İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1923’te 5 İzmirli kadın işçi delegesiydi

İzmir’de 1923’te ilk kez düzenlenen İktisat Kongresi’nde 5 İzmirli kadın, o zamanki adıyla amele (işçi) delegesi olarak yer almıştı. Türkiye’nin yüzü batıya dönük kenti İzmir’de yine bir ilk yaşanmıştı. Lozan Barış Görüşmeleri’nde en ateşli tartışmaların sürdüğü gün­lerde Mustafa Kemal 14 Ocak-20 Şubat 1923 tarihleri arasında 35 gün süren ünlü Batı Anadolu gezisinde idi. Bu gezinin en önemli olaylarından biri İzmir İktisat Kongresi oldu…Kongre, İkinci Kordon’da (eski Gümrük) o yıllarda Osmanlı Bankası depoları olarak kullanılan, Ermeni tüccar Aram Hamparsumyan’ın üzüm-incir işletmesi binasında toplandı.* (*Bugün Kestane Pazarı, 857. Sokak’taki otoparkın yerindeki yükselen bu tarihi bina 12 Eylül darbesinden sonra yıkıldı.)

Dönemin İktisat Vekili (daha sonra Adliye Vekilliği de yapacak olan) Mahmud Esad (Bozkurt) Bey’in fikri olan kongreye dair haberler, 1923 yılının Ocak ayında gazetelere yansımaya baş­ladığında, gerek kamuoyunda, gerekse TBMM’de heyecanlı tar­tışmalar yaşanmıştı. Gazeteler Lozan Barış Görüşmeleri’nin Mu­sul, kapitülasyonlar ve savaş tazminatları gibi iktisadi konulardaki anlaşmazlıklar yüzünden kesintiye uğradığı o günlerde, bir ikti­sat kongresi toplanması fikrini çok olumlu bulmuşlardı, ancak başını Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ile Erzurum Millet­vekili Hüseyin Avni Bey’in çektiği İkinci Grup üyeleri hüküme­tin TBMM’ye haber bile vermeden böyle bir kongre toplamasını, TBMM’nin yasama yetkilerine tecavüz olarak nitelemişlerdi.
Muhaliflerin sert eleştirilerini, İktisat Vekili Mahmud Esad (Bozkurt) Bey, kongrenin “hususi ve istişari” nitelikte olacağı ga­rantisini vererek yatıştırdı ancak muhalifler bu sefer de, bir süre­dir Londra ve Atina basınında ortaya atılan bir iddiayı gündeme getirdiler. Bu haberlere göre, kongrenin asıl amacı, yabancılara tekel ve imtiyazlar verilmemesi, yabancı vapur kumpanyalarının Türk denizlerinde sefer yapmalarının yasaklanması veya İstan­bul’daki Ermeni, Rum ve Musevi tüccarların geri plana itilmesi gibi anti-liberal tedbirlerin yürürlüğe konulmasıydı. Mahmud Esad Bey, bu konudaki kuşkuları Chester İmtiyazı’nı örnek vere­rek gidermeye çalıştı. Resmi adıyla Şarki Anadolu Demiryolları Anlaşması’nın tarihçesi 1900’de İstanbul’a gelen bir savaş gemisi­nin kaptanı olan Albay Colby M. Chester’in Osmanlı İmparator­luğu nezdinde yaptığı temaslara kadar gidiyordu. Albay Chester, 1908’den itibaren gözünü Musul-Kerkük bölgesindeki demiryolları ve maden ayrıcalıklarına dikmiş, Meclis-i Mebusan’da 10 Mart 1909’da bir proje sunmuş ancak Osmanlı İmparatorluğu dağılınca rotayı Ankara’ya çevirmişti. 