İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hürriyet’i Nasıl Bilirsiniz?*

By Azad Alik / Gülseren Adaklı

19 Ocak 2007 tarihinde Hrant Dink’in öldürülmesi ve ardından, benim de içinde olduğum belirli bir kesimde yaşanan travma; özellikle medyada ayrımcı dil, nefret söylemi, nefret suçu, vb. gibi konularda yoğun tartışmalara ve giderek düzenli medya-takibi (media watch) çalışmalarına ivme kazandırdı. Bu çalışmalarda benim için dikkat çekici ve rahatsız edici taraf, yöntemsel bir açıklığın ve dolayısıyla gerçeğin bilgisine ulaşmaya elverişli veri toplama tekniklerinin göz ardı edilmesi oldu. 

Rahatsızlığım bir “akademisyen kaygısı” olmaktan öte, politik bir özne olarak toplumsal gerçeklerle kurmaya çalıştığımız ilişkinin, toplumsal özgürleşmeye dair çabalarımızın daha sağlam bir zeminde kurulması ihtiyacını derinden hissetmemle alakalı. Bana göre toplumsal özgürlük adına toplumsal gerçekleri ortaya çıkarmak titiz bir yöntemsel uğraşı da zorunlu kılar. Söz konusu çalışmalar ise örneklem seçiminden başlayarak pek çok yöntemsel sorun barındırıyor ve gerçekliği anlamak, açıklamak ve değiştirmek için gereken lojistiği kanımca sağlamıyor.

4 Haziran 2010 tarihinde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gerçekleştirilen “Yazılı basında ayrımcılık ve nefret söylemi” konulu panelde bu sorunu gündeme getirdiğimde orada projeyi gerçekleştiren ve destekleyenlerin garipseyen bakışlarıyla karşılaşmıştım. Bu toplantıda sunulan Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek başlıklı çalışmada (Alğan ve Şensever: 2010), Türkiye’de yayımlanan 39 ulusal gazete içinden 20’si seçilerek bunların internet versiyonları taranmış ve hem nefret suçunu haber olarak işleyen, hem de kendisi nefret söylemi içeren 30 bin habere ulaşılmış. Araştırmacılar bu toplamı önce 5 bine, ardından 200’e ve nihayet 10’a düşürmüşler ama bu ayıklamayı neye göre yaptıklarını raporlarında belirtmemişler. Dolayısıyla 30 bin haberlik bir nefret söylemi evreninden seçilen 10 haberin temsil kabiliyeti bir hayli sorgulanabilir bir hal almış.
Ayrıntılı olarak incelemedim –sırada bekliyor- ama bu ve benzer çalışmalardaki temel sorun bana göre[1], “nefret”i tarihsel ve politik bir olgu olarak operasyonel biçimde tanımlamamaları ve dolayısıyla doğrudan olmayan, göze batmayan, aslen daha derinde yatan nefret unsurlarının, dolayısıyla medya söyleminde gömülü, tarihsel ve sürekli yeniden üretilen “yapısal nefreti” görünmez kılmaları. Kanımca görünmezlik kılıfını yaratan, nefret söylemi olarak bas bas bağıran ırkçı ifadelerin kodlanması, dolayısıyla Vakit, Yeni Çağ ya da Ortadoğu gibi yayın organlarından köpük köpük fışkıran nefretin veri olarak sunulması. Bunun sonucu ise Hürriyet gibi gazetelerin bünyesine yerleşmiş, ama nefretle özdeşleştirdiğimiz kodlara doğrudan uymadığı için görünmez kılınan, toplumsal ortak duyuyu hem besleyen, hem ondan beslenen yapısal nefretin gün yüzü görememesi…
Bu yazı, Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine Hürriyet gazetesinde dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkan kaygı ve üzüntü havasına eleştirel bir bakış getirerek, yapısal nefret meselesine ışık tutmayı amaçlıyor. Gazetede çıkan haberlerin ampirik bir taraması aracılığıyla ortaya çıkarılan pozitif temsilin toplumsal ve politik açıdan ne anlama geldiğini sorguluyor.
Hürriyet’te Hrant Dink’in temsil biçimleri
Hürriyet gazetesini yapısal nefret olarak adlandırdığım problemin faili olarak tanımlama sürecim 19 Ocak 2007 günü Hrant Dink’in ölüm haberini aldığımda yaşadığım şokun ardından düştüğüm bir yanılgıyla başladı. Hrant Dink’in ölümünden birinci derecede sorumlu olduğunu düşündüğüm Türk basınının ayrımcılıkta sınır tanımayan ve çok satan, kurulduğu 1948 yılından bu yana devlet politikalarının en güçlü destekçilerinden Hürriyet Gazetesini hedef tahtasına koymuştum. Köşe yazılarında Ermeni sorununu ele alış biçimi, Hrant Dink’in ölümüne yol açan nefreti ve ayrımcılığı kışkırtacak nitelikteydi. O halde Hrant Dink’i bilfiil kim öldürmüş olursa olsun, onun ölümüne yol açan koşulları sağlayanlardan biri Hürriyet Gazetesi olmalıydı.
