İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlhan Selçuk’la Mehmet Ali Birand…

Hasan Cemal

“Siz hiç kimliğinizi saklamak zorunda kaldınız mı? İlhan Selçuk hayatı boyunca annesinin Ermeni olduğunu saklamış. Mehmet Ali Birand’ın anne tarafının Kürt olduğunu da, ancak geçen yıl yaşam öyküsünü anlatan kitap çıkınca öğrendik. (**) Onların annelerinin gerçek kimliklerini gizlemeye mecbur eden neydi? Toplumsal baskı… Devlet baskısı… İkisi birden… Ne hazin değil mi? Yine o Hakkarili Kürt aydının sesi kulağımda: ‘Türkiye’de uzun yıllardır Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler de öldürüldüklerini anlatmaya, ispat etmeye çalışırlar.’Bu öylesine bir devlet anlayışıydı ki, Türkiye’de Kürtler Kürt olduklarını, Ermeniler Ermeni olduklarını, Aleviler Alevi olduklarını yıllar yılı gizlemek zorunda kaldılar.”

***
İlhan Selçuk hayatı boyunca annesinin Ermeni olduğunu saklamış. Mehmet Ali Birand’ın anne tarafının Kürt olduğunu da, ancak geçen yıl yaşam öyküsünü anlatan kitap çıkınca öğrendik. Onları, annelerinin gerçek kimliklerini onca yıl gizlemeye mecbur eden neydi?
KÖLN
Kar atıştırıyor. Hava yine dünkü gibi kapalı, kasvetli ve çok soğuk. Hüzünle yükselen kaval sesinin geldiği yere doğru yürüyorum.
İstasyonda, Katedral’in önündeki taş meydanda karların üstüne oturmuş, önüne mendil sermiş, kavalını çalıyor, bir başka dünyaya dalıp gitmiş…
WDR’nin karşısındaki Lederer’de, o küçük birahane ya da ‘kneipe’de Osman Okkan’la geçmişi konuşuyoruz. Yüksük kadehlerde birer korn ve buraların meşhur taze birası Kölsch eşliğinde biraz nostalji iyi geliyor.
Örsan Öymen’i anarken Altan Abi’yi arıyorum. Bir gün Köln’e birlikte gelip eski dünyamızı yazmak için anlaşıyoruz Altan Öymen’le…
Cep telefonuma mesaj düşüyor.
Sadun Tanju da ölmüş…
Seksenli yaşlarındaydı.
Cumhuriyet’in Sadun Abi’sini, bir zamanların çok iyi gazeteci ve yazarını uzun yıllardır görmemiştim. İlhan Selçuk’un ‘gazeteci içi darbesi’nde ona karşı saflarda yer almış olmanın iç sıkıntısını sonraki yıllarda hissedecektim.
Sadun Tanju’yla birlikte, birkaç gün önce kaybettiğimiz Toktamış Ateş’i de anıyoruz rahmetle. Yılın ilk ayı beraberinde ne çok ölüm getirdi böyle…
Köln Üniversitesi’nde amfi dolu. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Almanlar… Hrant Dink için bestelenmiş oratoryo icra ediliyor, koronun sesi dalga dalga yükselirken dalıyorum.
Sözcüklerin gücü…
Fazla mı abartıyoruz?.. Şimdi yine konuşacağım. Sonra?.. Ertesi sabah erken yazacağım. İstanbul uçağında yeni kitabımın notlarını alırken de, bir sonraki yazım aklıma düşecek.
Berlin’de, Humboldt Üniversitesi’ndeki konuşmamı tutsak akıl-özgür akıl çerçevesine oturtmuştum. Sevgili Hrant’ı anarken, akılların totaliter ideolojiler ve milliyetçilik tarafından nasıl tutsak alındığını, bu durumun insanların hayatını nasıl cehenneme çevirdiğini anlatmaya çalışmıştım.
Önceki akşam Köln Üniversitesi’ndeki konuşmamın konusu ‘milliyetçilikle barışın kavgası’ydı. Milliyetçiliğin her türlüsünden kurtulmadan insanlığın gerçek barışa kavuşamayacağının üzerinde duracaktım.
Konuşmamın başlığı şöyleydi:
“Milliyetçilikle barışın savaşında üç soru!”
Kitabımdan bir de alıntı koymuştum konuşma metninin başına:
“Gün gelecek hepimiz geçmişi acıyla anacağız, nefretle değil. Ve gün gelecek bizler de kendi topraklarımızda ‘kayıp tarihi’mizi bulacağız. İşte o zaman tarih bize de yük olmaktan çıkacak ve tarihimizle birlikte bizler de özgürleşeceğiz.” (*)
Üç sorudan ilki şöyleydi:
“Siz hiç kimliğinizi saklamak zorunda kaldınız mı? İlhan Selçuk hayatı boyunca annesinin Ermeni olduğunu saklamış. Mehmet Ali Birand’ın anne tarafının Kürt olduğunu da, ancak geçen yıl yaşam öyküsünü anlatan kitap çıkınca öğrendik. (**)
Onların annelerinin gerçek kimliklerini gizlemeye mecbur eden neydi? Toplumsal baskı… Devlet baskısı… İkisi birden… Ne hazin değil mi? Yine o Hakkarili Kürt aydının sesi kulağımda:
‘Türkiye’de uzun yıllardır Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler de öldürüldüklerini anlatmaya, ispat etmeye çalışırlar.’
Bu öylesine bir devlet anlayışıydı ki, Türkiye’de Kürtler Kürt olduklarını, Ermeniler Ermeni olduklarını, Aleviler Alevi olduklarını yıllar yılı gizlemek zorunda kaldılar.”
İkinci sorum şuydu:
Sizin hiç tabularınız ya da bazı sözcüklerle sorununuz oldu mu?
Özetle dedim ki:
“Benim oldu. Bunlardan biri soykırım sözcüğüydü. Bakın anlatayım. Los Angeles, 31 Mart 2011. Kısa adı UCLA olan University of California, Los Angeles’ta yapacağım konuşmayla uğraşıyorum oteldeki odamda.
Soykırım diyecek miyim?
Bir yazıyor, bir çiziyorum üstünü. Neden? Sorunum nedir bu sözcükle? Tabular? Korkular? Mahalle baskısı? ‘Hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz piçsiniz!’ 301’ler? ‘Vatan hainliği’ damgası? Milliyetçiliğin ağır baskısı, kabusu?
Kaç yaşıma geldim, kaç yıldır demokrasiyi, ifade özgürlüğünü savunuyorum, ama hâlâ bazı düşüncelerimi kendime saklamaya devam mı edeceğim? Hâlâ tabularım mı olacak? Aklım hâlâ tutsak mı olacak?
Özgürleşemeyecek miyim?
Ve sonunda soykırım sözcüğünü eklemiştim konuşmama…”
Üçüncü sorum şuydu:
“İnsanın kendi kendine yönelik şiddeti nedir, hiç düşündünüz mü?
Bazı taşları yerinden oynatmaya, bazı tabulara dokunmaya çalışırken, insanın kendi kendisine uyguladığı şiddetin verdiği acıyı hiç hissettiğiniz oldu mu?
Ben bu şiddeti 2011 yılı Mart ayında, Los Angeles’taki konuşmamı hazırlarken, soykırım sözcüğüyle boğuşurken galiba kendi içimde hissettim.
Nilüfer Göle bir kitabında şöyle der:
‘Taşları yerinden oynattığınız zaman kızarlar. Kızılmaktan bıkmamak lazım. Aydın olmanın bir parçası da kendine yönelik şiddet…’
Özellikle bu topraklarda, Almanya’da insanlığın başına korkunç belalar sarmış olan milliyetçiliğe karşı dünyanın her yerinde barışın zaferi için taşları yerinden oynatmaya, gerektiğinde kendi kendimize şiddet uygulamaya kendimizi alıştırmalıyız.
O taşları Türkiye’de fena halde yerinden oynatmış olan sevgili Hrant Dink’i burada, Köln Üniversitesi’nde hasretle anıyorum.”
—————
* Hasan Cemal, 1915: Ermeni Soykırımı, Everest Yayınları, sayfa 57.
** Sevgili Mehmet Ali’ye böyle bir konuşma hazırladığımı Galatasaray’ın maçı için geçen ay gittiğimiz Trabzon’da kendisine söylemiş ve iznini almıştım bunun için. Kürt meselesiyle çok yakından ilgilendiği dönemde bir gün İlhan Selçuk’un bana “Birand’da Kürtlük var mı?” diye sorduğunu da aynı seyahatte kendisine nakletmişti.
http://siyaset.milliyet.com.tr/ilhan-selcuk-la-mehmet-ali-birand-/siyaset/siyasetyazardetay/23.01.2013/1659069/default.htm

Yorumlar kapatıldı.