8-9 Nisan 1923’te TBMM’de onay­lanacak olan iki imtiyaz anlaşmasına göre o sırada amiral olan Chester’in Delaware Eyaleti’nde, işadamları, bankerler ve gazete­cilerle kurduğu Ottoman-American Development Company adlı şirkete, 99 yıl süreyle, Türkiye’nin doğusu ile Musul-Kerkük böl-gesini birbirine bağlayan 4.400 kilometrelik bir demiryolu ile iki liman yapımı karşılığında, limanların ve demiryolu hatlarının yanlarında 40 kilometrelik şerit içinde kalan alanda, petrol dahil her türlü maden arama, kanal, yol, telgraf ve telefon hatları, ba­yındırlık işleri, bankalar, oteller, gözlemevleri inşa etme imtiyazı tanınıyordu. Hükümet 400 milyon dolar civarında bir Amerikan sermayesinin Türkiye’ye geleceğini ve ülkenin kısa sürede çağ at­layacağını sanıyordu. İzmir İktisat Kongresi de bu imtiyazın ka­muoyuna sunulması için iyi bir platform idi.*
(* Ancak bu büyük coşku kısa sürdü. Lozan’da, Musul’un çözüme bağlanmaması, Standard Oıl Şirketf mn Irak petrollerinin denetimini ele geçirmesi üzerine, ABD resmî çevreleri de, işadamları da heveslerini kaybedince anlaşmalar hayata geç­medi ve Türkiye’nin ‘Küçük Amerika’ olması ileri bir tarihe ertelendi.)
Neden İzmir?
Bu sefer muhalif milletvekilleri, kongrenin belli bir programı ve gündeminin olmamasını, ayrıca ulaşım açısından son derece el­verişsiz bir ayın seçilmesini eleştirdiler. Program konusu zaman içinde halledilebilirdi ama ulaşım konusundaki eleştiri haklıydı. Çünkü o tarihlerde örneğin Erzurum’dan İzmir’e gelebilmek için önce kara yoluyla Trabzon’a, oradan gemiyle İstanbul’a, İstanbul’dan yine gemiyle Bandırma’ya, Bandırma’dan şimendiferle İzmir’e gelmek gerekiyordu. Yazın bile çok zahmetli ve masraflı olan bu yolculuğun kış aylarında yapılması neredeyse imkansızdı.
Peki, kongre neden Ankara veya İstanbul’da toplanmıyordu da daha birkaç ay önce üçte birini faili meçhul (!) bir yangında kaybetmiş İzmir’de yapılıyordu. Bunun cevabı açıktı. Ankara, o yılarda böyle bir organizasyona ev sahipliği yapamayacak kadar küçük ve muhafazakar bir kasabaydı. İstanbul, çöken imparatorluğun köhne başkenti olarak Kemalistlerin kara listesin deydi. Nitekim Mustafa Kemal, İstanbul’a ancak 1927 yılının yazında gelecekti. ‘Gavur’ İzmir ise, Levanten geçmişiyle Türkiye’yi Lozan’da sıkıştıran Batılılara ‘liberal selamlar’ göndermek açısından en uygun seçenekti. Sonuçta muhalifler ikna edildiler ve kongrenin hazırlıklarına başlandı.
Mesleki temsil ilkesi
Kongreye katılım Mahmud Esad Bey’in önerisi ile “mesleki temsil” ilkesine göre gerçekleşecekti. Bu amaçla her kazadan üçü çiftçi, biri tüccar, biri ya sanayici ya zanaatkar, biri amele, biri şirket temsilcisi, biri de banker olmak üzere sekiz delegenin seçilmesi istendi. Sonradan yeterli kişi bulunamadığı için, altı grup dörde indirilecek ve kongreye tüccar, çiftçi, sanayici ve amele zümre­lerinin temsilcileri katılacaktı.
En kalabalık ve en örgütlü olanı ‘Tüccarlar Zümresi’ idi. Kısa süre içinde delegelerini seçmişler, Tütün Rejisi, İstanbul Ticaret Odası, Milli Türk Ticaret Birliği, Ticaret Mektebi ve İtibarı Milliye Bankası’nın durumu, tekel ve gümrükler, kabotaj, milli para, ithalat ve ihracat, yabancı sermaye ve benzeri konularda bir dizi rapor hazırlamışlardı.
