İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Laiklik, demokrasi ve ayrımcı kodlama

Soli Özel/ sozel@htgazete.com.tr
Her şey dalga dalga toplumun üzerine geliyor aslında. Bunca zaman  olmayan bir gerçekliğe yani devletin gerçekten laik olduğuna inandıktan  sonra işin aslını öğrenmek vicdan sahibi olanlara zor geliyor. Böyle  dertleri olmayanlar, ki herhalde sayıları küçümsenmeyecek kadar yüksek,  bu türden tatsız sürprizlere şaşırmıyorlar. Türkiye’nin Müslüman olmayan vatandaşlarına uygulanan kodlamadan  bahsediyorum.

Bu ülkede yaşayan ve “Türk devletine vatandaşlık bağıyla  bağlı herkes Türktür” iddiasının gerçek dışılığını çok zarif bir  açıklıkla ortaya çıkaran uygulamadan Agos gazetesinin açığa çıkardığı, geçen gün Habertürk gazetesinin  Polemik sayfasına da konu edilen mesele şu: Devlet Müslüman olmayan  vatandaşlarına sadece kendisinin bildiği kodlar verirmiş ve bunları  sicillerine kaydedip asla unutmaz ve unutturmazmış. Bu kodlama siz kendi  hayatınıza ne nizam vermek isterseniz verin meğer sizi takip de  edermiş öyle ki diyelim, anneanneniz ya da babaanneniz 1915 kırımından şu  ya da bu şekilde kurtulmuş, Müslüman olmuş ve hayatının geri kalanını  bu şekilde geçirmiş bir Ermeni. Eyüp Can’ın dünkü köşesinde aktardığı  bir gerçek öyküye göre torun da kendisini o kodlamadan kurtaramıyor.  Bunun anlamı sizin “soy/din ağacınızdan” dolayı, vatandaşı olduğunuz  devlet tarafından kafadan “çürük mal” diye görülmeniz. Kısacası siz  aslında vatandaştan sayılmazsınız. Takip edebildiğim kadarıyla bu uygulamanın tam ne zaman başladığı belli değil. Ancak Cumhuriyet tarihinin  ilk dönemlerini incelemiş tarihçiler ve siyaset bilimciler makbul ve  “gerçek” Türk vatandaşının Hanefi mezhebinden Sünni Müslüman Türk olduğu  konusunda mutabıklar. Yıllardır da bunu yazıyorlar. Ahmet Demirel’in  müthiş kitabının başlığında yazdığı gibi asıl düstur “Ne mutlu Türküm  diyene” değil “Ne mutlu Türküm diyebilene”dir. O dönemin  kalıpları hala geçerli olduğu için de hem Türk olmayanlar yani Kürtler  hem de Sünni olmayanlar yani Aleviler bugün tam vatandaşlık mücadelesi  içindeler. Gayrimüslimler ise zaten kelaynaklar konumundalar. Gerçi o dönemlerde Avrupa’da da uygulamalar pek farklı değildir. Bugünün en ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerinde hatta Sosyal Demokratların İsveç’inde  bile ırkçı, üstün insancı tezlerin zihinsel hakimiyeti vardır.  Özürlülerin yok edilmesinin bir görev kabul edildiği, “soyu  kirletenlerin” yok edilmesinin Nazi Almanya’sında devlet politikası haline gelerek tarihin en kapsamlı soykırımının yaşandığı dönemdir. Dolayısıyla ve kuruluşta bir gayrimüslim düşmanlığı vardır. Bunun  sonucu onlara ikinci sınıf vatandaşlığın reva görülmesi, hukuk dışı  uygulamalara, mülksüzleştirmeye, yeniden yerleşime, “pogrom”a ve halen  süren ayrımcılıklara maruz bırakılmalarıdır. Demokrasi ve laiklik açısından hazin olan bu dışlayıcı anlayışın  Türkiye’de hala resmi veya toplumsal düzeylerde tedavülden  kalkmamasıdır. Gizli kararnameyle kurulan Azınlıklar Tali Komisyonu’nun kuruluşu 1960’lardır. Varlığından ise ancak AB reformları nedeniyle lağvedildiğinde kamuoyunun haberi olmuştur.  AKP iktidarının geçmişe göre en önemli farklarından birisi “laik”  devletin gayrimüslim vatandaşlara ve onların kurumlarına, vakıflarına  reva gördüğü haksız muameleyi ciddi şekilde değiştirmesidir. Gerçi aynı  iktidar ve ona yakın yöneticiler gayrimüslimlere yönelik nefret söylemi  karşısında sağırdırlar. Sonuçta asıl değişmesi gereken de bu  zihniyettir. Zira bu ülkede yaşayanlar dinleri, etnik kökenleri,  mezhepleri ne olursa olsun vatandaştırlar, korunmaya ya da “hoşgörü”ye  muhtaç teba değil. Tesadüfen de olsa bu kodlama rezaletinin açığa çıkması belki Türkiye’nin nihayet Lozan Anlaşması’nı tam olarak uygulamaya başlaması, tüm vatandaşlarını eşit  sayması, imzaladığı uluslar arası anlaşmalara uygun hareket etmesi ve  gerçekten laikleşmesi için bir vesile olur.

 

Yorumlar kapatıldı.