İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenisin, disiplinsizsin!

Naif Karabatak

Ailesi için bir umuttu o. Uzman çavuş olarak adım attığı askeriyede, ailesinin geçimini temin edecekti. Önünde hiçbir engel yoktu. Vatani vazifesini Edirne’de tamamlamış, Uzman Çavuş olarak da hem iş sahibi olmuş, hem maaşa geçmişti. Ne bilsin ki, üç kuşak öncesinden atalarının inancının, onun ordudan atılmasına sebep olacağını.

28 Şubat’ın antidemokratik uygulamalarının tartışıldığı, mağdurların geç de olsa işine kavuştuğu bir zamanda bilgi sahibi oldum. Her gün ekmek aldığım fırında selam verip, muhabbet ettiğimiz Seyfettin Bozan’ın 28 Şubat öncesi mağduru olduğunu bilmiyordum.
Kendisi söyledi.
Şaşırdım.
Çünkü yaşantısıyla “Ermeni” diyemeyeceğimiz birisiydi. Beş vakit namaz kılıyor, oruç tutuyor, olaylara bakışı da İslami çerçevedendi.
Meğer üç kuşak öncesinde, bir başka tabirle 1915 olaylarının patlak verdiği zamanda, kendi tabiriyle “tecrit döneminde” büyük dedesi ve büyük ninesi zengin Müslümanlar tarafından bakılmak üzere alınmıştı.
Müslüman ailede büyüyüp serpilen Şinofer ve Ohannes adındaki çocuklar, Müslüman bir hayat sürmüş, onlardan olanlarsa dinlerini sorgulamayı bile akıllarına getirmemişlerdi. Büyük dedeleri Adıyaman’ın Samsat ilçesi Gölpınar köyünde yaşamını sürdürmüş, ondan sonra gelen kuşaklarsa Adıyaman’a yerleşmişti.
1972 yılında Adıyaman’da dünyaya gelen Seyfettin Bozan da Müslüman doğmuş ve herkes kadar Müslüman bir yaşantıyla büyümüştü.
Adıyaman’ın farklı mozaikleri bünyesinde barındırmasının etkisiyle çocukluk ve gençlik döneminde “tecrit” veya hakaret ya da küçümsemeyle karşılaşmadıklarını özellikle belirtiyor.
Halk arasında “dönme” olarak tarif edilmelerine rağmen, “yüzümüze karşı hiç kimseden ‘dönme’ lafını duymadım” diye de belirtiyor.
Hatta askerlikten atıldıktan sonra caminin bahçesinde bir yaşlıyla sohbet ederken, “Yaşlı amca Elimi sırtıma koydu. Oğlum üzülme, bunlar geçer. Hem Adıyaman’ın çoğunluğu böyle, siz yalnız değilsiniz’ diyerek teselli etti.” diyordu.
Askere gittiğinde beş vakit namazını kılan birisi değildi. Hatta Uzman Çavuş olduğunda da. Hani orucunu tutardı, cumadan cumaya camiye giderdi. Ramazan ve kurban bayramlarında babasının elini tutup, sabahın ilk ışıklarıyla camiye giderlerdi. Kurban bayramlarında Allah için Kurban keser, fakir fukaraya da dağıtırlardı.
1994 yılında Uzman Çavuş olarak Van Erciş’te göreve başladı. On ay görev yaptıktan sonra güvenlik soruşturmasında “sakıncalı” bulundu.
Çalışması gerekiyordu oysa; ailesine bakacak tek kişiydi. Nasıl sakıncalı olabilirdi ki, ne kimsenin etlisine karışmış, ne sütlüsüyle işi olmuştu.
Göreve başladıktan iki ay sonra güvenlik soruşturması sakıncalı gelmiş ama 8 ay daha sakıncalı şekilde görevde kalmıştı. Sonra “Disiplinsizlik” gibi içi doldurulamayan bir suçlamayla karşılaşmıştı. Gerçek sebepse üç kuşak öncesinde Ermeni olan dedeleri vardı.
Zaten bu “disiplinsizlik” sihirli bir cümleydi; namaz kılan, Kur’an okuyan, eşi, kardeşi veya annesi başörtülü olanların ordudan atılma bahanesiydi.
Aynı dönemde üniversitede okuyan başörtülü öğrenciler de “başı örtülü” diye değil, “disiplinsizlik” gerekçesiyle eğitim hakkından olurlardı.
Bu, kamuda görev yapanlar ve üniversitelerde akademik kadrolar için de sihirli bir bahaneydi.
Adeta “gerçek suçunuzu söyleyemiyoruz, başka bir şey yazalım” türü bir kılıf uydurmaydı.
Çünkü başını örtmek suç değildi, çalışanın eşinin veya kızının veya kız kardeşinin ya da annesinin giyim tarzı da kanunda belirlenmiş değildi. Zaten böylesine ilkel bir belirleme insan haklarına aykırıydı.
Ama bu, hem ordudan, hem okuldan, hem kamudan atılmanın da en önemli sebebiydi.