İkinci örgütlü kesim ‘Çiftçiler Zümresi’ idi. Ancak bu grubu büyük toprak sahipleri oluşturuyordu. Küçük çiftçilerin, ortakçı ve yarıcıların, tarım işçilerinin zümrede temsilcileri yoktu.
‘Sanayici Zümresi’ ise tahmin edileceği gibi çok zayıftı. Bunu, zümrenin başına sanayi ile ilgisi olmayan Kazım Karabekir Paşa’nın getirilmesinden anlamak mümkündü. Zümrenin de­legelerinin çoğunluğunu üst düzey bürokratlar ve bazı milletvekil­leri (ki kongrede delege olan 40 milletvekili vardı) oluşturuyordu.
‘Amele Zümresi’ ise ağırlıklı olarak İstanbul’daki İttihatçı tüc­carların kurduğu İstanbul Umum Amele Birliği üyelerinden olu­şuyordu. İzmir’den de beş kadın amele temsilcisi (Hayriye, Emine, Şefika, Münire ve Nigar hanımlar) vardı. ‘Mesleki tem­sil’ ilkesine göre zümrenin başında bir amele olması gerekirken, ‘Aka Gündüz’ takma adını kullanan İttihatçı yazar Hüseyin Enis Avni getirilmişti.
İstanbul’daki sosyalist aydın ve emekçilerin oluşturduğu Ay­dınlık Grubu bu hakların kâğıt üzerinde kalmaması için kong­reyi destekleyici bir kampanya yürütüyordu. Zonguldaklı maden işçileri de “İktisat Kongresi’nde Türk Madencileri Ne Diyordu?” başlıklı bir risale ile sorunlarını ayrıntılı biçimde kamuoyuna ak­ların ıslardı.
Hamparsumyan’ın binası
Yolculuk için gereken parayı çoğunlukla açılan bağış kampan­yalarıyla ya da eş dosttan aldıkları borçlarla sağlamayı başaran delegeler, ağır kış koşulları içinde büyük zorluklarla peyderpey İzmir’e ulaştılar. Yolculuk sırasında komik olaylar da olmuştu. Örneğin İstanbul delegelerinden 150 kişilik grubu getiren Fransız Messageries Kumpanyası’nın Piyer Loti vapuru, İzmir Limanı güvenlik gerekçesiyle TBMM hükümetince kapatılınca, limana giremeyip diğer yolcularla birlikte Marsilya’ya gitmişti. Delege­ler üç-dört gün sonra bir başka gemiyle Marsilya’dan gelmişlerdi, Yine çeşitli yerlerden İstanbul üzerinden Bandırma’ya gelenler, önce kayık yokluğundan gemiden çıkamamışlar, çıktıktan sonra da Bandırma Gümrük Müdürü’nün düşmanca tavrı yüzünden limanda mahsur kalmışlardı.
Kongre, İkinci Kordon’da (eski Gümrük) o yıllarda Osmanlı Bankası depoları olarak kullanılan, Ermeni tüccar Aram Hamparsumyan’ın üzüm-incir işletmesi binasında toplandı.* (*Bugün Kestane Pazarı, 857. Sokak’taki otoparkın yerindeki yükselen bu tarihi bina 12 Eylül darbesinden sonra yıkıldı.)
