İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anayasadan Beklentiler Çalışması ve Laiklik, Diyanet, Zorunlu DKAB Dersleri- Zorluklar ve Fırsatlar

Anayasaizleme.org / Mine Yıldırım*

TESEV’in KONDA’ya yaptırdığı Anayasa saha çalışması önemli konularda toplumun nabzını tutarak Türkiye’de süregelen değişim sürecine ışık tutmuş oldu…  Süreçteki diğer bir zorluk azınlıkların durumu. Bir ülkede insan haklarına ne kadar saygı duyulduğunun en iyi göstergelerinden biri azınlıkların korunmasıdır. Değişimin, henüz insan haklarını etkin bir şekilde koruyacak bir demokratik yapının talep edilmesi noktasına gelmemiş olması azınlıkların mağdur olmaya devam edecekleri anlamına geliyor. Azınlıkların seslerini duyurmaya devam etmeleri ve seslerinin medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumun geniş kesimlerine ve karar alıcılara iletilmesi son derece önemli.Sonuç olarak, anayasa çalışmasının işaret ettiği süregelen değişim süreci fırsatları ve zorlukları içinde barındırıyor. Amaç, yeni anayasada insan haklarına saygılı demokratik yönetimi ilerletmek ise, toplumda devam eden değişim süreci bir fırsat olarak değerlendirilmeli. İnsan haklarının gerektirdikleri olduğu kadar, azınlıkların insan hakları talepleri ve mağduriyetleri de araştırma, raporlama ve tartışmalar aracılığıyla toplumun zihniyetinin şekillenmesine katkıda bulunmalı.