Bunun üzerine “Hrant Dink” ifadesi geçen haberlerde ırkçı, ayrımcı nefret söyleminin bariz örneklerini bulacağımdan kuşku duymayarak gazeteyi basit bir içerik analizine tabi tuttum. Bunları bularak o meşum günün akabinde bizzat Hürriyet Gazetesinin baş sayfalarında dökülen timsah gözyaşlarını deşifre edecek[2], böylesi bir cinayetin, bir nefret suçunun nasıl basın yoluyla desteklendiğini gösterecektim. Hürriyet’in internet arşivinde 1998 yılından itibaren çıkan ve içinde “Hrant Dink” ifadesi geçen haberleri taramaya başladım ve 19 Ocak 2007’ye kadar 205 olan rakamın, sadece birkaç gün içinde binlere ulaştığını gördüm[3]. 19 Ocak şokunun neticesinde çıkan yüzlerce haberde apaçık negatif bir temsil olmamasını normal karşıladım ama katliamın öncesindeki yaklaşık 10 yılda çıkan 205 haberde de “aradığımız” şeyi, Hürriyet’i bir çırpıda mahkûm etmemi sağlayacak, apaçık kanıtları bulamadım… Diyelim bir Vakit Gazetesinde ya da Yeniçağ’da ya da Özgür Kocaeli’de gözümüze gözümüze sokulan kıyıcı nefret söylemini Hürriyet sayfalarında görmediğim gibi, söz konusu Hrant Dink olunca tam da tersine oldukça pozitif bir imajla karşılaştım. Başlangıç varsayımımı çökertecek bir tablo çıkmıştı karşıma. Söz konusu olan “Ermeni” olunca, durum değişiyordu elbette ama 1998-2007 arasında bu gazetede çıkan hemen hiçbir haberde, Hrant Dink’e yönelik doğrudan aşağılama, karalama, vb. mevcut değildi.
Hürriyet’teki olumlu temsili görünce sorumu gözden geçirmek zorunda kaldım: Bu namevcudiyet, Dink cinayetinde Hürriyet’in beraatını sağlayacak bir veri olarak görülebilir miydi? O günlerde araştırmayı derinleştirip, bu yeni soruya yanıt aramak ve çelişkiyi deşifre etmek mümkün olmadı ama soru kafamın bir köşesinde yer etti. Geçtiğimiz günlerde bir vesileyle yeniden soruya dönüp taramayı tekrarladım ve daha fazla örneğe yakından bakmaya çalıştım. Sonuç farklı değildi, Hürriyet gazetesinde “Hrant Dink” adının geçtiği haberlerde Dink pozitif bir kimlikle yer alıyordu…
Hürriyet’te, içinde “Hrant Dink” geçen 3.231 adet haber ve köşe yazısının yıllara göre dağılımı (1998-2013)[4]
(erişim tarihi: 11 Şubat 2013)
Daha derinlemesine yaptığım içerik analizinde açığa çıkan, Hrant Dink’in görece pozitif temsilinden şu sonucu çıkarmak mümkün: Bir resmi söylem şampiyonu olarak Hürriyet, “Ermeni” söz konusu olduğunda bütün dikkatiyle “Türk tezlerini” savunan manşetler, haberler ve yorumlar yayımlıyordu. Ancak Hrant Dink, bu kanonda negatif bir unsur olarak yer alamayacak ölçüde “iyi Ermeni” olarak temsil edildi.
Örneğin, Atom Egoyan’ın Ararat filminde Türklerin olumsuz temsilini yoğun olarak işleyen gazete, kendisine önemli bir desteği bu “iyi Ermeni”den sağladı:
“Cannes’da dün gösterilen Ararat’a ilk tepki, Ermeni asıllı Türk gazeteci Hrant Dink’ten geldi. Dink filmin sonunda yönetmen Atom Egoyan’ı fırçaladı.” (Elveren, 21 Mayıs 2002)[5]
Başlığa ve metindeki kimi hasmane ifadelere rağmen haberde esasen Dink dışında başka Ermenilerin de sözlerine yer veriliyor: Ararat filminin yönetmeni Atom Egoyan, oyunculardan Charles Aznavur ve Eric Bogosyan. Haber metnine aktarıldığı kadarıyla hepsi de (Dink dâhil) Ermeni sorununun inkârcı olmayan, barışçıl bir çözüme kavuşması yönünde beyanda bulunuyorlar. Lakin gazete, diğer sözlerini de pas geçerek, Dink’in Türk tezini desteklemeye yarayan, “Nasıl böyle bir film yaparsınız?” şeklindeki ifadesini başlığa taşıyor ve metni yine Dink’in şu ifadeleriyle örüyor:
‘‘Türk – Ermeni ilişkileri açısından müthiş zararlı bir film. Bu film Türkiye’de oynayamaz. Bu dil ne yazıda, ne de sinemada bizim dilimiz olamaz. Hem barıştan, hem diyalogtan bahsetmek, bir yandan da üzerine benzin dökerek bunu körüklemek olmaz. Bu filmi üreten insanların söylemleriyle filmin içeriği çok farklı. Filmin genelde sorgulayıcı bir yanı var. Ama her şeye rağmen filmin arasına sıkıştırılmış olan o sahneler kabul edilemez. Bir Türk olarak Türk’ü, bir Ermeni olarak Ermeni’yi, bir insan olarak insanı, insanlığından utandıracak sahneleri yinelemekle mi bu anlayış ortamını oluşturacağız?” (Elveren, 21 Mayıs 2002)
