İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varlık Vergisi trajedisi ve yarım kalan bir aşkın hikayesi…

 Melisa Kohen
‘T.C. kurulduğundan beri tarihe kara leke olarak geçen bir çok olay yaşanmıştır. Dersim katliamı, 6-7 Eylül olayları, Maraş, Çorum, Sivas kıyımları, Roboski faciası bunlardan sadece bir kaçı.’ Özellikle azınlıklara yönelik 6-7 Eylül kalkışması akıllara yer etmiştir. Onun kadar olmasa da yine çok acılara yol açmış olan, azınlıklara yönelik bir başka zulüm de Varlık Vergisi’ydi. Daha çok ekonomik boyutuyla ele alınmış, yaşattığı trajedi çok da göz önüne alınmamıştır. 24 Ocak kararları nasıl neoliberalizmin işçi ve emekçiye yönelik “ekonomi terörü” ise, Varlık Vergisi de Türkiye’deki azınlıklara yönelik birer ekonomi terörü olarak tarihe geçmiştir, Türk burjuvazisinin gayrimüslim olmayan unsurlarının da dolaylı katkısıyla…

Dönemi aklamak için verginin ırk ve din ayrımı yapmadan herkese uygulandığı yalanı söylense de de bunun doğru olmadığı, hem yasanın uygulamalarıyla hem de dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun partisinin grubunda yaptığı şu açıklamalarıyla sabittir: “Bu kanun, bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Müslüman Türk iş sahipleri için ödenmesi gereken vergi yüzde 4,94 gibi gayet makul iken, Ermeni vatandaşlar için yüzde 232, Yahudiler için yüzde 179, Rumlar için ise yüzde 156 gibi ödenebilmesi imkansız boyutlardaydı.
Görüldüğü üzere Varlık Vergisi, ülkedeki dini-dili-ırkı farklı azınlıkları Türk saymayan, milli burjuvaziden sadece Müslüman Türkleri anlayan zihniyetin sözde ekonomiyi millileştirme politikasıydı. Millileştirmeden anladıkları ise azınlıkların mallarına el koyup onları egemen ulus burjuvazisine peşkeş çekmekti. Bu politikanın devamı pratiğe 6-7 Eylül kalkışmasıyla geçti. O günlerde bu trajediyi yaşayanlardan bazıları olayları şöyle aktarıyor:
Mihail Vasiliadis: ”Bu arada odaya tıkılan eşyaların arasında benim de sallanır bir oyuncak atım vardı. Tam kapıyı mühürlerken, ‘Oyuncak atım’ dedim. Adam anladı. Bağladığı ipi kapıdan çözdü. Bana kapıyı açtı. Atımı aldım. At kucağımda, adamın yüzüne bakıyorum gülerek. Adam da bana gülümserken birden yüzü dondu. Çünkü arkamdaki memur bağıra bağıra oyuncağımı koparırcasına elimden çekti, mühürlenmek üzere olan kapıyı açtı, içeri fırlattı oyuncağımı ve ‘Mühürle’ dedi. Karşımdaki hamalın gözündeki yaşı gördüm. Fakat ben ağlamamam gerektiğini düşündüm. O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü hâlâ gözlerimin önünde.”
Anastasiu İ. Antoniadis: ”Babam İsaak, un ticaretiyle uğraşıyordu. 1943’te 100 bin lira Varlık Vergisi tarhedildi. Bu miktar elinde olmadığından ve herhangi bir gayrimenkulü olmadığından 6 Ağustos 1943 tarihinde, 68 yaşında tutuklandı ve Sivrihisar’a gönderildi. Orada, 24 gün sonra soğuktan çadırın içinde öldü. Yanına içine ismini yazdıkları kâğıdı koydukları bir de şişe gömmüşler, eğer mezardan çıkarırlarsa tanınabilsin diye.”
