İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlık(laştırma) Okulları

Baran Alp Uncu

50 bin Ermeni, 2 bin Rum, 28 bin Yahudi.Yüzyıllardır bu toprakların aslî unsurlarından olmalarına rağmen sığıntı muamelesi görüp dışlanan, ‘tehlikeli’ sayılan ve yok olma noktasına getirilen gayrimüslim nüfustan geriye kalanların bugünkü tahmini sayıları. Oysa 1913 yılında bugünkü Türkiye sınırları içerisinde yaşayan her 5 kişiden 1 tanesi gayrimüslimdi.  Önce 1915’teki Büyük Felaket, sonra cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan nüfus mübadelesi derken bu oran 1923 yılında 40’ta 1’e düştü. Yetmedi. 1934 Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül pogromu, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları, Kıbrıs meselesiyle 1964 yılından itibaren yoğunlaşan azınlıkları yıldırma politikaları derken bugüne gelindi.Yuvarlayarak söylersek koca 80 milyonun içerisinde 80 bin. Oranı hesapladığınızda yüzde 0,001 ediyor. Yani her 1000 kişiden sadece biri Rum, Ermeni veya Yahudi. 

Araştırmacı-gazeteci Mihail Vasiliadis’ten bir anekdot. Gelen yabancılar Türkiye’de yaşayan Rum’ların sayısının 2 bine düştüğünü öğrenince, şöyle soruyorlarmış: “Hangi otelde kalıyorsunuz?”
***
Peki, geriye kalanlar eşit ve özgür yurttaşlar olarak hayatlarına devam edebiliyor mu?
Maalesef, hayır.
2012-2013 eğitim yılında Ermeni okullarında okuyan öğrenci sayısı 3137. Rum okullarına devam eden öğrenci sayısı 230 iken; Musevi okullarında toplam 688 öğrenci bulunmakta.
Okul ve öğrenci sayılarında düşüşün en büyük nedenlerinden biri yukarıda bahsi geçen demografik değişim. Ancak devletin eşitlik ilkesini yerle bir eden ve işleri olabildiğince yokuşa süren tavır ve uygulamaları az sayıdaki azınlık okulunun sorunlarını körüklüyor.
Geçtiğimiz günlerde azınlıkların kendi dillerinde eğitim konusunda yaşadığı zorlukları gözler önüne seren kapsamlı bir rapor yayınlandı. Nurcan Kaya ve Yard. Doç. Dr. Selçuk Akşin Somel tarafından Tarih Vakfı için hazırlanan “Geçmişten Günümüze Azınlık Politikaları: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” isimli rapor, bu okulların içerisinde olduğu vahim durumu en ince ayrıntısına kadar sergilemekte.
Raporun genel hatlarına bir göz atalım.
***
Ermeni, Rum ve Yahudi okullarının bugünkü toplam sayısı sadece 23. Raporda belirlenen sorunları ise 15 ana maddeden oluşuyor. Her bir maddenin alt başlıkları da eklendiğinde, azınlık okulları boylarından büyük dertlerle karşı karşıya.
Sorunların başında azınlık okullarına atanan Türk müdür başyardımcıları geliyor. “E ne var ki bunda” demeyin. Çünkü çok şey var.
Mesela, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Robert Kolej’e Amerikalı bir müdürün yanına bir tane de Türk müdür atar. Hadi, MEB’in kendisine bağlı bir özel okulda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan bir müdüre eşlik edecek bir Türk müdürü idareci olarak atamasını ulus-devlet mantığı çerçevesinde normal karşılayalım.
Ama aynı MEB, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni müdürün yanına Türkoğlu Türk saydığı bir müdür yardımcısının atanmasını zorunlu kılıyorsa, bu uygulama kabul edilemez bir hâl almakta.
Türk müdür başyardımcısı uygulaması ne gibi problemler doğurmakta?
Okul idaresinde sadece yetki kargaşası ve çift başlılık gibi sorunlar yaratsa iyi. Daha da beteri Türk müdür başyardımcıları olağanüstü yetkilerle donatılmış durumda.
Türk müdür başyardımcıları –2000’lere kadar daha da yoğun olmak üzere-  öğrenci, öğretmen ve idarecilerin Türklüğe ve Türkiye’ye karşı herhangi bir davranış içinde olmadıklarını denetleyen daimi müfettiş konumunda. Azınlık okullarının müdürleri izne çıktığında yerlerine vekâlet edebiliyor. Ancak, tersi bir durumda, yani Türk müdür başyardımcıları tatile gittiklerinde aynı yetki, amirleri konumundaki gayrimüslim müdürlerde bulunmamakta.