Seyfettin Bozan da, henüz 28 Şubat olmadan, 28 Şubatçıların zihniyetiyle ordudan ilişiği kesilmişti; disiplinsizlikle.
Başka şeyler de vardı; emre itaatsizlik, mesaiye geç kalma, üste-asta fiili teessür, görevi ihmal gibi, suçlama bölümünü dolduracak oranda suç bulmuşlardı.
Bozan’ın bir şansı, kendisini dinleyen üstlerinin olmasıydı. Kolay dinlemediler elbet; “Biz emir kuluyuz, bize bir suçlama yazın dediler, biz de yazdık” itirafı, bahanelerin nasıl da kolaylıkla uydurulduğunun kanıtıydı.
Seyfettin Bozan ise ailesine bakmak zorunda olduğunu, başka bir işe girme şansını kaybetmemesi gerektiğini söyleyerek, suçu değiştirebildi; “atışta başarısız” yapıp, evine döndü.
“Atışta başarısız, suçlamasının sivilde işe girmeyi etkileyecek bir suçlama olmadığını düşündüm ama bir işe girme şansım da hiç olmadı.” diyordu. O da bir fırında işe başladı, evlendi, üç çocuk sahibi oldu ve halen bin lira maaşla fırında usta olarak çalışıp, nafakasını temin ediyor.
28 Şubat öncesi Ermeni soyundan geldiği için işinden oldu, 28 şubatta ise meslektaşlarının çoğunluğu namaz kıldığı için ordudan atıldı. ‘Hangisi daha zordu’ soruma Bozan, “İkisi de aynı. Sonuçta insanların inancı, ötelenme sebebi oluyor” diyordu.
Ya askere Ermeni olarak gitmiş olsaydı; “Ben Müslüman olarak gitmekten hiç gocunmadım ki, zaten Ermeni olarak bir yaşantım hiç söz konusu olmadı.”
1996 yılından bu yana da aksatmadan namazını kılıp, orucunu tutuyor. 1998 yılında 28 Şubat’ın mağdur ettiği meslektaşlarını görünce derin bir “ah” çekiyor.
Zira kendi deyimiyle, 1994 yılında “Ermeni soyundan geldiği için” atılmıştı ama 28 Şubat’a kadar bekleseydi, bu defa “Namaz kıldığı için” atılacaktı.
İşte burada talebini dillendiriyor.
AK Parti döneminde başlayan demokratikleşmeyi ve antidemokratik dönemlerle yüzleşmeyi olumlu bulduğunu belirterek, “Sadece bir dönemin mağdurlarının işe dönmesi adil değil. Benim gibi farklı gerekçelerle işinden olan, mağdur edilen, üç kuruşa muhtaç edilenler de işine kavuşmalı veya kamuda başka işe girme imkânları olmalı.”
Olmalı da, iş hakkını kaybetmemek için “Atışta başarısız” yazdırmayı başarmıştı ama bu, onun işe dönmesine yetmiyordu.
Hem 28 Şubat mağduru da değildi, öncesindendi.
Hukukçular Seyfettin Bozan’a umut vermedi ama o, hakkını aramaya, hiç değilse emekli olabileceği, yaşlılığında mağdur olmayacağı, sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanacağı bir iş istiyor. Aslında o, “Bana ve o dönemde benim gibi başkalarına yapılan haksızlıktı ve bunun cezası, bizi iş sahibi yaparak ödenmeli” diyor.
Yaklaşık 20 yıllık bir mağduriyet süresince susup, şimdi hakkını aramaya kalkışmasını, AK Parti’nin antidemokratik yönetimlerle hesaplaşması ve demokratik açılımın getirdiği güvenden kaynaklandığını Bozan özellikle belirtiyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen torba yasasıyla göreve dönenleri görünce Bozan’da MSB’ye müracaat etmiş ancak, “Bu yasa sizin durumunuzu kapsamıyor” diye cevap almış.
İşten atılması bir üzüntü kaynağı olsa da, en çok “Ailemin bana ihtiyacı olduğu bir zamanda, onlara katkı sağlayamadım, el uzatamadım. Bu acı çok daha kötü” diyor.
Acının her türü kötü aslında ve acının renginin olmaması da bundandır. Umuyorum “disiplinsizlik” bahanesiyle içi doldurulmayan sanal suçlamaların, gerçeğe dönüştürülerek, aklama yolunun seçilmesidir.
Uzunca bir dönem mağdur edilen, üç kuruşa muhtaç hale getirilen insanlarımız, yaşlılığında aynı sıkıntıyla mücadele etmek zorunda kalmazlar. Bu, Ermeni de olsa, Müslüman da olsa, Kürt, Türk veya Alevi de olsa değişmemeli, insan olması tek neden sayılabilmelidir artık.

Yorumlar kapatıldı.