***
TESEV’in KONDA’ya yaptırdığı Anayasa saha çalışması önemli konularda toplumun nabzını tutarak Türkiye’de süregelen değişim sürecine ışık tutmuş oldu. Laiklik, Diyanet ve zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri de bu önemli konular arasında ve Türkiye’deki din veya inanç özgürlüğünü daha iyi anlamamızı sağlıyor. Din devlet ilişkisi, din veya inanç özgürlüğü hakkının korunmasında büyük ölçüde genel çerçeveyi oluşturur. Diğer bir deyişle, devletin dinle kurduğu ilişki din ve inanç özgürlüğünün korunma biçimi üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak büyük bir etkiye sahiptir. Bu yazıda amaç belirli konularda toplumun ana akım eğilimlerinin, insan hakları ölçütlerinin neresinde kaldığını irdelemek ve değişim sürecinin sunduğu bazı fırsatlara ve zorluklara dikkat çekmek.
Saha çalışmasına katılanların yanıtlarında zaman zaman dikkat çeken tutarsızlık veya çelişki birçok gözlemcinin dikkatini çekti ve bu konuda birçok yorum yapıldı. Değişim gerçekten de kaotik bir süreçtir ve bu çelişkiler buna atfedilebilir. Bununla birlikte, elde tutulması ve üzerinden harekete geçilmesi gereken en önemli tespitlerden biri de değişimin sürmekte olduğu ve Türkiye’de toplumun sahip olduğu dinamizm. Dolayısıyla, bu değişim süreci daha da fazla özgürleşme ve demokratikleşme için fırsat olmaya devam ediyor demektir. Sivil toplum kuruluşları, medya ve siyasal aktörler bu süreçte toplumu daha fazla bilgilendirme, farklı görüşlerin tartışılmasını sağlama ve izleme görevlerine etkin bir şekilde devam etmeli.
Şayet, insan hakları standartları ölçümüz olacak ise, görülüyor ki, toplum; laiklik, Diyanet, zorunlu DKAB dersleri konularında bir değişim geçirmeye devam ediyor ancak çoğunluğun kabul etmeye istekli olduğu “tanzim” veya “düzenlemeler” insan hakları ölçütleriyle bağdaşacak noktada değil. Bu da süreçteki zorluklara işaret ediyor. Örneğin, laiklik kavramının evrimleştiğini görüyoruz. Bir yandan laik devlet eşitliği gözeten, kamuda dinsel dışavurumlara (burada sadece başörtüsü üzerinden cevap vererek) açık bir devlet olarak tanımlanıyor. Öte yandan devletin din işlerinden elini çekmesini öngörülmüyor. Devletin din konusunda tarafsız bir hakem olmasından çok etkin bir düzenleyici olması beklentisi var.  Bu laiklik anlayışının; din öğretimi, din görevlisi yetiştirme veya bireylerin dinsel amaçlarla birlikte örgütlenme, okul kurma, ibadet yerlerini yönetme vs. gibi “kendi iç işlerinde özgür olma hakkı”yla bağdaşması zor.
Önemli bir kesim Türkiye’de Diyanet’in mevcut dinsel çoğulluğu yansıtacak şekilde çalışmasını isterken- ki bugün bu böyle değil- yine de, çoğunluk devlet “eliyle” din işlerinin/hizmetlerinin yürütülmesini istiyor. Burada en az iki mesele var. Birincisi toplumda büyük bir kesim devletten belli düzeyde bir din hizmeti bekliyor. Bu hizmetin sunumu insan hakları ölçütleriyle uyumlu hale getirilmelidir. Örneğin isteğe bağlı vergilendirme bu yolda ilk adım olabilir.  İkinci mesele, din ve inanç özgürlüğünün kapsamı içinde olan bazı eylemlerin, bunların sadece Diyanet’in görev alanı içine alınmasıyla, bireyler tarafından gerçekleştirilememesi. Kişiler bir araya gelip bir cami binası yaptırabilirler ancak bunu yönetemezler, kendi din görevlilerini, imamlarını, seçip atayamazlar veya öğreteceklerini belirleyemezler. Burada din özgürlüğü ciddi bir şekilde sınırlanmaktadır.
DKAB dersleriyle ilgili olarak katılımcıların hemen hemen yarısı zorunlu olarak devam etsin derken, yarıya yakını seçmeli olsun diyor ve yüzde ondan azı kaldırılsın diyor. Zorunlu DKAB dersleri din veya inanç özgürlüğünden ciddi bir şekilde ödün verilmesine yol açıyor. Seçmeli olsun diyenlerin yarıya yakın olması aslında dersin yol açtığı sıkıntıların toplumun büyük bir kesimi tarafından anlaşıldığını gösteriyor. Bu çok olumlu bir gösterge.
Toplumun çoğunluğu insan hakları ölçütlerinin gerektirdiği noktada olmasa da, bu ölçütlerin gerektirdiği siyasal ve yasal adımların atılması karşısında nasıl bir tepki verir? İyi yönetildiği ve istikrarlı ve kararlı bir süreç gözetildiği sürece toplumun bu gibi değişiklikleri kabullenebileceği düşünülebilir.
Peki, yine insan hakları standartları ölçümüz olacak ise, hükümet, politikalarını oluştururken yukarıda ele aldığımız konularda nerede duruyor? İkinci soru, nerede durmalı? Hükümetin Diyanet ve DKAB dersleri konusunda toplumun kabul etmeye istekli olduğu çoğulculuğu hayata geçirecek politikaları benimsediğini söylemek zor. Bunun nedeni, Diyanet’le ilgili olarak dinsel çoğulculuğu hayata geçirecek herhangi bir politikasının olmaması ve DKAB derslerinin ise mevcut haliyle zorunlu kalmasını savunması. Oysa Alevilikle ilgili olarak yapılan eklerden sonra dahi ders “Din Kültürü” dersi değil, “Din Dersi” niteliğini taşıyor. Siyasi iradenin, en azından, toplumdaki – sınırlı da olsa- çoğulculuk talebine ivedilikle cevap vermesi gerekiyor.  Toplumda olduğunu gördüğümüz “çoğulculuğa saygı” talebinin, oluşturulacak siyaseti etkilemesinin yolunu bulmak bunu hızlandıracaktır. Bunlara ek olarak, insan hakları yükümlülükleri nedeniyle hükümetin reformları çok daha ileri noktaya götürme sorumluluğuna hali hazırda sahip olduğunu hatırlamakta yarar var.
Süreçteki diğer bir zorluk azınlıkların durumu. Bir ülkede insan haklarına ne kadar saygı duyulduğunun en iyi göstergelerinden biri azınlıkların korunmasıdır. Değişimin, henüz insan haklarını etkin bir şekilde koruyacak bir demokratik yapının talep edilmesi noktasına gelmemiş olması azınlıkların mağdur olmaya devam edecekleri anlamına geliyor. Azınlıkların seslerini duyurmaya devam etmeleri ve seslerinin medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumun geniş kesimlerine ve karar alıcılara iletilmesi son derece önemli.
Sonuç olarak, anayasa çalışmasının işaret ettiği süregelen değişim süreci fırsatları ve zorlukları içinde barındırıyor. Amaç, yeni anayasada insan haklarına saygılı demokratik yönetimi ilerletmek ise, toplumda devam eden değişim süreci bir fırsat olarak değerlendirilmeli. İnsan haklarının gerektirdikleri olduğu kadar, azınlıkların insan hakları talepleri ve mağduriyetleri de araştırma, raporlama ve tartışmalar aracılığıyla toplumun zihniyetinin şekillenmesine katkıda bulunmalı. Üstesinden gelinmesi gereken en büyük zorluk ise, değişim süreci devam ederken, siyasi iradenin yeni anayasada demokratik yönetimin gereklerini yansıtmayan bir düzenlemenin kemikleşmesine izin vermesidir.
* AAbo Akademi İnsan Hakları Enstitüsü

Yorumlar kapatıldı.