Arşivlerde tek tük fotoğrafı olan bu binanın yedi bin kişiyi alabilecek kapasitede iki katlı dev bir yapı olduğu biliniyor. Kongre sırasında binanın bir bölümünde, Türkiye’nin dört bir yanından gönderilen incir, zeytinyağı, pamuk, meyankökü, bakliyat, bamya, helva, ma­karna, balık, sabun, kendir, peştamal, kösele, havlu, süslemeli ta­bak, aktar malzemesi, ipek kozası, sigara kağıdı, ıtriyat, gülyağı, seccade ve halı, çiçek, saksı, sandalye gibi envai çeşit ‘yerli ma­lının’ sergilendiği pavyonlar açılmıştı. Hanlar, oteller, lokantalar ağzına kadar dolmuştu. Hatta bazı İzmirliler evlerini bile misafir­lere açmışlardı. Belediye Başkanı ve şehrin ileri gelenleri delege­lere toplu yemekler veriyor, zengin delegeler ölmüşlerinin ruhuna çeşitli camilerde mevlit okutuyorlardı. Kısacası ‘yangın yeri’ İz­mir, biraz zoraki de olsa küllerinden yeniden doğuyordu. O gün­lerin havasını 25 Şubat 1923 tarihli Tevhid-i Efkar gazetesi mu­habiri şöyle anlatıyordu: “Kongre münasebetiyle İzmir bir kat daha pahalandı. Koskoca şehirde adamakıllı yemek yiyebilecek iki lokanta bile yok. Bir tabak et otuz, adi bir kuru fasulye yirmi, bamya gibi yaş sebze otuz kuruş. Yemeklerde de yenecek hiçbir hal yok. Oteller lebaleb dolu…”
Başlangıçta 3 bin delegenin gelmesi planlanmıştı ama kongrenin sürdüğü 18 gün içinde peyderpey gelenlerin sayısı ancak 1.135’e varabilecekti. Gelebilenlerin ezici çoğunluğu İstanbul’dan ve İzmir’dendi. Bunun dışında Erzincan, Erzurum, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Mesudiye, Malatya, Zonguldak, Bartın, Düzce, Göynük, Mudurnu, Edirne, Sungurlu, Mersin, Seyitgazi ve Kütahya’dan delegeler vardı. Mesleki zümrelerin dışında, kong­reye Fransa Dar’ül-Fünun ve Mekatib-i Aliye Mezunları Cemi­yeti, Macaristan Türk Mezunları Cemiyeti gibi konuyla ilgisiz ku­ruluşlar da delege göndermişlerdi. Fevzi Paşa ve Asım Paşa ise kongrenin şeref konuklarıydı.
İktisat Vekili Mahmud Esad Bey, konu ilk ortaya atıldığında kongreye “Avrupa’nın sanayici, tüccar ve ziraatçılarını dahi da­vet ettiği” halde, iş uygulamaya gelince, sadece Milli Mücadele sırasında Kemalistlerin can simidi olan Sovyet Rusya’nın Ankara Sefiri Aralof’u ve “kardeş” Azerbaycan’ın Ankara Sefiri Abilof yoldaşları kongreye davet etmişti. Tahmin edileceği üzere, Batılı ülkeler gazete yoluyla yapılan bu davete icabet etmemiş, buna karşılık Türkiye’den hala umudunu kesmeyen Rusya, Ukrayna, Mavera-i Kafkas Şuralar Cumhuriyeti adına kongreye tebrik telgrafları gönderilmişti.
Mustafa Kemal’in açış konuşması
Sonunda beklenen an geldi ve İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923 günü saat 10.00’da, Mustafa Kemal’in uzun ve etkili açış konuş­masıyla başladı. Konuşmanın en dikkat çekici yanı, o güne dek her fırsatta tekrarlanan ‘kapitalizm’, ’emperyalizm’, ‘mazlum mil-letler’ gibi kavramlara hiç değinilmemesi, bunların yerini ‘iktisadi bağımsızlık’, ‘kapitülasyonların kaldırılması’, ‘yabancı sermaye’ ve ‘liberal ekonomi’ terimlerinin almasıydı. Mustafa Kemal İz mir İktisat Kongresi’ni açtıktan sonra, 18 Şubat’ta Eskişehir’e geçmiş, burada Lozan Barış Görüşmeleri’ne ara verilmesi üze rine ülkeye dönen İsmet Paşa ile buluşmuş ve iki lider 20 Şubat’ta Ankara’ya dönmüşlerdi. Kongre’nin bundan sonraki bölümleri on suz devam edecekti.
