İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Üzerine Düşünceler…

Yaklaşık 40 yıldır Dışişleri Bakanlığı bu sorunun çözülmesi için temel siyaset belirlemek yerine tepkisel davrandı. İstanbul’da ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganları ile miting ve gösteriler düzenlendi. Sözde Ermeni soykırımının Türk Hükümeti tarafından tanınması için ‘aydınlar’ kampanya başlattı. Üniversitelerde sözde Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen sempozyum ve konferanslar düzenlendi. ABD eyaletlerinin neredeyse tamamı ve bir çok Avrupa devletlerinin merkezi ve yerel meclisleri sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar alarak Türkiye’nin faaliyet alanını daralttılar. 19 Eylül 2012’de Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması için sözde Ermeni soykırımının kabul etmesinin şart olduğunu bildirdi.

***
Devletler de canlı organizmadır ve büyük ölçüde insana benzemektedir. Sağlıklı ve hastalıklı, aç ve tok, güçlü ve zayıf, genç ve yaşlı dönemleri vardır.
Ama insan bu durumlardan hangisini yaşarsa yaşasın, zihinsel olarak bunların farkında olmasa da, fiziksel olarak kendisinin haberi bile olmadan organizması belli bir direnç gösterme kabiliyetine sahiptir ve sonuna kadar mücadele etmektedir. Elbette bu zaman durumunun farkında olan insan bu dirence ek olarak tedavi görürse daha iyi sonuçlar alabilir.
Devletlerin bu duruma düşmemelerini ise genelde Hükümet’ler önler. Hükümet’ler yetersiz kalırsa muhalefet devreye girer, muhalefet de Hükümet gibi yetersiz kalınca aydınlar bu işi üstlenir, aydınlarda ‘kış uykusuna’ dalmışsa halk kendine lider seçer onun peşinden giderek karşılaştıkları sorunları hallederler. Halk kendisi felçli duruma düşmüşse bu işte ciddi bir terslik vardır demek ki.
Abdullah Öcalan 16 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildiğinde ülkede sanki bayram yaşandı. Ne de olsa azılı terörist yakalanmış ve Türkiye’ye getirilmişti. Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen şartlarda yargılanması ve idam edilmesi gerekirdi. Ama idam edilmedi. MHP’nin de koalisyon ortağı olduğu Hükümet ABD ve Avrupa’nın baskılarına dayanamadı ve Öcalan’ın idam edilmemesi için idam kanununu müebbet hapis cezası ile değiştirdi. Evet, ilk mağlubiyet yaşandı böylece. Öcalan’dan yararlanılarak terörün önleneceği düşünüldü ve birileri tarafından bu fikir hem devlet adamlarına hem de kamuoyuna empoze edildi. Oysa Öcalan bitmişti, sorguda gerekli bilgiler alınmıştı ve idam edilmesi ABD ve Avrupa karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve gücünün göstergesi olmalıydı. O dönemde Öcalan idam edilseydi, yakalanmasından sonra kaos yaşayan örgüte yönelik askeri operasyonlar örgütü tamamen zayıflatılır veya örgüt bir kaç eylem düzenler, sonra da yeni bir lider arayışı örgüt içinde ciddi bir bölünmeye neden olabilirdi. AKP iktidara geldikten sonra ise ulusal değerler, güvenlik, terörle mücadele konularında ciddi gedikler açılmaya başlandı. Zamanla Öcalan’ın terörü çözmek konusunda tek çıkış yolu olduğu konusunda fikir birliğine varıldı. Öcalan İmralı’dan PKK’yı yeniden örgütleme sürecini başlattı ve haylı başarılı oldu. AKP Oslo’da PKK terör örgütü ile gizli görüşmelere başladı. Bunu gah inkar etti gah onayladı.