Ya da MEB’le herhangi yazışma yapıldığında, evrakın altında her iki idarecinin de imzası bulunması gerekiyor. Hatta çoğu kez Türk müdür başyardımcısının tek başına attığı imzası yeterli olabiliyor.
Peki, bu uygulamanın anlamı nedir?
a) Devlet vatandaşı olan Ermeni, Rum ve Yahudileri aslında ‘yabancı’ olarak görür;
b) Devlet azınlık statüsündeki vatandaşlarına güvenmez;
c) Türkiye’de vatandaşlık ‘Türklük’ üzerinden tanımlanır;
d) Devlet azınlık okullarını kontrol edilmesi gereken ‘fesat’ yuvaları olarak görür;
e) Hepsi.
Yanıt e) şıkkı; yani hepsi.
***
Devam edelim.
Bir başka sorun bu okullara çocukların kayıt ettirilmesi.
Gayrimüslim bir yurttaşsanız, çocuğunuzu bu okullara yazdırabilmek için Rum veya Ermeni olduğunuza dair nüfus memurluğundan onay almanız gerek. Yok, nüfus memurluğu onaylamazsa; o zaman da soy kütüğünüzü çıkartıp ispat etmeniz gerek. Yani sicilinize kod 1 (Rum), kod 2 (Ermeni) veya kod 3’ü (Yahudi) işletmeden çocuğunuzu bu okullara kaydettirmenin imkânı yok.
Azınlık okulları özel okullar kanuna tabi. Ama özel okullardan farklı olarak velilerden bağış dışında herhangi bir ücret alamıyor. Ayrıca en büyük gelir kaynaklarından bir olan azınlık vakıflarının mallarına 1974’ten beri el konulmuş durumda. Devlet bütçesinden ise pay alamamaktalar.
Öte yandan, özel okullardan öğretmenlerini sözleşmeli olarak kendi seçip işe alırken; azınlık okullarına devlet uygun gördüğü öğretmenleri atıyor.
Rumca veya Ermenice derslerini verecek öğretmenlerin bulunamaması; Rumca veya Ermenice eğitim materyallerinin yetersizliği derken sorun listesi kabardıkça kabarıyor.
***
Aslında raporda da belirtildiği gibi son dönemde özellikle Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde bazı iyileştirmeler olmuş. En azından azınlık okullarının yöneticileri belirli konularda muhatap alınmaya başlanmış. Ya da müdür başyardımcılarının başındaki ‘Türk’ ibaresi kaldırılmış.
Ama araştırmaya katılan azınlık okulu idareci ve öğretmenlerin ifadelerine göre sonuçta meselelerin özünde değişen fazla bir şey yok.
Sayılan bütün idari, mali ve müfredat kaynaklı sorunlar tam gaz devam ederken, kendilerini doğrudan ilgilendiren 4+4+4 eğitim sisteminin planlanmasında azınlık okullarının görüşleri alınmamış bile.
***
Çözüm mü?
Raporun geçtiğimiz günlerde yapılan tanıtım toplantısında konuşan Garo Paylan’ın söylediği gibi çözüm yeni bir paradigma oluşturmaktan geçiyor.
Tabi ki, Lozan Antlaşması’yla en başından beri güvence altına alınmış azınlıkların kendi dilinde eğitim haklarının önündeki fiili engeller kaldırılmalı.
Bunun da ötesinde, Garo Paylan’ın deyişiyle süre gelen bu ‘azınlıklaştırma ve azlaştırma hikayesi’nin sona ermesi için genel bir anlayış değişikliğine ihtiyaç bulunmakta.
Temelleri tek parti döneminde atılsa da azınlık okullarına yönelik uygulamalar cumhuriyet hükümetlerinin her biri tarafından devam ettirildi. Bazı makyaj reformlar aldatmasın. Devletin ayrımcılık geleneği değişen aktörlerine rağmen ilginç bir devamlılık arz etmekte.
Oysa, gayrimüslim yurttaşlar ne ‘yabancı,’ ne de ‘tehlikeli’. Haklarının yarım-yamalak bahşedileceği, göz yumulacak zımniler de değiller; devletin mütekabiliyet (karşılıklılık) prensibini yürürlüğe koymak için kullanacağı unsurlar da. 
Hem devlet katında, hem de toplumsal düzeyde kabul görmesi gereken bu topraklarda yaşayan her bir Ermeni, Rum, Yahudi veya Süryani yurttaşın eşit haklara sahip olduğudur. Önyargıları yıkarak, kendi kimliklerini eğitim yoluyla devam ettirebilmeleri gerekir.
Yoksa ne vicdan borcu ödenir; ne de demokratikleşme sağlanabilir.
Geriye, Türk milliyetçiliğinin/ulusalcılığının günahlarının boy aynasına bakmaya devam etmek kalır.

Yorumlar kapatıldı.