Ishak Terragano: ‘Küçük bir aktar dükkanımız vardı zaten kıt kanaat geçiniyorduk. Varlık vergisi çıkınca bize tam 120 bin lira vergi kesildi ödememiz mümkün değildi zaten toplasanız yıllık kazancımız 8 bin lirayı geçmiyordu. Sonuçta ödeyemedik 68 yaşındaki kalp hastası olan babam Aşkale’ye sürüldü çok geçmeden bu acıya dayanamayıp kalp krizinden öldü.”
Varlık vergisi mağdurlarından biri de dedemdi. O günleri her zaman gözü dolarak anlatır. Çünkü henüz 16 yaşında bir gençken bu ırkçı yasa onun hayatından çok şey götürmüş. Öncelikle babası büyük dedemin 15 metrekarelik küçücük hukuk bürosu kayıtlara fabrika ve şirket binası olarak geçirilmiş, sonrası tabii ki Yahudi olduğu için, kat be kat arttırılmış Varlık Vergisi ödemek zorunda bırakılmış. Bu bir hukukçu olarak hayatı boyunca kazanamayacağı bir meblağ demek.
Bu haksızlığa itiraz ettiğinde görevli memura hakaretten hakkında ayrı bir işlem daha yapılmış ve dedemin gözleri önünde babasının daktilosu görevli ekiplerce parçalanmış, “haddini bilmediği” için. Bu anın dedemin hafızasında başka bir yeri daha var; 16 yaşında bir genç hayatındaki en önemli rol modeli olan babasının ilk kez gözyaşlarına şahit oluyor. Belki de bu yüzden canı daha fazla yanıyordu.
Dedemin o zamanlar aynı mahallede Jenny isimli bir kız arkadaşı var. Anlattığına göre mahallenin en güzel kızıymış. O geçerken mahallenin gençleri işi gücü bırakırlarmış. Aynı zamanda dedemin sınıf arkadaşı, Mekteb-i Sultani’nin de en güzel kızlarından biri.
Onu gördüğünde tüm inanç ve inançsızlıklarının arasında kalakalmış. Eğer bir tanrı varsa ve bu tanrı gerçekten bir yaratıcı ise Jenny için çok fazla özenmiş olmalıydı.
Kestane rengi saçları, masmavi gözleri ve duru güzelliğiyle bir rönesans tablosu gibi. Yüzünden fırlayan o yaşların çocukluğuyla birlikte belki de daha da artırıyordu Jenny’nin cazibesini.
Bu sanat eserine önceleri uzaktan bakmayı tercih etmiş, belki de yaklaşırsa büyüsünün bozulacağına inanmış uzun süre. Ama bir gün dayanamayıp onunla konuşmaya çalışmış. Çalışmış diyorum çünkü ağzından pek bir şey çıkamamış o büyük heyecanla. Sonra zamanla bir gün dökülüvermiş ağzından kelimeler.
Jenny’de de karşılığı olmuş bu hislerin ve o her zaman aklında ve hafızasında yer alacak büyük aşk başlamış.
Nazım Hikmet’in o yıllarda henüz yazmamış olduğu hisleri duyuyormuş belki de; bu şehir güzelse, okula gitmek için her gün can atıyorsa Jenny Yüzündendi.
O yaşlarda daha bir güzeldir bu hisler bu da kuşkusuz öyleymiş.
Ama geliyoruz hikayenin güzel olmayan kısımlarına…
O genç kızın babası da vergiyi ödeyemediği için tıpkı büyük dedem gibi Aşkale’deki ”toplama kampları”nı boylamış ve ikisinin de ne yazık ki geri dönme şansı olmamış. Şeker hastası olan büyük dedemin 2 ay sonra ölüm haberi gelmiş. Jenny’nin kalp hastası babası ise 6 ay kadar dayanabilmiş.