Hürriyet’in çok iyi uyumlulaştırdığı devlet imajı ile devletin tarihsel günahları arasındaki kopmaz bağ, özellikle “24 Nisan krizi” haberlerinde bariz biçimde karşımıza çıkıyor ve bu türden haberlerde de en güçlü desteklerden biri, “diasporaya” karşı Hrant Dink oluyor:
24 Nisan’ın yaklaşmasıyla birlikte Ermeni diasporası, Türkiye’ye karşı seferber olurken, diasporanın ‘‘düşmanlığa’’ dayalı politikasına en güzel yanıt İstanbul’dan geldi. Altı yıldan beri İstanbul’da yayımlanan haftalık Ermeni gazetesi AGOS’un yazı işleri müdürü Hrant Dink, Türkiye Ermenisi olmaktan gurur duyduğunu söyledi. Dink, Türkiye Ermenilerinin korktuklarını ileri süren Batı’daki Ermeniler’e de şu davette bulundu: ‘‘Gelin buraya konuşmaya hazırım. Çünkü Türkiye Ermenisi olmaktan gurur duyuyorum. Gazetemle bu toplumun yeniden doğuşunu temsil etmek istiyorum. (…) “Eğer Türkiye demokratikleşmezse, Ermenistan hiçbir zaman güvende olmaz. Türkiye’nin, boğulmanın eşiğinde olan bu genç devlet için bir şans olabileceğine inanıyorum. Bu ütopya gibi görülebilir ama Ermenistan yarın, Türkiye sayesinde, AB’ne ait bir komşuya sahip olma şansına kavuşacak. (Ergan, 22 Nisan 2002)
Bu habere eşlik eden aynı tarihli bir başka haberde Dink’in beyanının Türk devleti tarafından nasıl işlevselleştirildiğini görüyoruz. Haberde; İsveç Hükümeti’nin, o yıl gerçekleştirilecek Stockholm Uluslararası Forumu’nun “Gerçek, Adalet ve Barışma” konulu bölümüne Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın katılıp 7 dakikalık bir konuşma yapacağını bildirerek Türkiye’nin “buna karşı önlem almasını” sağladığı belirtiliyor. Bu çağrıya icabet eden Türk Hükümeti’nin İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı ile temsil edileceğinin aktarıldığı haberde Dink’in sözleri eşliğinde şöyle devam ediyor:
Akarcalı konferansta bugün yapacağı konuşmasında önceki gün Hürriyet’in manşetten verdiği AGOS dergisi Yazı İşleri Müdürü Hrant Dink’in ‘’Türkiye Ermenisi olmaktan gururluyum. Ermeni meselesini 1915 mezarları arasında aramayın’’ sözlerini içeren demecine değinecek. (Ergan, 24 Nisan 2002)
Bir sonraki yılın 24 Nisan’ında da manşete Dink’le yapılan röportajın uygun cümlesi taşınıyor: “Ermeni sorunu, ABD’nin değil bizim meselemiz”. Hrant Dink bu söyleşide Türk ve Ermeni toplumlarının “kendi” sorunlarını “yabancı” ellere bırakmaması gerektiğini söylüyor ve bana kalırsa bu ifadeler, bütün naifliği ile, ulus-devletlerin büyük günahlarını göz ardı eden bir tür denge arayışını yansıtıyor:
ABD’li veya Fransız bir doktor bu işi çözemez. Çözmez de zaten. Çünkü hastalığın bulaşıp yaygınlaşmasına yol açanlar onlar. Onlara insiyatif verirseniz bunu sonuna kadar kullanırlar ve mesele tamamiyle içinden çıkılmaz bir hal alır. Bizim üzerimizden politika üretirler ve bizi de malzeme olarak kullanırlar. Fransızlar veya Amerikalılar tarihe ilişkin gerçekleri bugün öğreniyor değiller ki. Bugün gündeme getirmelerinin nedeni tamamiyle siyasi. Bu gerçek artık net olarak görülmeli. Ermeni meselesinin uluslararası arenada malzeme olarak kullanılmasına göz yumulması, hatta buna alet olunması, Ermeni toplumu için bir zuldür. Kendi tarihine, kendi atalarına karşı bir haksızlıktır.[6]
Dünya Ermeni Olimpiyat Oyunları’na Türkiye’den giden Ermeni kafilesine saldıran bir grup Ermeniyi ağır biçimde eleştiren Hrant Dink’e, “Erivan’da fanatizm” başlıklı haberde de özel bir işlev yüklenmiş görünüyor:
HRANT DİNK (Agos Yayın Yönetmeni): Bizi son sınıf Ermeni statüsünde görüyorlar
Türkiyeli Ermeniler sadece bu tür spor olaylarında değil, göç ettikleri Diaspora içinde de ‘‘daha sıkı’’ Ermenilerden bu tür davranışlar görüyorlar. Gerçeği kabul etmek gerekir ki, Ermeni dünyasının kemikleşmiş bir bölümünde Türk kelimesine en ufak bir tahammül bile yok. Dolayısıyla ‘‘Türkiyeli Ermeni’’ kavramı da ‘‘Türkçe konuşan Ermeni’’ kavramı da bunların nezdinde hayli itici. Zavalılar, bizi bu şekilde öteleyerek kendilerinin daha sıkı Ermeni olacaklarını sanıyorlar. Asıl önemlisinin hem Türkiye’de kalmak, hem de Ermeni kalmaktan geçtiğinin farkında değiller. Oysa biz Türkiye Ermenileri tam da bu zor olanı başarıyoruz. Bunca dayatma ve sıkıntılarımıza rağmen köklerimizin çok derinlerde olduğu bu topraklarda kalmayı ve hem de kimliğimizi koruyarak yaşamayı beceriyoruz. ‘‘Aşkolsun size’’ demeleri gerekirken ne yazık ki son sınıf Ermeni statüsünde görüyorlar bizi. Ama aynı şey Türkiye kamuoyu için de geçerli. Aynı hasta durum burada da var. Ulusal kimliklerin birbirine düşmanlık temelinde yükselmelerine son vermenin ve kimlikleri barış kültürüyle zenginleştirmenin zamanı geldi de geçti. (Kaplan, 15 Aralık 2003)