Kongrede sağ cenah tüccarlara, sol cenah amelelere, merkez ise çiftçilere ayrılmıştı. Sanayiciler ise, çiftçilerle amelelerin anı sına sıkıştırılmıştı. Büyük bir heyecanın hâkim olduğu Kongre’nin başkanlığını sivil giysiler içindeki Kâzım Karabekir Paşa yapı­yordu. İktisat Vekili uzun bir konuşma yaptı. Ardından sahneye Abilof’la Aralof çıktı. Abilof’un sade bir baş selamıyla yetinme­sine karşılık, Aralof’un Türk usulü selam durarak “Yaşasın Tür­kiye, yaşasın Ordu!” diye bitirdiği teşekkür konuşmasını delegeleı “Yaşasın Ruslar!” nidalarıyla karşıladılar. Ancak Aralof kongre­deki dilin eskisi gibi ‘Bolşevikçe’ değil ‘Batılıca’ olduğunu fark edecek ve aynı gün Moskova’ya gönderdiği raporda, Türkiye’nin Sovyet Rusya’dan giderek uzaklaştığını yazacaktı.
Becerikli zümreler
Kongrede, ‘meslek zümreleri’ adına 15’er kişiden oluşan komis­yonlar raporlar hazırlarken, bunlar hakkında konuşma yapma hakkı, her zümreden ikişer kişiye verilmişti. Yani sadece sekiz delegenin konuşma hakkı vardı. Aslında ortada belirli bir prog­ram ve gündem olmadığı için demokratik usullerin uygulanması pek mümkün görünmüyordu. Nitekim Kongre’de seslerini duyuramayan delegeler, İzmir sokaklarını, meydanlarını, kahvelerini miting alanına çevirdiler.
Kongre’nin sürdüğü 16 gün içinde meslek zümrelerinin oluş­turduğu programlar üzerinde delegeler kısıtlı da olsa tartıştılar ve bu programlar oylanarak (bazen oybirliğiyle, bazen oy çokluğuyla) kabul edildi. Hem kalabalık, hem de örgütlü olan tüccarlar, kongreye sundukları 134 önerinin tamamını delegelere benimsetmeyi başardılar. Bunların başında tekellerin kaldırılması, hükümetin de ortak olacağı bir ticaret bankası kurulması, deniz ticaretinin ve gümrüklerin yeniden düzenlenmesi, yabancı sermaye girişi­nin ilkelere bağlanması vardı.
Çiftçi zümresinin ise 96 önerisi kabul edildi. Bunların başında Reji İdaresi’nin ve aşarın kaldırılması vardı. Reji’nin kaldırılması oybirliğiyle kabul edilirken, aşarı amele zümresi oy birliğiyle desteklemiş, ticaret ve sanayi zümresi ise aşarın yerine yeni bir vergi konması şartıyla desteklemişti.
Sayıca az olan sanayi zümresinin sadece 24 talebi Kongre’de kabul edildi. Bunların başında iç pazarın korunması ve sanayi­nin özendirilmesi geliyordu.
Amele zümresi ise 34 önerisini benimsetebildi. Bunlar ara­sında günlük çalışma süresinin sekiz saatle sınırlanması, iş gü­venliği, ücretli izin ve sosyal güvenlik önlemleri ile 1 Mayıs gü­nünün “Türkiye işçileri bayramı” olması vardı. Ayrıca ‘amele’ yerine ‘işçi’ denmesi de karara bağlanmıştı. Ancak bu 34 madde içinden, ücretlere ve çalışma koşullarına yönelik taleplere sanayi ve tüccar delegeler ret oyu vermişlerdi. 1 Mayıs maddesini ise sa­nayi ve amele zümresi oybirliğiyle kabul ederken, çiftçi ve tüccar zümresinin sadece bir kısmı desteklemişti.
