İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yeni Türkiye’de Basın Özgürlüğü

Rasim Kütahyalı

Basın özgürlüğü meselesi Türkiye için çok önemli…Eski militarist-Kemalist rejimini başarıyla tasfiye eden Türkiye’nin yeni yolu liberal demokratik bir rejim olmak zorunda.Basın özgürlüğü de liberal demokrasinin olmazsa olmazlarından biri.Öte yandan Al Monitor’daki ilk yazımda vurguladığım gibi şu an Türkiye Post-Kemalist bir geçiş rejimini yaşıyor.Her şey birbirine karışmış halde şekilsiz ve tuhaf bir siyasi düzen var…

Turkish policemen watch from the roof of the Ataturk Cultural Center at Taksim Square in Istanbul, June 18, 2013. (photo by REUTERS/Marko Djurica)

***
                       
By : Rasim Ozan Kutahyali for Al-Monitor Turkey Pulse Posted on Ağustos 27.
Basın özgürlüğü meselesi Türkiye için çok önemli…Eski militarist-Kemalist rejimini başarıyla tasfiye eden Türkiye’nin yeni yolu liberal demokratik bir rejim olmak zorunda.Basın özgürlüğü de liberal demokrasinin olmazsa olmazlarından biri.Öte yandan Al Monitor’daki ilk yazımda vurguladığım gibi şu an Türkiye Post-Kemalist bir geçiş rejimini yaşıyor.Her şey birbirine karışmış halde şekilsiz ve tuhaf bir siyasi düzen var…
Elbette bu Türk medya hayatına da yansıyor.Eski rejim döneminde ana akım medya Türk ordusunu hiç eleştiremezdi.Tanınmış Türk gazetecileri orduyu överek,demokratik olarak seçilmiş sivil hükümetleri döverdi.Ana akım medyanın demokratik siyaset kurumunu itibarsızlaştırma çabaları Türk ordusu tarafından desteklenirdi.Çünkü Kemalist rejim döneminde siyasi partiler iktidar olabilmek için birbiriyle değil orduyla yarışırlardı.Ana akım Türk medyası ve gazetecileri de her zaman ordu-yandaşı konumdaydı.Adnan Menderes ve Turgut Özal gibi seçilmiş sivil siyasi liderleri değil darbeci generalleri desteklediler.1960’da ordu Menderes’i devirdi ve idam etti.1993’te de Özal şüpheli bir şekilde öldü.Geçen yazımda belirttiğim gibi şu an Özal’ın öldürüldüğüne dair bir dava sürüyor.Ankara savcılığı yaptığı araştırma sonucu Özal’ın ordu içindeki bir cunta tarafından zehirlendiğine karar verdi…Türkiye’nin bu kirli siyasi geçmişi sebebiyle Türkiye’nin çoğunluk nüfusu şu an “Menderes’i astınız,Özal’ı zehirlediniz,Erdoğan’ı yedirmeyiz” sloganıyla başlayan kampanyayı destekliyor.Gezi olaylarından sonraki anketlerde Erdoğan’a verilen destek %50’nin üzerinde…
Öte yandan kimi yorumlara göre eski rejimde Türk medyası Türk ordusundan daha da önemli bir güçtü.Medya sahibi Türk sermaye grupları orduyla işbirliği içinde sivil hükümetlere siyasi baskı yapardı.Halkın seçtiği sivil hükümetler İslam,Kürt,Kıbrıs,Ermeni gibi tabu konularda demokratik adımlar atmak istediğinde ana akım medya hükümetlere doğrudan saldırıya geçerdi.Askeri istihbarattan medyaya verilen “gizli dosyalar”la Kemalizmden farklı düşünen politikacılara karakter suikasti yapılırdı.Hükümetler de medyanın manşetlerinden korkar ve demokratik reformlardan geri adım atardı…
1988’de Başbakan Özal ile o dönemin en büyük Türk medya patronu Erol Simavi arasındaki polemik yukarıda yazdıklarımıza iyi bir örnektir.Simavi en önemli ana akım Türk gazetesi Hürriyet’in patronuydu ve 19 Nisan 1988’de Başbakan Özal’a gazetesinin ilk sayfasından açık mektup yazmıştı…Simavi Özal’a bugün Erdoğan’a dendiği gibi “Diktatör” diyordu.Simavi’nin satırları şöyle…