Yukarıdaki haberden yaklaşık 1 yıl sonra yayımlanan ve aşağıda bir kısmını alıntıladığım bir başka haberde de “Türkiye Ermenileri”-“diaspora Ermenileri” karşıtlığı Hrant Dink üzerinden kurulmuş:
“ALGILAYAMIYORLAR
Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink ise Diaspora Ermenileri’nin Türkiye’deki değişimi algılayamadıklarını belirterek, ‘Türkiye’nin değişmeyeceğine ve demokratlaşmayacağına ilişkin sabit fikirleri var. Türkiye’yi iyi okuyamıyorlar, fotoğrafı iyi göremiyorlar’ dedi. Dink, daha sonra şunları söyledi: ‘Ben toplantıda, Ermeni dünyasının geleceği açısından, Türkiye’nin AB’ye girmesinin önemli açılımlar sağlayacağını düşündüğümü belirttim. Arkasından da, diaspora Ermenileri’nin bunu engellemek için bu kadar ön plana çıkmalarının ciddi bir hata olduğunu söyledim. Böyle bir nedenle Türkiye AB’ye giremez noktaya gelirse, bunun sonuçlarından bütün bir Ermeni dünyasının etkileneceğini özellikle vurguladım.’” (Kaplan, 30 Kasım 2004)[7]
Hrant Dink’in ölümüne gösterilen tepkinin (cenazesine katılan kişi sayısı ve davasının yarattığı etki üstünden ölçülebilecek), Ermeni sorununa gösterilen duyarlılığın çok ötesinde olması, Hürriyet’in yarattığı pozitif temsilin gündelik bilinçte de bir karşılığı olduğunu gösteriyor olabilir mi? Böylesi bir bağlantının desteklenmesi ampirik olarak başka bir saha analizini gerekli kılsa da, Hürriyet gibi sürekliliğini ve dolayısıyla okurlarını korumuş bir gazetenin iyi Ermeni temsilinin, hem katkı sunduğu hem de beslendiği bir kolektif bilincin parçası olduğunu varsayabiliriz. Böylelikle Hürriyet ne yapıyor? Bir yandan yıllar boyunca Ermeni sorununa yaklaşımındaki yapısal nefreti istikrarlı bir şekilde koruyor; diğer yandan Hrant Dink’in pozitif temsili aracılığıyla, örneğin Vakit gazetesinde olduğu gibi açık bir nefret söyleminden uzak durarak, kendisini tarafsızmış gibi gösteren bir merkezde konumlandırıyor. Parçası olduğu kurumsallığın (establishment) sözde demokratik görüntüsünde Hrant Dink’i araçsallaştırıyor: Böylelikle Hrant Dink’i öldürmek, liberal açıdan yaşama ve ifade özgürlüğüne bir saldırı olarak görülecek; ama Ermeni soykırımını reddetmek ırkçılık olmayacaktır. Zira bütün Ermenilere düşman olmak, toplumsal rızası zayıf kalan bir ırkçı politika olacak, hâkim siyasi projenin sivil toplum içindeki yerleşikliğini tehdit edecekti. Ama bu pozitif temsil hiç bir şekilde Ermeni sorununa olan mevcut ayrımcı bakış açısına dokunmayacaktı…
Hürriyet’in bu yönelimi ilk defa Hrant Dink cinayetiyle ortaya çıkmış değil. 2. Dünya Savaşının ardından açığa çıkan “iki kutuplu dünya”da, Türk devletinin güçlü bir şekilde “Amerikan kutbu”na yanaştığı bir dönemde, yeni politikaya rızanın sağlanmasında benzersiz katkılar sunmaya başlayan Hürriyet, yapısal bir tarafgirlik sergiledi; tarafsızmış gibi görünüp, sistemden taraf oldu, içinde her türden toplumsal eşitsizliğin, tahakkümün normalleştirildiği status quo’ya sahip çıktı. Bu tür bir yapısal tarafgirlikte ise Türk tezlerini doğrudan savunmak ya da desteklemekten daha iyisi, TC tarihinde çokça örneğini bulabileceğimiz yaygın manipülasyon, defamasyon, dezenformasyon, vb. çabalarıdır. Bu nedenle, bu işlemlerin zaman zaman doğrudan, zaman zaman da daha dolaylı yollardan gerçekleştirildiği bir medya kültüründe küfür edebiyatını benimseyen faşist yayın organlarından daha önce dikkati, Hürriyet, Milliyet ya da Cumhuriyet gibi geleneksel statükocu yayın organlarına yöneltmek gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, Ermeni meselesini ayrımcı-ırkçı motiflerle, başlıklarla, dilsel tercihlerle sunan Hürriyet Gazetesinde Hrant Dink’in pozitif temsili bize bu konuda daha dikkatli çözümlemeler yapma görevi yüklüyor.