Sonra birden bire Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Hükümete karşı darbe yapacağı konusunda haberler ortaya çıktı. Çuvallar dolusu belgeler basına yansıdı. Ergenekon operasyonları adı altında Balyoz tutuklamaları başladı. Aslında tüm bu yaşananlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iddia edildiği ve görünürde olduğu kadar disiplinli olmadığını gösterdi. Genel Kurmay’ın Kozmik Oda’sına girdi sivil insanlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kirli çarşafları gözler önüne serildi, temiz çarşaflar da bilerek kirletildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yaşanan yolsuzluklar gündeme getirildi. Kısacası ordunun imajını zedeleyecek her şey ortaya çıkarıldı. Aslında Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek kademelerde bile profesyonel olmayan subayların olduğu ortaya çıktı. Ülke genelindeki irtica ile mücadele eden ordu, içindeki irticayı görmedi, değerlendiremedi ve önlemler alamadı. Tutuklananların sorguları sabah gazetelerde yayımlandı. Gizlilik ve devlet ciddiyeti diye bir şey kalmadı. Sorgu tutanaklarını gazetelere yansıtanlar hakkında basında bir kelime bile yazılmadı, kimse bu işten sorumlu tutulmadı ve cezalandırılmadı.
Sonra Türk dış politikasında açılımlar başladı. Hükümet bütün komşuları ile ‘sıfır problem’ doktrini uygulamaya koydu. Bu ‘ver kurtul’ anlayışının daha ustaca kamuoyuna sunulmasından başka bir şey değildi.
Komşularla sorunlar karşılıklı çıkarların gözetilmesi ile değil, karşılıksız taviz vermekle çözülmeye çalışıldı. Ermeni açılımı, Kürt açılımı ve bir dizi açılımlar ortaya atıldı. Ermenistan Türkiye’ye karşı propagandaya son hızla devam ederken bu ülke ile iki protokol imzalandı. Bunun sonucunda Türkiye Azerbaycan ilişkileri ciddi şekilde zedelendi. Türkiye’nin karşılaştığı bütün zor durumlarda ona desteğini bildiren Azerbaycan halkı protokollere tepkisini bildirmek için Türkiye’nin Bakü Büyükelçiliğine yumurta atmak zorunda kaldı. Ermenistan-Türkiye milli futbol takımlarının karşılaşması zamanı Azerbaycan bayrağına yapılan saygısızlık ciddi sorunlara neden oldu.
Orta Doğu’da ‘Arap Baharı’ olarak anılan olaylardan görünen odur ki AKP Hükümeti daha çok mutlu olmuştur. Lübnan’da Kaddafi devrildi ve linç edildi, Suriye’de gerçek anlamda iç savaş yaşanıyor ve Devlet Başkanı Beşar Asad’ın da Kaddafi ile aynı kaderi paylaşması için uğraşılıyor. Türkiye iç politikada yaşanan sorunlardan ve terörle mücadeleden uzaklaştırılarak Orta Doğu’da savaşa sürüklenmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yapılan operasyonlar orduyu felç durumuna düşürmüştür. Şehidine ‘kelle’, ‘üç Mehmet öldü diye Meclisi toplayamayız’, ‘teröristler akıllı davrandı’ diyen bir Hükümet işbaşında. Terör kırsallardan megapolislere doğru hızlı bir büyüme dönemine girdi.
Ermenistan bağımsızlığını ilan ettikten sonra sözde Ermeni soykırımı konusu her yıl Türkiye’nin karşısına çıktı. Aslında bu güne kadar yaşanan gelişmeler değerlendirildiği zaman Türk Hükümeti’nin Ermeni sorunu hakkında belli başlı stratejisinin olmadığı ortaya çıktı. Yaklaşık 40 yıldır Dışişleri Bakanlığı bu sorunun çözülmesi için temel siyaset belirlemek yerine tepkisel davrandı. İstanbul’da ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganları ile miting ve gösteriler düzenlendi. Sözde Ermeni soykırımının Türk Hükümeti tarafından tanınması için ‘aydınlar’ kampanya başlattı. Üniversitelerde sözde Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen sempozyum ve konferanslar düzenlendi. ABD eyaletlerinin neredeyse tamamı ve bir çok Avrupa devletlerinin merkezi ve yerel meclisleri sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar alarak Türkiye’nin faaliyet alanını daralttılar. 19 Eylül 2012’de Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması için sözde Ermeni soykırımının kabul etmesinin şart olduğunu bildirdi.
Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı
28 Eylül 2012
F.V

Yorumlar kapatıldı.