“Kuvvetler ayrılığı düzeninde üçlü bir düzen vardır.Yasama…Yürütme…Yargı…Zatıdevletliniz bu ilkeyi tekliye dönüştürdünüz:Şimdi,varsa da, yoksa da ÖZAL…”
Ardından da Özal’a “uyarılar”ını sıralıyor Simavi…
“Benim kuvvetler ayrılığı kitabımda Türkiye’de 1.KUVVET faslında bilir misiniz ne yazar Sayın Başbakan?BASIN…Ya ikinci? “
Türk medya imparatoru Erol Simavi “ikinci kuvvet” derken neyi kastediyordu? 3 Mayıs 1988 tarihli Hürriyet de Erol Simavi “ikinci kuvvet”in ne olduğunu açıklıyor…
“Basın için dünyada dördüncü kuvvettir derler.Bu söz Türkiye için geçerli değil…Birinci kuvvet Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır… İkincisi,ordudur… Çünkü orduyu,darbelere basın hazırlar…”
İşte Türk medya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük patronunun medya-ordu ilişkileri ve “basın özgürlüğü”ne bakış açısı buydu.Türk ana akım medyası için basın özgürlüğü “ordu için darbe ortamı hazırlama özgürlüğü” idi.Orduyla beraber seçilmiş sivil hükümetlere saldırmak Türk ana akım medyasının temel özelliğiydi.Ana akım medya her zaman “gerçek iktidar” olan orduyu savunmuş “sözde iktidar” olan siyasi liderlere yüklenmişti.Bunun karşılığında da ordu,büyük devlet ihalelerini hep Türk medya patronlarına verdirdi.Medya patronları zenginliğine zenginlik kattı.Medya patronları ve hatta kimi ordu yandaşı genel yayın yönetmenleri Türk Başbakanlarından daha güçlüydü.Türk siyasi liderleri bu medya düzenini eleştirdiği anda da atılan manşetler hep aynıydı: “Diktatör,basın özgürlüğüne savaş açtı”
Türkiye’deki “basın özgürlüğü” tartışmaları bu tarihsel arkaplan bilinmeden anlaşılamaz.Basın özgürlüğü gibi çok değerli bir kavram Türk ana akım medya elitleri tarafından istismar edilmiştir. Nitekim bu tarihsel arkaplan sebebiyle Türkiye halkının büyük çoğunluğu Türk medya patronlarını ve gazetecilerini güvenilir bulmaz.Tüm bilimsel araştırmalarda çıkan sonuç budur…
Gelelim bugünkü Türkiye’nin basın özgürlüğü tartışmalarına…Bu tarihsel arkaplanı kavramış bir siyasi lider olan Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olduğu andan itibaren Menderes ve Özal’ın yaptığından farklı bir yolu tercih etti.Geçmişin iki Türk Başbakanı militarist düzenin uzantısı olan ana akım medya patronları ile pazarlık yolunu tercih etmişti.Özal ve Menderes ana akım medyaya istediği işleri ve ihaleleri verdikleri halde yine militarist medya düzeni değişmemişti.Erdoğan ise doğrudan kendi medyasını kurmayı tercih etti.Kimi kendine yakın işadamlarını medya patronu olmaya teşvik etti.Erdoğan da o işadamlarına imkanlar sağladı.Kemalizme karşı olan liberal ve muhafazakar yazarların bir kısmını o medya organlarında topladı.O gazetelerin ve TV’lerin kontrolü Başbakan Erdoğan ve çevresindeydi.Aynı şekilde ana akım Kemalist Türk medyasının çok saldırdığı isimlerden biri olan Türk imam ve vaiz Fethullah Gülen de kendi medyasını kurmaya yöneldi.Kemalist askeri rejimin yıkılması yönünde kararlı bir tutum sahibi olan Gülen de kendine bağlı işadamlarını gazete ve TV almaya teşvik etti.Gülen’in ordu-karşıtı medyası da liberallerin önemli bir kısmını transfer etti…Öte yandan eski rejimden kalma ana akım Türk medyası da varlığını sürdürüyor ama eski gücünde değil.Militarizmin çöküşünden sonra bu eski medya da önemini büyük oranda kaybetti…Yine çoğu Erdoğan’ın Başbakanlığı sırasında kurulan Erdoğan-karşıtı çok sayıda gazete var.Bunlardan Sözcü inanılmaz bir tiraja ulaştı.Şu an en çok satan üçüncü gazete konumunda.Hemen hergün “Tayyip diktatörlüğü” gibi manşetler atıyor…