Nefret söylemi yerine yapısal nefrete bakmanın anlamı
Ayrımcı ya da nefret içeren söylemlerin yayılmasında ve bir davranışsal “etki” yaratmasında medyaya özel bir “güç” atfedilegelmiştir. Amerikan davranışçı okulu en azından 1940’lardan bu yana bu etkiyi doğrusal biçimde tanımlarken, eleştirel iletişim çalışmaları, etki problematiğini çok boyutlu ve karmaşık toplumsal güç ve eşitsizlik yapılarını referans alarak yeniden kurmuştur. Bu çalışma geleneğine göre “medya gücü”, basitçe bir tür “şırınga etkisi” olarak kavranamaz, mevcut toplumsal güç/iktidar ilişkileri ile eklemlenen, tekrarın sıradanlaştırıcı/pekiştirici özelliğine yaslanan yapısallaşmış bir bütünden söz edilebilir.
Nefret söylemi çalışmalarının gözde akademisyenlerinden Teun Van dijk, “toplumsal iktidarı”, (daha) güçlü grup ya da kurumların (ve onların üyelerinin), daha güçsüz grupların eylem ve zihinlerini kontrolünü de içeren bireyler ve gruplar arasındaki bir toplumsal ilişki olarak tanımlıyor ve bu tanım çerçevesinde simgesel ve iknaya dönük olan medya gücünün esasen okuyucu ya da izleyicilerin “eylemlerini” doğrudan kontrol etme gücü değil, onların zihinlerini -o da belli ölçüde- kontrol etme potansiyeli anlamına geldiğini belirtiyor. Ona göre, medya dışında yer alan yargı ve bürokrasi gibi bilgi kaynaklarının varlığı, dahası, medyanın bu kurumlarınki gibi yaptırımlara sahip olmaması nedeniyle, onlar olmaksızın medya gücü, herhangi bir itaatsizlik durumunda doğrudan bir kontrol gücü olarak varlık gösteremez; medya gücü ne kabaca “etki” ne de kabaca “manipülasyon” terimleriyle anlaşılamaz. (Van Dijk, 1995)
Hürriyet’in ve diğer medya organlarının temsil stratejilerini bu çerçevede ele almak gerekir. Yani, nefret söylemi ile nefret suçu arasında varsaydığımız ilişkinin dolayımlarını, farklı simgesel evrenleri, farklı medium’larla işlenen/yeniden üretilen toplumsal belleğe ve ideolojilere dair unsurları[8], politik coğrafyaya göre farklılaşan biçimleri[9], izlerkitlenin değişik tepkilerini[10] vb. ortaya koymak zorundayız. Kısacası, toplumsal iktidar çok katmanlı, sınıfsal eşitsizliğin hâkim olduğu, yaygın, zorlayıcı, doğrudan yaptırımlara sahip (meşru şiddet tekeli) bir iktidardır ve medya bu iktidarın simgesel alandaki önemli bileşenlerinden biridir ama onun aracılığı, dolaylı bir zihinsel kontrolü içerir[11]. Medyadaki söylemler/temsiller, tarihsel olarak yapılaşmış sınıfsal, etnik, cinsiyete dayalı, vb. tahakküm biçimlerini derin biçimde bünyesinde barındırır. Yapısal nefret, bu tarihsel ve toplumsal hikâyenin bir ürünüdür ve eğer anlaşılmak isteniyorsa, tarihsel olarak ele alınmalıdır. Bu ise çok kolay bir iş değildir, bir hayli sosyoloji formasyonu, efor, ve belki de her şeyden önemlisi, eleştirel ve politikleşmiş bir akıl gerektirir.