Dedemin anlatımlarına göre en büyük trajedi de bundan sonra başlamış. Dedemin ilk aşkı Jenny ve annesi bu olayların üzerine ülkeyi terk etme kararı almış. Güzel yüzünü de alıp gitmiş artık bir daha asla ona bakmayacak olmanın gerçekliğiyle uzaklara. Önce kısa bir süre Amerika’da kalmışlar, oradan da kurulmasından sonra İsrail’e göç etmişler, arkada büyük bir acı ve doğdukları topraklarını, vatanlarını bırakarak.
Bir süre mektuplaşmaya devam etmişler ancak daha sonra bunun bir sonunun olmadığını, bir daha beraber olamayacaklarını anlayıp veda etmişler birbirlerine ve aşklarına.
Hayat yarım kalan aşklar ve trajedilerle dolu; kuşkusuz çok daha acı olanları var. Bu onlardan sadece biri idi.
Hikayeye konu olan güzel kadının ismi Jenny Pinhas. Kendisi şu an hala İsrail’de oturuyor ve 2 kızı, 3 torunu var, beni de 4. sayıyor.
Yıllar sonra onu bulmam ve karşılıklı olarak hissettiklerimiz tarif edilemez. Bana eski İstanbul’u, o dönemlerin siyasi, sosyolojik yapısını, bir azınlık olarak yaşamanın zorluklarını, bir yandan dini, dili, ırkı herkes Türk sayılmaktadır propagandası yapılırken öte yandan her fırsatta onlara Türk olmadıklarının acı bir şekilde hatırladıldığını en çok da Varlık Vergisi sürecini, dönemin üst sınıf Yahudi burjuvazisinin de egemen ulus burjuvazisiyle işbirliği yaparak nasıl Yahudi halkına ihanet ettiğini anlattı.
Anlaşılan değişen hiç bir şey yok bugün de aynı şeyler söz konusu.
Ülkede antisemitizm körüklenirken, iktidarla olan iş anlaşmaları ve aldıkları ihalelerden dolayı hükümete tam destek olan bir Yahudi burjuvazisi mevcut.
Bunun yanında sıradan, orta halli Yahudiler gerek yükselen antisemitizmden gerekse ekonomik sıkıntılardan dolayı bir bir doğdukları toprakları, vatanlarını bırakmak zorunda kalıyor.
Bu Varlık Vergisi’nin neden olduğu bir trajedinin, yarım kalmış bir aşkın hikayesiydi ve her aşk hikayesi gibi bu da çok özeldi.
Birbirimize sarılıp sürekli ağladık. O gözyaşları o günlerin acılarını daha da iyi anlamamı sağladı. Bu yüzden asla bu acıları yaşatanları affetmiyoruz ve ne yaparlarsa yapsınlar bu kara lekeyi asla silemeyeceklerini de bilmelerini istiyoruz.
Aciz liberal tezler, burjuvaziye toz kondurmamak adına olayın iç yüzüne asla vurgu yapmasa da çok önemli bir konu daha var.
Varlık vergisinin tezgahlayıcısı tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi komprador İstanbul burjuvazisiydi. Amaçları leş kargaları gibi gayrimüslimlerin mallarına el koymaktı ve öyle de oldu. Bununla birlikte olayda büyük burjuvaziden gayrimüslimler de dahil çok etkilenen olmadı çünkü onlar da işbirlikçi rolünü oynadılar bu komploda. Hedefleri yalnızca küçük burjuvazi ve orta halli gayrimüslimlerdi.
Bu hem bir millileştirme politikasıydı hem de dini, dili, ırkı farklı insanlara adeta ülkenin çıkış kapılarını gösteren ilk hamleydi. Sonrası da 6-7 Eylül ile geldi.
Tüm bu acılara rağmen masum, vicdanlı bir Türk vatandaşının bu kara lekeden dolayı utanmasına gerek yok.
Utanması gereken komprador Türk burjuvazisi ve onun müttefiki faşist hükümetlerdir…

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/melisa-kohen-yazdi-varlik-vergisi-trajedisi-ve-yarim-kalan-bir-askin-hikayesi-habe

Yorumlar kapatıldı.