Gülen ve Erdoğan-karşıtı medya
Yakın zamanda Türk medyasında Sözcü ile ilgili ilginç bir tartışma da yaşandı.Hükümet yandaşı gazete Star’ın kıdemli yazarı Fehmi Koru, Sözcü’nün sahibi Burak Akbay’ın yıllarca Gülen yurtlarında kalmış biri olduğunu ve Gülen cemaatiyle bağlantısının devam ettiğini yazdı.Koru’ya göre Akbay’ın Sözcü gazetesinde Erdoğan’a her türlü hakaret ediliyor ama Fethullah Gülen ile ilgili hiç eleştiri yapılmıyordu.Yapılıyorsa da önemsiz konularda yapılıyor ve geçiştiriliyordu.Bu iddiaya Erdoğan-karşıtı sert Kemalist gazete Aydınlık’ın yazarı Sabahattin Önkibar da destek verdi ve “Sözcü Gülen’in gizli gazetesidir.Gülen’in devletteki örgütlenmesi konusunda tek manşet atamazlar” diye yazdı.Önkibar daha önce de Erdoğan-karşıtı aşırı ulusalcı gazete Yeniçağ’dan “Erdoğan’a her türlü vuruyoruz ama Fethullah Gülen’i eleştiren yazılarım sansürleniyor” diyerek ayrılmıştı.Aynı şekilde Türkiye sosyalistleri arasında da Gülen meselesi ile ilgili bir tartışma yaşandı.Birgün ve Sol gibi Erdoğan-karşıtı sosyalist gazetelere göre solcu ana akım Radikal gazetesi de dolaylı olarak Gülen’in kontrolündeydi.Radikal’in genel yayın yönetmeni Gülen okullarından yetişmiş bir Gülenist olan Eyüp Can’dı.Böylece Radikal’de de Erdoğan’a ağır eleştiriler yapılıyor ama Gülen-karşıtı manşet atılamıyordu.Eyüp Can bu solcu görünümlü gazetede Gülen cemaati aleyhine sert yazılar çıkmasını engelliyordu…
Mithat Sancar olayı
Türk medyasındaki son gelişmelerden biri de Kandil Dağı’na çıkarak PKK liderleriyle söyleşi yapan liberal profesör Mithat Sancar’ın ana akım gazete Milliyet’ten kovulması oldu.Profesör Sancar Başbakan Erdoğan’ın da çok değer verdiği bir akademisyen ve bizzat Erdoğan tarafından barış sürecinde akil insan olarak seçilmişti.Sancar kovulunca hiç kimse “Erdoğan Sancar’ı kovdurdu” diyemedi.Oysa Erdoğan-yandaşı olmayan Türk medya analisti Memduh Bayraktaroğlu’na göre daha önce Milliyet’ten kovulanların da Erdoğan’la bir ilgisi yoktu.PKK’ya yakın olduğu düşünülen yazarlar kovulmuştu.Oysa Erdoğan PKK ile masaya oturan ve barış sürecini başlatan liderdi.Nitekim Erdoğan-yandaşı Yeni Şafak kovulur kovulmaz kıdemli Türk gazeteci Hasan Cemal’e yazarlık teklif etmişti…
Türkiye’de basın özgürlüğü meselesi karmaşık bir mesele.Kim kimin yandaşı? Kim kime muhalif? Kim “gerçek iktidar” kim “sözde iktidar”? Hangi muhalif görünen yazarlar hangi “gizli iktidar”ın kontrolünde demokratik siyaset mekanizmasına saldırıyor? Al Monitor’da çıkan basın özgürlüğüyle ilgili kimi yazıları da bu perspektifle okumakta yarar var…
Read more: http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/08/press-freedom-new-turkey.html#ixzz2dM7TsDV9

                                              

Yorumlar kapatıldı.