Yapısal nefretin politik sonuçları
Nefret söyleminden ziyade yapısal nefretin oluşma biçimine bakmayı önermemin politik bir karşılığı da var. Apaçık nefret bildiren söylemler, sosyolojik bir değişim olmaksızın, yani bu dilden rahatsız olanların sayısını artırmaksızın ortadan kaldırılamaz ama onlar için yasal müeyyideler konulabilir, gazetecilik faaliyetine uygun olmayan tutumlar cezalandırılabilir. Ancak yapısal nefretin tek bir öznesi, nesnesi, göstergesi olmadığı, hem Hürriyet gibi basın organlarında uzun vadede ustalıkla oluştuğu, Hrant Dink cinayeti gibi olayları araçsallaştırarak geliştiği için doğrudan bir yasayla ya da düzenlemeyle cezalandırılamaz. Zira nefret sadece basın organında değil, toplumun içinde, gündelik algıda da aynı tarihsellikte oluşmuştur, apaçıklığıyla değil çelişkileriyle var olmayı başarmıştır. Hürriyet tam da hem “profesyonel gazetecilik” yapıp, yani yukarıda anlatmaya çalıştığım “yapısal yanlılıkla” malul olduğu[12], hem de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adeta mütemmim cüzü haline geldiği için nefret suçu yasalarıyla yargılanıp mahkûm edilemez.
* Bu çalışmada Azad Alik editörlerinin yanı sıra onca iş arasında eleştiri ve önerilerini esirgemeyen dostlarım Demet Dinler, Murat Gülsaçan ve Beycan Mura’ya çok teşekkür etmek isterim.
[1] Kısaca değindiğim 10 Yıl, 10 Örnek başlıklı projenin yanı sıra Hrant Dink Vakfı’nın Nefret suçu, nefret söylemi başlıklı araştırmasında (Çavdar ve Yıldırım, 2011), ya da Irkçı değilim ama… Yazılı basında ırkçı-ayrımcı söylemler başlıklı çalışmada (Köker ve Doğanay, 2011) kullanılan metotların, veri toplama tekniklerinin, analiz çerçevelerinin, bu çalışmalarla rezonans içindeki Irkçılığa-Milliyetçiliğe Dur De girişiminin açıklamaların (örn. bkz. Alğan, 2012) bu bağlamda gözden geçirilmesinde yarar görüyorum. Söz konusu çalışmaları ayrıntılı olarak incelemek gerekir kuşkusuz ama gözüme çarpan bazı önemli sorunları burada sadece işaret etmekle yetineceğim. Genel olarak bu çalışmalarda yapılmaya çalışılan analizler, operasyonel tanımlara ve kategorilere dayanmıyor. Metinlerde atıfta bulunulan mevcut literatür büyük ölçüde Avrupa ırkçılığı ve nefret söylemi bağlamında şekilleniyor ve Türkiye’ye özgü olan nefret söylemleri üzerine spesifikasyon yapılmıyor. Bununla doğrudan bağlantılı olarak, tarihten ve sınıftan bağımsız bir ampirik gerçeklik alanında ayrımcılığa ilişkin sorumlu/özne; vicdansız, acımasız yöneticiler, ırkçı politikacılar, onlara destek veren medya holdingleri, vb. gibi, mevcut hukuk normlarına göre “yargılanabilir” tikel birey ya da kurumlar olarak gösteriliyor. Ama mevcut hukukun yargı çemberine giremeyecek olan tarihsel cinayetler ve yapısal nefretler bu çerçevede kendisine yer bulamıyor; dolayısıyla Ermeni meselesini tarihsel-toplumsal bir olgu, bir büyük felaket olarak toplumsallaştırmaya ve mahkûm etmeye yönelik normatif bir önerme de kurulamıyor…
[2] Timsah gözyaşlarına pek çok örnek verilebilir ama geçerken birini zikredelim. Hürriyet Gazetesinin en sıkı “ulusalcı”larından Özdemir İnce’nin, 19 Ocak 2007’den önce Hrant Dink’in adını andığı 3 yazısında Ermeni meselesinin ırkçı olmayan bir yorumuna rastlamak imkânsızdır ama bu tarihten sonra kaleme aldığı 21 Ocak 2007 tarihli yazı şu cümle ile biter: “Kardeşim Hrant Dink seni koruyamadık, seni savunamadık. Bağışla bizi!..”
[3] 19 Ocak 2007 tarihli online edisyonda yer alan Dink Cinayeti ile ilgili 62 habere şuradan ulaşabilirsiniz: http://arama.hurriyet.com.tr/arama.aspx?t=%22Hrant+Dink%22&a=&s=&d=20070119&p=1&r=tarih
[4] Bu dökümün 770’ini köşe yazıları (“yazarlar” kısmında gösterilen sayı) oluşturuyor. Ayrıca bu tablo aynı haberin farklı versiyonları nedeniyle tekrarları da içeriyor.