“Misak-ı İktisadi” adlı hamasi belge
5 Mart 1923 günü, 12 maddelik bir “Misak-ı İktisadi” kabul edildi. Maddelerdeki “Türkiye halkı tahribat yapmaz, imar eder”, “Hır­sızlık, yalancılık, riya, tembellik en büyük düşmanımız, taas­suptan uzak dindarane bir salabet her şeyde esasımızdır”, “Maa­rife verdiği kudsiyet dolayısıyla Mevlid-i Şerif (Kandil) gününü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak yaşar”, “Türk mikroptan, pis havadan ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever”, “Türkler hangi sınıf ve meslekte olurlarsa ol­sunlar, candan sevişirler. Meslek, zümre itibariyle elele vererek birlikler, memleketini ve birbirini tanımak, anlaşmak için seya­hatler, birleşmeler yaparlar” gibi konuyla ilgisiz hamasi ifade­ler, pek çok kişiyi büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Öyle ki, İleri gazetesinden Subhi Nuri Bey’e göre belgenin adı “dini ya da ahlaki Misak olsa” daha uygun olurdu. Ancak Subhi Bey’in gözden kaçırdığı bir husus vardı. Misakın “Türk, dinine, mil­liyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olmayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir…” diyen 9. Maddesi adeta İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasın­daki esas amacı özetliyordu.
Amaca ulaşıldı mı?
Aslında İzmir İktisat Kongresi’nin iki temel amacı vardı. Birin­cisi Milli Mücadele yıllarında Ankara’ya uzak kalan İstanbullu Müslüman-Türk burjuvazi ile ilişkileri düzeltmekti. Nitekim bir iktisat kongresi toplama fikri, İstanbul’daki gayrimüslim tüccarları geriletmek için 1922 yılında Milli Türk Ticaret Birliği’nde örgütle­nen Müslüman-Türk tüccarlardan çıkmış, İktisat Vekili Mahmud Esad Bey’in onlara verdiği ‘daha büyük bir kongre toplama sözü’ uyarınca da İzmir İktisat Kongresi toplanmıştı. Kongre’de başla­rındaki fesi çıkarıp Ankara’nın kalpağını giyen İstanbullu burjuva­lar daha sonra da kalpağı çıkarıp panama şapkasını giyeceklerdi. İkinci amaç ise, Lozan Barış Görüşmeleri’nin çıkmaza gir­diği o günlerde, Batılı ülkelere, kapitülasyonlara kesinlikle karşı olduklarını ancak Türkiye’nin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve İttihatçılardan devralınan liberal iktisat politikalarından vazgeçmediği, yabancı sermayeye düşman olmadığı mesajı vermekti.
Bir başka deyişle, Batı dünyasına ‘Biz Sovyet sisteminde değil kapitalist Batı sisteminde kalmak istiyoruz ama kendi koşulları­mızla kalmak istiyoruz,’ denmek isteniyordu. İzmir İktisat Kong­resi, Batılıların çok ilgisini çekmedi. Ama esas sorun Ankara’nın bir yandan Amerikan sermayesini çekmek için Chester İmtiyazı gibi büyük tavizler verirken, bir yandan Türkiye ile uluslararası sermaye piyasaları arasında iyi bir köprü olabilecek yerel gayri­müslim burjuvaziyi düşman gören katı bir milliyetçilik gütmesindeydi. Hem millici hem beynelmilelci olmanın çok kolay olma­dığı ileride görülecekti. Ancak İzmir İktisat Kongresi’nde tüccar, çiftçi ve sanayici zümrelerinin benimsettiği kararlar, eksik gedik de olsa Cumhu­riyet tarihi boyunca uygulanmaya çalışıldı. Kemalist rejim ve ar­dılları, sadece ve sadece, kongrenin işçilerle ilgili aldığı kararları uygulamamak konusunda büyük maharet gösterdiler!
Özet Kaynakça: Türkiye İktisat Kongresi, 1923-İzmir, Haberler, Belgeler, Yorumlar, Hazırlayan: Gündüz Ökçün, SBF Yayınları, No:262, 1971; Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, TTK, 1989; Bülent Bilmez Can, Demiryolundan Petrole Chester Projesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.

Yorumlar kapatıldı.