İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Evet, ben Sevr Anlaşmasını tercih ederdim

Ayşe Günaysu

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu mitlerinden en esaslısı belki de Sevr Antlaşması’nın emperyalistlere tutsaklık, Lozan Anlaşması’nın “kurtuluş” olduğuna ilişkindir. En esaslısı dedim çünkü devlet herkesi buna inandırmayı başarmış durumda. Hâlâ da Sevr tabusu kırılabilmiş değil. Serdar Kaya’nın Taraf gazetesinde Temmuz-Ağustos 2012’de yayınlanan Sevr Antlaşması ile ilgili bir dizi yazısı bu nedenle çok önemli bir “ilk”i oluşturmuştu. (Değerli İnsan Hakları savunucusu Ayşe Günaysu’nun bu yazısı umarız Sevr paranoyası ile yatıp kalkan çevrelere ders olur.HYETERT) 

Kaya’nın Sevr Paranoyası, Sevr’i Anlamak, Sevr Haritası,  Kötü İngilizler, İyi Türkler yazılarına  http://www.serdarkaya.com/taraf/ linkinden ulaşılabilir.

Elbette Sevr Antlaşması büyük güçlerin emperyal amaçlarına hizmet ediyordu. Ama Osmanlı İmparatorluğu da, bir miktar tüyleri yolunmuş durumda olsa da, emperyal güçlerden biriydi ve emperyal hesaplarla savaşa girmiş, fırsattan istifade kendi yurttaşlarına karşı korkunç bir soykırım gerçekleştirmişti. Hans-Lukas Kieser’in deyişi ile “19. yüzyılın ve başlamakta olan 20. yüzyılın başka hiçbir devleti hükümranlık alanındaki etnik haritanın hesaplı bir şekilde değiştirilmesi için bu kadar yoğun şiddet kullanmamıştı.”
Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanıp ulus devletlere bölünmesinin yanı sıra, kendi yurttaşlarına karşı işlediği suçların cezalandırılmasını da amaçlıyordu. Taner Akçam ile Ümit Kurt’un yeni kitabı Kanunların Ruhu’nda Sevr Antlaşması’nın konuyla ilgili maddelerinin bir özeti verilmiş. Antlaşma’nın 141. maddesi 1 Kasım 1914’ten itibaren zorla din değiştirmelerin iptalini, 143. madde aynı tarih itibariyle sürülmüş, kaybolmuş, hapsedilmiş insanların bulunması için devletin tüm imkanlarını seferber etmesini, 144. maddesi Türk olmayan Osmanlı vatandaşlarının yurtlarına dönerek mallarının ve işlerinin başına geçmelerini, el konulmuş mallarının kendilerine, ya da varislerine iadesini ve tazminini öngörüyordu. Sadece bunun için, Ermeni, Rum ve Süryani’lerden sağ kalanların köylerine, bağlarına, bahçelerine geri dönmeleri, kayıplarının devlet tarafındın tazmini için bile Sevr’i tercih ederdim.
Serdar Kaya’nın yukarıda bahsettiğim yazılarında çok yalın bir şekilde anlattığı gibi Sevr gayet adaletli hükümler de içeriyordu. Örneğin nüfusunun çoğunluğu gayrimüslim olan İzmir, Sevr Antlaşması’nda Türk egemenliğine bırakılıyor (hatta bu egemenliği simgelemek üzere kaleye Osmanlı bayrağının çekileceği belirtilmiş), ancak şehrin yönetimi Yunanistan’a veriliyor, tehcir edilen gayrimüslim İzmirlilerin şehre geri dönmelerinin sağlanması öngörülüyordu. Kurulacak yerel bir meclis kenti yerinden yönetecek, beş yıl sonra da Yunanistan’a bağlanma kararı alabilecekti. İzmir, eli kanlı Sakallı Nurettin Paşa tarafından “kurtarıldı.” Kurtarılmaz olsaydı. Çünkü “kurtuluş” şehrin Rum halkının kitleler halinde katli, kadınlara toplu tecavüzler, Fransız tarihçi Edouard Driault’un tarihe kayıt düştüğü gibi İzmir limanı’nda denizin yüzeyinin, “üzerinde yürünebilecek şekilde” cesetlerle kaplanması şeklinde oldu (Tessa Hofmann, Matthias Bjornlund, Vasileios Meschanetsidis, The Genocide of Ottoman Greeks,  Caratzas Yayınevi, 2011, s.88). Evet, sadece İzmir felaketinin yaşanmaması için bile Sevr’i tercih ederdim.
Sevr Antlaşması bize anlatılandan farklı olarak Anadolu’yu değil, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalıyordu. Sevr’de Osmanlı’nın kayıpları arasında Ege adaları, Hicaz, Suzan, Kıbrıs, Libya, Musul, Kerkük Libya yer alıyordu. Bu bakımdan Sevr ile Lozan arasında bir fark yok, görüldüğü gibi.
Sevr’de, bize hiç durmadan anlatılandan farklı olarak bir Kürdistan devletinin kurulması öngörülmüyor, ama Kürtlere özerklik tanınıyor, bağımsızlık kararı yapılacak bir referandum üzerinden Kürtlerin iradesine bırakılıyordu. Evet, bir de bunun için, Kürtlerin kaderlerini tayin hakkını garanti altına aldığı için Sevr’i tercih ederdim.
Sevr, Giresun ile Van Gölü arasındaki çizginin kuzeydoğusunda kalan kısımda bir Ermeni devleti kurulmasını öngörüyordu. Böylece Osmanlı, işlediği insanlık suçları nedeniyle cezalandırılmış olacak, Kafkaslara doğru çıktıkları tüyler ürpertici bir ölüm yolculuğundan sağ kalan Ermeniler 3000 yıldır yaşamakta oldukları topraklara geri dönebilecekti. İşte tam bu noktada emperyalist güçler kendi çıkarlarını tercih ettiler ve Anadolulu soykırım kurbanı Hıristiyan halkların haklarını bir çırpıda feda ederek “genç Türkiye Cumhuriyeti” ile anlaştılar. Çünkü Ekim Devrimi zafere ulaşmıştı ve Türkiye yeni kurulan SSCB’ye karşı tampon görevi görecekti. Stratejik çıkarlar Lozan gibi bir soğuk savaş dönemi anlaşmasının imzalanmasını gerekli kıldı. Tabii ben bir de bu nedenle Sevr’i tercih ederdim.
Özgür Gündem’in hiç kaçırmadığım, sık sık da bölümler paylaştığım Medya Diyalog köşesinde “aşağılık” barışlardan söz edilirken, “meşru olmayan ve zorla, silahla, kuvvetle dayatılan böyle bir barışa karşı, ilk fırsatta ‘silah’la karşı koymak her halkın hakkıdır. Örneğin ‘Sevr barışı’na Türklerin silahla karşı koyması gibi…” denildiğini okuyunca içimden bunları söylemek geldi.
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=65945&haberBaslik=Evet,%20ben%20Sevr%20Anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1%20tercih%20ederdim&categoryName=K%C3%B6%C5%9Fe%20Yaz%C4%B1lar%C4%B1&categoryID=17&authorName=Ay%C5%9Fe%20%20G%C3%9CNAYSU&authorID=222&action=haber_detay&module=nuce

Yorumlar kapatıldı.