[5] Bu haberde aktarılan tepkisel dile karşılık 15 gün kadar önce aynı gazete sayfalarında Hrant Dink, Egoyan’ın yeni filmini Türk ve Ermenilerin ortak belleğini yeniden oluşturmak üzere bir “terapi” olarak nitelemiştir:
“Türkler’in ve Ermeniler’in ortak bir belleği vardı. Biz bu ortak belleği yitirdik ve yerine monolog bellekler yerleştirdik. Herkes kendi tarihini kendisi anlatıyor. Oysa, bu filmde, benim görebildiğim kadarıyla o ortak belleği anlatan bir duruş var. Bu filmin galasının Türkiye’de yapılması, ortak belleği yeniden kazanmak yolunda bir ilk adım ya da terapi başlangıcı olabilir.” (Kaplan, 4 Mayıs 2002)
Bu iki haberdeki birbirine tamamen zıt tepkileri nasıl anlamlandırmak gerektiğini bilmiyorum, belki de filmi izlemeden yaptığı açıklamadan daha sonra rahatsız olmuştur ama aradan geçen 15 gün içerisinde Dink’in refleksinin taban tabana değişmesini bir yere not etmek gerekir sanırım…
[6] Benzer yeğlemeler, şu iki haber başlığında da açıkça görülebiliyor: “Hrant Dink: Avrupa bedel ödemeli” (Hürriyet Online, 10 Nisan 2005); “Ermeniler, Avrupa için hâlâ sermaye”, (Tosun ve Atak, 11 Nisan 2005)
[7] Aynı haberde sözleri alıntılanan bir başka Türkiye Ermenisi, Gazeteci Etyen Mahçupyan’dır: “‘Siz Türkiye’nin AB’ye girmesine direniyorsunuz. Demek ki, aslında soykırımın tanınmasından korkuyorsunuz’ dedim. Çok kızdılar. Arkasından, ‘Türkiye’de hiç Ermeni olmasaydı veya kalmasaydı çok daha rahat edecektiniz. Çünkü sadece sizin sesiniz duyulacaktı. Siz hálá ölüler üzerinden siyaset yapmayı tercih ediyorsunuz. Halbuki siyaset yaşayanlar üzerinden yapılır. Türkiye Ermenileri olup bitenlerin farkında, dedim.’” (Kaplan, 30 Kasım 2004). Mahçupyan, “Suçlu Diaspora’dır” (Lüle ve Gündüz, 13 Nisan 2005) ya da “Diasporadan Mahçupyan’a ve Dink’e tepki” (Hürriyet Online, 13 Nisan 2005)  başlıklı haberlerde de “Türkiye Ermenileri” karşısında “diaspora Ermenileri” stereotipini güçlendiren aktörlerden biri olmuştur.
Orhan Pamuk’un 301. Maddeden yargılandığı 2005 yılında Dink ve Mahcupyan dışında başka örnekler de Hürriyet sayfalarında yer buluyor: “Pamuk işimize niye karışıyor”, (Hürriyet Online, 19 Aralık 2005); “Manukyan filmine Dabağyan’ın tepkisi”, (Aktaş, 23 Aralık 2005); “Moral yemeğinde AP heyetine Ermeni protestosu”, (Arslan, 18 Aralık 2005).
[8] Yapısal nefret’i bütünlüklü ve analitik olarak ortaya koyabileceğimiz medium’lar gazetelerden ya da ondan daha yaygın erişime sahip olan televizyonlardan ibaret değildir. Sinema, çok-satan kitaplar ya da billboard’lar da kamusal tartışmayı ve söylemi besleyen, yönlendiren simgesel evrenler olarak analize dâhil edilmelidir. Ama her şeyden önce sanırım simgesel evrenlerin üretim sürecine bakmak gerekir. Medyadaki üreticiler halkın rızasını almak konusunda her şeyi ölçüp biçemiyorlarsa bile, reytingleri ve kamu ihalelerinden ya da Kuzey Irak petrol dağıtım şebekelerinden alabilecekleri payları hesaplamakta gayet maharetliler kanımca. Bu bağlamda, medyada mülkiyet ve kontrol ilişkileri, kamusal söylemin oluşumunu anlamak açısından çok önemli bir çözümleme düzeyidir.
[9] Örneğin, 1960’lardan itibaren Batılı haber medyasının daha az ırkçı görünmeye başladığını ve bu genel ideolojik değişimde liberal nitelikli gazetelerin özel bir rol oynadığını söyleyen Van Dijk’ın bu tespiti (1995) Türkiye için ne kadar geçerlidir?
[10] Yine Van dijk, medyadaki ırkçı temaların yaygınlaşmasında bu temalarla ilişkili çıkarlara sahip bir geniş bir okur/izler kitleden söz ediyor: “Basının ikna etme gücü, eğer haber veriş tarzı okuyucu kitlesinin ilgileri/çıkarları ile uyumlu ise özellikle etkilidir. Bu durum özellikle ABD’de, Avrupa’da ve diğer Avrupalılaşmış ülkelerdeki ırk ve etnik olaylarda vakidir.” (1995) Bu ilgi/çıkar uyumunu analize dâhil etmediğinizde spekülasyonun yolu açılmış olacaktır ki yazının başında kısaca değindiğim nefret söylemi çalışmalarındaki önemli sorunlardan biri de bu izlerkitle parametresinin eksikliğidir.
[11] Medya söylemi ve medya etkilerini milliyetçi söylem bağlamında irdeleyen ve bu konuda yapılan çalışmalarda tekrarlanan metodolojik kusurları ortaya koyan erken dönem çalışmalar için ör. bkz. Schlesinger, 1991; Brookes, 1999.
