 kuruş ödeyecektir.
Bunun üzerine Salomon ellerini havaya kaldırır ve şöyle der:
“Ey büyük Atatürk, sen ne güzel söylemişsin ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ diye!
NOT: Konuyla daha fazla ilgili olanlar için naçizane bir  kitap önerisi; Zaven Biberyan’dan ”Babam Aşkale’ye Gitmedi” okunabilir. Gerçekten etkileyici bir kitaptır.
KAYNAKÇA
[1]  Corry Guttstadt, Türkiye, Yahudiler ve Holokost (aktaran saltug’a çok teşekkürler)
https://twitter.com/kcergin
Olay

Yorumlar kapatıldı.