[12] Haber üretiminde kaynak kişi ve kuruluşların söylemlerine bağımlılığın egemen güç/iktidar sahiplerinin söylemlerini içermesi ve ulusal medyada her gün yeniden üretilmesi anlamında kullanılan “yapısal yanlılık” kavramının bence Türkçe literatürdeki en iyi açıklamasını şu çalışmada bulabilirsiniz: Ayşe İnal (1995) “Yazılı basın haberlerinde ‘yapısal’ yanlılık sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı: 67, s. 111-135. Bu yazının konusu bağlamında biraz açalım. Hrant Dink 301’den yargılandığında bu herhangi bir gazete için haber değeri taşır. Ve bu haberde en önemli akredite kaynaklardan biri, cumhuriyet savcısının yazdığı iddianamedir. Hürriyet gazetesi sadece profesyonel anlamda gazetecilik yaptığında dahi, TC’nin savcısını alıntıladığında yani, Ermenileri düşman olarak işaretleyen milliyetçi dili yeniden üretmiş olacaktır ve üretmiştir de…
Kaynaklar
Aktaş, Davut (2005) “Manukyan filmine Dabağyan’ın tepkisi”, Hürriyet Online, 23 Aralık, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3692200
Alğan, Cengiz (2012) “Nefret suçu, Nişanyan ve ifade özgürlüğü”, http://www.durde.org/2012/10/nefret-sucu-nisanyan-ve-ifade-ozgurlugu/#more-5916
Alğan, Cengiz ve Şensever, F. Levent (2010) Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek, İstanbul: Sosyal Değişim Derneği
Arslan, Özkan (2005) “Moral yemeğinde AP heyetine Ermeni protestosu”, 18 Aralık, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3667998
Brookes, Rod (1999) “Newspapers and national identity: the BSE/CJD crisis and the British press”, Media Culture & Society, Sayı: 21: 247-263.
Ceylan, Arzu (2005) “Utanmaz bizi Ermeni değil, Türk görüyor”, Hürriyet Online, 20 Nisan,  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=313070
Çavdar, Ayşe ve Yıldırım, Aylin B. (der.) (2011) Nefret suçu, nefret söylemi, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları.
Elveren, Muammer (2002) “Nasıl böyle bir film yaparsınız”, Hürriyet Online, 21 Mayıs, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=73182
Ergan, Uğur (2002) “Ermeni diasporasına Hürriyet’le yanıt”, Hürriyet Online, 24 Nisan,  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=67423
Ergan, Uğur (2002) “Türkiye Ermenisi olmaktan gururluyum”, Hürriyet Online, 22 Nisan, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=67020
Hürriyet Online (10 Nisan 2005) “Hrant Dink: Avrupa bedel ödemeli”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=310580
Hürriyet Online (13 Nisan 2005) “Diasporadan Mahçupyan’a ve Dink’e tepki”, 13 Nisan, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=311453
Hürriyet Online (16 Aralık 2005) “Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Dink: Ülkem adına üzülüyorum”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3661594
Hürriyet Online (19 Aralık 2005) “Pamuk işimize niye karışıyor”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=3671474
Hürriyet Online (19 Ocak 2007) “Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi: Bu cinayet, ülkemize yapılmış en büyük kötülüktür”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5806549
İnal, Ayşe (1995) “Yazılı basın haberlerinde ‘yapısal’ yanlılık sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı: 67, s. 111-135.
İnce, Özdemir (2007) “Şehit Hrant Dink’e ağıt!”, Hürriyet Online, 21 Ocak, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5812409
Kaplan, Sefa (2002) “Ararat, Geceyarısı Ekspresi değil”, Hürriyet Online, 4 Mayıs, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=69555
Kaplan, Sefa (2003) “Erivan fanatizmi”, Hürriyet Online, 15 Aralık, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=187664
Kaplan, Sefa (2003) “Ermeni sorunu, ABD’nin değil bizim meselemiz”, Hürriyet Online, 24 Nisan, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=142227
Kaplan, Sefa (2004) “‘Rahatız’ diye üzülmeyin”, Hürriyet Online, 30 Kasım, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=277359
Köker, Eser ve Doğanay, Ülkü (2011) Irkçı Değilim Ama: Yazılı Basında Irkçı Ayrımcı Söylemler, Ankara: İnsan Hakları Ortak Platformu,
http://www.ihop.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=351&Itemid=46
Lüle, Zeynel ve Gündüz, Levent (2005) “Suçlu Diaspora’dır”, Hürriyet Online, 13 Nisan, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=311282
Nişanyan, Sevan (2012) “Nefret suçlarıyla mücadele etmeli”, 29 Eylül, http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/nefret-suclaryla-mucadele-etmeli.html
Schlesinger, Philip (1991) “Media, the political order and national identity”, Media, Culture & Society, Sayı: 13; 297-308.
Tosun, Murat ve Atak, Ahmet (2005) “Ermeniler, Avrupa için hâlâ sermaye”, Hürriyet Online, 11 Nisan, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=310701
Van Dijk, Teun A. (1995) “Power and the news media”, D. Paletz (der.), Political Communication and Action içinde, Cresskill, NJ: Hampton Press, 9-36, http://www.discourses.org/OldArticles/Power%20and%20the%20news%20media.pdf
Kaynak: http://azadalik.wordpress.com/2013/03/10/19-1-2007-hurriyeti-nasil-bilirsiniz/

Yorumlar kapatıldı.